Gönderi

127 syf.
·
Puan vermedi
·
9 günde okudu
Delaletten hidayete
İmam Gazali bu kitabında kendisinin sırat-ı müstakim yolunu bulmak için kendince hakikate ulaştırabileceğini düşündüğü dört alandaki okumaları neticesinde neler olduğunu ve dimağı ve gönlünden neler geçtiğini ispatlarıyla anlatıyor. Bu dört alan Kelam ilimleri Batiniler Felsefeciler Mutasavvıflar Bu ilimlerin erbabı kimselerinin kitaplarını okuması sonucunda hal ile hissederek mutasavvıfların yolunun hakikate götürdüğünü diğerlerinin ise kimi yerde yetersiz kaldığı bazılarının ise hakka uymayıp bidat ve küfre düştüklerini söylüyor. Mutasavvıflar hakkında olan yorumu çok ilgimi çekti. Bu büyük alim bu alanı böyle methediyor ise gerçekten tasavvuf ile iştigal olmak daha doğrusu tasavvufi hayatı yaşamak gerektiğini düşünmeden edemiyor insan. Günümüzün seküler yaşamında belki de içten içe farkında olmadan arzu duyuyor… Sadece biraz kendimizi içimizden gelen sesi dinlememiz lazım. İmam Gazali'nin Mutasavvıflar'ın alanına dair yazdığı düşünce ve hislerini buraya ekliyorum. "Şüphe götürmiyecek surette anladım ki mutasavvıflar Allah yolunu tutan kimselerdir. Onların gidişi, gidişlerin en iyisidir. Yolları yolların en doğrusudur. Ahlâkları, ahlâkların en temizidir. Dünyadaki bütün akıllı insanların aklı, hakimlerin hikmeti, şeriatın esrarına vakıf olan âlimlerin ilmi onların gidişlerinden, ahlâklarından bir kısmını değiştirmek, daha iyi bir hale getirmek için bir araya gelse buna imkân bulamazlar. Onların dışlarındaki ve içlerindeki bütün hareketleri ve durgunlukları hep nübüvvet kandilinin ışığından alınmıştır. Yeryüzünde nübüvvet ışığından başka aydınlanacak bir nur yoktur. Elhasıl: Bir tarikat ki ilk şartı olan temizliği, kalbi tamamiyle mâsivadan temizlemekten, namazdaki iftitah tekbiri mesabesinde olan anahtarı kalbin tamamiyle Tanrıyı anmakla meşgul olmasından, sonu tamamiyle nefsi Allah'ın varlığında yok etmekten ibarettir, bunun hakkında başka ne denebilir? Allahın varlığında yok olmanın son mertebe sayılması başlangıçta ihtiyar ve irade ile yapılabilen hallere nazarandır. Yoksa hakikatte bu, tarikatın başlangıcıdır. Bundan evvelki haller bu yolun yolcuları için sokak kapısı ile evin asıl kapısı arasındaki dehliz mesabesindedir. Târikatin başlangıcından itibaren keşifler, müşahedeler başlar. Hattâ sâlikler uyanırken melekleri, peygamberlerin ruhlarını görürler, sözlerini duyar, lar. Onlardan birçok faydalar iktibas ederler. Sonra bu tarzda şekilleri ve hayalleri görmekten birtakım yüksek derecelere terakki etmek hali gelir ki bunu sözle anlatmak imkânı yoktur. Kim o hali ifade etmek isterse sözünde, sakınmak mümkün olmıyan, açık hatâlar olur. Hulâsa iş Allaha o kadar yaklaşmak derecesine varırki bir zümre Allaha hulul ettiğini, bir zümre Allah ile birleştiğini, bir zümre Allah'a vâsıl olduğunu tahayyül eder. Bunun hepsi de hatâdır. Neden hatâ olduğunu da «El-maksadül-aksa» adındaki kitabımızda açıkladık. Kendisinde bu hal görülen kimse: «Hatırıma getirmediğim şey vuku buldu. İyi zanda bulun, işin hakikatim sorma.» mânasındaki beyte uyarak fazla bir şey söylememelidir. Elhasıl zevk ile vâkıf olmayan kimse nübüvvetin hakikatini anlıyamaz, sade ismini söyler. Evliyadan sadır olan kerametler şüphesiz ki peygamberlerden ilk zamanlarında sâdır olan hallerdir. Hazreti Muhammedin -ona selâm olsun, kendisine peygamberlik gelmeden evvel Hira dağına çekilip Tanrısı ile yalnız kalarak ibadet etmesi de bu halin neticesidir. Hattâ Arap'lar «Muhammed Rabbine âşık oldu .» dediler. Bu bir haldir ki yolunu tutan onu zevk iie anlar. Zevkten nasibi olmıyanlar onlarla (Sofilerle) musahabede bulunursa tercübe ve işitme ile iman hasıl eder. Hallerin delâleti, ile bunu kesin olarak anlar. Onlarla kalkıp oturan kimse kendilerinden bu imanı istifade etmiş olur. O nlar bir cemaattır ki sohbetlerinde bulunan kimse dalâlette kalmaz. Kendileri ile musahabede bulunmak şerefinden mahrum kalan kimse «İhya-ü-ulûm-id din» adındaki ki eserimizin «Acaib-ül kalb» kısmında zikretiğimiz veçhile aklî delillerle bunun mümkün/olduğunu anlar. Bir hali, aklî delillerle tahkik etmek, ilimdir. O halin kendisi ile hallenmek zevktir. İyi zannın tesiri altında işitmek ve tercübe etmekle kabul etmek imandır. Bunlar üç derecedir. «Cenabi Hak iman edenlerinizi, ilme nail olanlarınızı daha vüksek derecelere yükseltir.» Bu zümrelerin ötesinde birtakım cahil kimseler vardır ki bu halleri tamamen inkâr ederler. Böyle sözlere şaşarlar. İşitirler ve alay ederler. «Şaşılacak şey, bunlar ne hezeyanlar yapıyorlar!» derler. Cenabı Hak bunlar hakkında Hazreti Peygembere Kur’anı Kerimde şövle buyurmuştur; «Onlardan bazıları seni dinlerler, yanından çıktıkları zaman ilim sahibi olanlara, demin ne söyledi? diye sorarlar, işte bunlar, kalbieri Allah tarafından mühürlenen, nefislerinin havasına tâbi olan kimselerdir» Mutasavvıfların yolunda devam üzere yürüdüğümden dolavı bana zarurî ilim ile nübüvvetin hakikati ve hassası zâhir oldu." der. Gerçekten de tasavvufi hayat yazıyla kelamla ifade idilebilmekten azade bir haldir. Görmek isteyenin yaşaması gerekir. Belki eski mutasavvıflar gibi tüm hallere inkişaf ederek manevi zevkleri tadamayacagız ama bizimde modern bir derviş olma imkanımız var. Sadece birazcık istek ile iştigal olmak gerek ve devam etmek… Bu kitaptan tasavvufi hayatın Allah'a varış yolunda dümdüz bir cadde olduğunu öğrenmem yanında ikinci önemli bir ders var ki zikretmeden olmaz. Bunu söyle özetleyebiliriz. Akıl gereklidir ama herşey değildir. Çok güvenmemek lazım diyebilirim. Küçük bir alıntıyla incelememizi bitirelim ; " Hakikatlere ermek daima delil ile olduğunu zannedenler Allah'ın geniş ve sonsuz rahmetini daraltmış olurlar." Manevi halleri bir bir tadabilmemiz ümidiyle… Allaha amanet olun, Kitaplarla kalın efendim. :)
El-Münkız Mine'd-Dalal  Dalaletten Hidayete
El-Münkız Mine'd-Dalal Dalaletten Hidayeteİmam Gazali · Gelenek Yayıncılık · 20194,369 okunma
·
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.