Gönderi

Bir modernlik savunusu Antony Giddens (2010), dilimize de çevrilen “Mahremiyetin Dönüşümü: Modern Toplumlarda Cinsellik, Aşk ve Erotizm” adlı çalışmasında, Batı toplumunda yaşanmakta olan ilişkileri analiz eder ve çok enteresan sonuçlara ulaşır. Giddens, Batı toplumundaki aşk olgusunu “romantik” ve “birlikte” aşk olmak üzere ikiye ayırarak inceler ve eski zamanların “romantik aşk”ına karşı; etkin ve olumsal bulduğu şimdinin “birlikte aşk”ının yanında tavır alır. Her ne kadar “Modernliğin Sonuçları” ( 2012) adlı çok mühim bir çalışmanın yazarı olsa da insan ilişkileri anlamında tam bir modernlik ve modern insan savunucusudur Giddens. Ona göre modernlikle birlikte, toplumsal yaşamın yalnızca kendisi değil, eskiden “doğa” adı verilen şey de toplumsal olarak düzenlenmiş sistemlerin hükmü altına girmiştir. Yaşanan mahremiyet dönüşümü nedeniyle cinsellik çok önemli hale gelmiştir. Üreme, bir zamanlar doğanın bir parçası ve heteroseksüel etkinlik kaçınılmaz olarak onun odak noktasıyken, cinselliğin önemi artarken heteroseksüellik her şeyin değerlendirildiği bir standart olmaktan çıkmış, elbette bu arada aşk da değişmiştir. Giddens, elbette “tutkulu aşk”ın insanlık tarihinin her döneminde insanların başına gelmiş evrensel bir olgu olduğunu düşünür. Onun karşı çıktığı evrensel bir olgu olan tutkulu aşk değil, Batı’da romanın bir edebiyat türü olarak ortaya çıkmasıyla aynı dönemde görülen, yüceliğe dayalı bir anlatıya yaslanmış olan “romantik aşk”tır. Romantik aşk, kültüreldir ve yalnızca Batı kültürüne özgüdür. Giddens, Batı kültürüne özgü bu romantik aşkı, çekirdek ailenin ve çocukluğun, anneliğin sosyolojik birer kategori olarak ortaya çıkmasıyla, evin merkezinin babanın otoritesinden annenin sevgisine kayması ve kadının evdeki tabi ve dış dünyadan kopmuş konumuyla bağlantılandırır. Bu durumda romantik aşkı, kadının toplumsal hayattan kopmasından kaynaklanan eksikliğin ötekinin fantezideki varlığıyla giderilmesi olarak açıklar. Bir eksikliğin telafi çabası olduğu için Batılı romantik aşk, hastalıklıdır. Modern zamanlarda ortaya çıkan değişimleri birçok noktada olumlu bulan ve savunan Giddens, özellikle, gönül işlerinde uzmanlaşmış kadını çalışma hayatına, kamusal alana çıkartarak insan ilişkilerinde bambaşka bir imkanlar sağlaması, aşkın doğasında değişiklik yapması, “ilişki” terimi ortaya çıkarması nedeniyle modernlik hayranıdır. Modernlik, bir kadın hareketidir; bizatihi kadınlar, mahremiyetin dönüşümü sürecini yönetmektedirler. Kadın, toplumsal hayata katılıp cinsel bakımdan özgürleştikçe, eski zamanların hastalıklı romantik aşk ideallerini parçalamaktadır. Kadınların duygu devrimciliği sayesinde insanlar, din, gelenek gibi dışsal anlam kaynaklarının yerine ilişkilerine kendilerinin anlam vermesi gerektiğini kavramaktadırlar. Kadınların öncülüğü üstlendiği modern dünyada, artık eski zamanların hastalıklı romantik aşkının yerine, ötekine açılmaya dayanan, kişiyi değil de ilişkiyi özelleştiren, bu yüzden romantik aşkın “sonsuza dek” ve “sadece ve sadece” gibi bağımlı nitelikleriyle uyuşmayan, “saf ilişki”yi esas aldığından heteroseksüelliğe dayanmayan, homoseksüelliği dışlamadığı gibi meşrulaştıran “birlikte aşk” modeli ortaya çıkmıştır. Bu modern, yeni “birlikte aşk” modelinde eski zamanların hastalıklı romantik aşkının paranteze aldığı ars erotica artık ilişkinin çekirdeğinde yer almaktadır. Elbette modern zamanlarda ilişkiler alanında tüm bu olup bitenler, erkeklerin lehine değildir. Bu yüzden günümüzde ortaya çıkan aile içi şiddetin nedeni, erkeklerin güçlerini yitirdikleri bu eşitlikçi “saf ilişki” modeline gösterdikleri tepkidir. Giddens, modern dünyada ortaya çıkan değişimleri tüm kalbiyle savunur ama bir sosyolog olarak ortaya çıkan sorunları da görmezden gelemez. Ama sorunlara adeta çivi çiviyi söker tarzında daha da modern çözümler önererek herkesi şaşırtır. Ona göre modern dünyada ikili ilişkilerde yaşanan sorunlara Wilhelm Reich ve Herbert Marcuse gibi cinsel radikallerin tezlerinde bir çözüm imkanı bulunmaktadır. Giddens (2010) biz modernlerin, “yeni aşk modellerinin geliştirilmesi gerektiğine ve gay ilişkilerinin bunun elde edilebileceği bir bağlam sunduğuna yönelik bir farkındalık” (s.128) içinde olduğumuzu düşünür,- demek ki böyle bir farkındalığınız yoksa modernliğinizden şüphe duymalısınız. Nasıl böyle bir farkındalık geliştirebilmişsek pekala “cinsel ilişkilerin ve diğer kişisel alanların bir ‘birlikte aşk modeli’ne uydukları demokratik bir kişisel düzen için etik bir çerçeve” (2010, s.173) de tasarlayabiliriz der. Giddens’a göre modernliğin ortaya çıkardığı sorunların çözümü yine modernliktedir. İnsanlık modernlik için mücadelesi sayesinde demokrasiyi ve insan haklarını kazanmıştır. Şimdi görev, kişisel hayatın radikal demokratikleştirilmesi perspektifiyle cinsel özgürlüklerin alanının genişletilmesidir. Kişisel hayatın radikal demokratikleştirilmesi, cinsel demokrasiyi, dahası arkadaşlık ilişkilerine, giderek ebeveyn, çocuklar ve akrabalık ilişkilerine yayılan demokratik yaşamı gündeme getirecektir. Oluşan cinsel demokrasi ve dayanışma ortamı, kendisini ekonomik büyümeye ve teknik kontrole adamış olan modern uygarlığın duygusal doyum ve tinsel olgunluk alanındaki başarısızlığının da panzehiri olacaktır. Açık değil mi Giddens’ın söyledikleri? Cinsellik tıpkı gaylerin yaptıkları gibi özgürleşmeli, demokratikleşmeli; heteroseksüel ve homoseksüel çiftler, “saf ilişki”ye dayalı olarak yaşamalı, çocukların, akrabalıkların ne olacağı gibi ortaya çıkan yeni sorunlara demokratik çözümler bulunmalıdır. Elbette bu görüşler, Bauman’ın ve May’in görüşleriyle, endişeleriyle taban tabana zıttır. Biz daha önceki çalışmalarımızda, Giddens’ın bu görüşlerinin psikologların ve psikanalistlerin dünyamızdaki ilişkilerin geleceğiyle ilgili bakışlarıyla nasıl çeliştiğini ortaya koymuştuk. (Göka, 2008:s.162-177) Erol Göka
·
17 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.