Delaletten hidayete
İmam Gazali bu kitabında kendisinin sırat-ı müstakim yolunu bulmak için kendince hakikate ulaştırabileceğini düşündüğü dört alandaki okumaları neticesinde neler olduğunu ve dimağı ve gönlünden neler geçtiğini ispatlarıyla anlatıyor.
Bu dört alan
Kelam ilimleri
Batiniler
Felsefeciler
Mutasavvıflar
Bu ilimlerin erbabı kimselerinin kitaplarını okuması sonucunda hal ile hissederek mutasavvıfların yolunun hakikate götürdüğünü diğerlerinin ise kimi yerde yetersiz kaldığı bazılarının ise hakka uymayıp bidat ve küfre düştüklerini söylüyor.
Mutasavvıflar hakkında olan yorumu çok ilgimi çekti. Bu büyük alim bu alanı böyle methediyor ise gerçekten tasavvuf ile iştigal olmak daha doğrusu tasavvufi hayatı yaşamak gerektiğini düşünmeden edemiyor insan.
Günümüzün seküler yaşamında belki de içten içe farkında olmadan arzu duyuyor…
Sadece biraz kendimizi içimizden gelen sesi dinlememiz lazım.
İmam Gazali'nin Mutasavvıflar'ın alanına dair yazdığı düşünce ve hislerini buraya ekliyorum.
"Şüphe götürmiyecek surette anladım ki mutasavvıflar Allah yolunu tutan kimselerdir. Onların
gidişi, gidişlerin en iyisidir. Yolları yolların
en doğrusudur. Ahlâkları, ahlâkların en temizidir.
Dünyadaki bütün akıllı insanların aklı,
hakimlerin hikmeti, şeriatın esrarına vakıf olan âlimlerin ilmi onların gidişlerinden, ahlâklarından
bir kısmını değiştirmek, daha iyi bir hale
getirmek için bir araya gelse buna imkân bulamazlar.
Onların dışlarındaki ve içlerindeki bütün
hareketleri ve durgunlukları hep nübüvvet
kandilinin ışığından alınmıştır. Yeryüzünde nübüvvet
ışığından başka aydınlanacak bir nur
yoktur.
Elhasıl: Bir tarikat ki ilk şartı olan temizliği,
kalbi tamamiyle mâsivadan temizlemekten,
namazdaki iftitah tekbiri mesabesinde olan
anahtarı kalbin tamamiyle Tanrıyı anmakla meşgul
olmasından, sonu tamamiyle nefsi Allah'ın
varlığında yok etmekten ibarettir, bunun hakkında
başka ne denebilir?
Allahın varlığında yok olmanın son mertebe
sayılması başlangıçta ihtiyar ve irade ile yapılabilen
hallere nazarandır. Yoksa hakikatte bu,
tarikatın başlangıcıdır. Bundan evvelki haller bu
yolun yolcuları için sokak kapısı ile evin asıl
kapısı arasındaki dehliz mesabesindedir.
Târikatin başlangıcından itibaren keşifler, müşahedeler başlar. Hattâ sâlikler uyanırken melekleri, peygamberlerin ruhlarını görürler, sözlerini duyar,
lar. Onlardan birçok faydalar iktibas ederler.
Sonra bu tarzda şekilleri ve hayalleri görmekten
birtakım yüksek derecelere terakki etmek hali
gelir ki bunu sözle anlatmak imkânı yoktur.
Kim o hali ifade etmek isterse sözünde, sakınmak mümkün olmıyan, açık hatâlar olur. Hulâsa
iş Allaha o kadar yaklaşmak derecesine varırki bir zümre Allaha hulul ettiğini, bir zümre
Allah ile birleştiğini, bir zümre Allah'a vâsıl
olduğunu tahayyül eder. Bunun hepsi de hatâdır.
Neden hatâ olduğunu da «El-maksadül-aksa»
adındaki kitabımızda açıkladık. Kendisinde bu
hal görülen kimse: «Hatırıma getirmediğim şey
vuku buldu. İyi zanda bulun, işin hakikatim sorma.» mânasındaki beyte uyarak fazla bir şey söylememelidir.
Elhasıl zevk ile vâkıf olmayan kimse nübüvvetin hakikatini anlıyamaz, sade ismini söyler.
Evliyadan sadır olan kerametler şüphesiz ki peygamberlerden
ilk zamanlarında sâdır olan hallerdir. Hazreti Muhammedin -ona selâm olsun, kendisine
peygamberlik gelmeden evvel Hira dağına
çekilip Tanrısı ile yalnız kalarak ibadet etmesi
de bu halin neticesidir. Hattâ Arap'lar «Muhammed
Rabbine âşık oldu .» dediler. Bu bir haldir
ki yolunu tutan onu zevk iie anlar. Zevkten nasibi
olmıyanlar onlarla (Sofilerle) musahabede
bulunursa tercübe ve işitme ile iman hasıl eder.
Hallerin delâleti, ile bunu kesin olarak anlar.
Onlarla kalkıp oturan kimse kendilerinden bu
imanı istifade etmiş olur. O nlar bir cemaattır ki
sohbetlerinde bulunan kimse dalâlette kalmaz.
Kendileri ile musahabede bulunmak şerefinden
mahrum kalan kimse «İhya-ü-ulûm-id din» adındaki
ki eserimizin «Acaib-ül kalb» kısmında zikretiğimiz
veçhile aklî delillerle bunun mümkün/olduğunu anlar. Bir hali, aklî delillerle tahkik etmek, ilimdir. O halin kendisi ile hallenmek zevktir.
İyi zannın tesiri altında işitmek ve tercübe
etmekle kabul etmek imandır. Bunlar üç derecedir. «Cenabi Hak iman edenlerinizi, ilme nail
olanlarınızı daha vüksek derecelere yükseltir.»
Bu zümrelerin ötesinde birtakım cahil kimseler
vardır ki bu halleri tamamen inkâr ederler. Böyle
sözlere şaşarlar. İşitirler ve alay ederler. «Şaşılacak
şey, bunlar ne hezeyanlar yapıyorlar!»
derler. Cenabı Hak bunlar hakkında Hazreti
Peygembere Kur’anı Kerimde şövle buyurmuştur;
«Onlardan bazıları seni dinlerler, yanından çıktıkları
zaman ilim sahibi olanlara, demin ne
söyledi? diye sorarlar, işte bunlar, kalbieri Allah
tarafından mühürlenen, nefislerinin havasına
tâbi olan kimselerdir»
Mutasavvıfların yolunda devam üzere yürüdüğümden
dolavı bana zarurî ilim ile nübüvvetin
hakikati ve hassası zâhir oldu." der.
Gerçekten de tasavvufi hayat yazıyla kelamla ifade idilebilmekten azade bir haldir. Görmek isteyenin yaşaması gerekir. Belki eski mutasavvıflar gibi tüm hallere inkişaf ederek manevi zevkleri tadamayacagız ama bizimde modern bir derviş olma imkanımız var. Sadece birazcık istek ile iştigal olmak gerek ve devam etmek…
Bu kitaptan tasavvufi hayatın Allah'a varış yolunda dümdüz bir cadde olduğunu öğrenmem yanında ikinci önemli bir ders var ki zikretmeden olmaz.
Bunu söyle özetleyebiliriz. Akıl gereklidir ama herşey değildir. Çok güvenmemek lazım diyebilirim.
Küçük bir alıntıyla incelememizi bitirelim ;
" Hakikatlere ermek daima delil ile olduğunu zannedenler Allah'ın geniş ve sonsuz rahmetini daraltmış olurlar."
Manevi halleri bir bir tadabilmemiz ümidiyle…
Allaha amanet olun,
Kitaplarla kalın efendim. :)