Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Beyinlerimiz aptal değil. Bilişsel önyargılarımıza rağmen zamanın büyük çoğunluğunda hayli etkin ve verimli olmayı başarsak da, Watsonvari dikkat yeteneklerimizin de olmasının bir nedeni var aslında. İnsan olarak bizler her şeyi fark edemeyiz, çünkü her sesi, kokuyu, görüntüyü, dokunuşu, yani kısaca her şeyi fark etsek, deliririz (hatta filtreleme yeteneği eksikliği, psikiyatrik hastalıkların en belirgin özelliğidir). Ve Watson az önce dediğinde haklıydı aslında. Uçak aramak mı? Pek de vaktini harcamaya değer bir şey değildi belki. Anlayacağınız burada sorun dikkat eksikliğinden ziyade farkındalık ve yönlendirme eksikliği. Normal koşullar altında beyinlerimiz odaklanacağı şeyi seçerken bizim, öncesinde bilinçli olarak bir fikir üretmemize gerek kalmaz. Bizlerin burada yapması gereken, beyinlerimizin tembel davranıp bizler adına en kolay yolu seçerek karar vermelerine izin vermek yerine onlara neyi nasıl süzgeçten geçireceklerini öğretmek. Sherlock Holmes, Empire State Binası'nın tepesinde durmuş gökyüzünde uçak ararken bize, bunu yapmamızda yardımcı olacak dört unsuru örnekliyor aslında: Seçicilik, nesnellik, kapsayıcılık ve kendini verme. 1. Seçici Olun Gözünüzün önüne şu sahneyi getirin: Adamın teki işe giderken bir fırının önünden geçiyor. Mis gibi tarçın kokusu yol boyunca peşinden geliyor. Duruyor. Tereddüt ediyor. Derken vitrine bakıyor. Işıl ışıl parlayan şeker kaplamalar. Sıcacık, tereyağlı çörekler. Bir tutam şeker serpilmiş, nar gibi kızarmış çörekler. Fırından içeri giriyor. Bir tane tarçınlı çörek istiyor. Diyete yarın başlarım artık, diyor içinden. İnsan bir kere yaşıyor şu hayatta. Hem zaten bugün istisna. Hava çok soğuk ve bir saat sonra zorlu bir toplantıya gireceğim. Şimdi aynı sahneyi başa sarın. Adamın teki işe giderken bir fırının önünden geçiyor. Burnuna tarçın kokusu geliyor. Aslına bakarsan tarçın çok sevmem ben, diyor. Muskat daha çok hoşuma gider ama burada yok herhalde, burnuma kokusu gelmiyor. Duruyor. Tereddüt ediyor. Derken vitrine bakıyor. Sayabileceğinizden çok daha fazla kişinin kalp krizi geçirmesine ve damarlarının tıkanmasına sebep olan yağlı, bol şekerli kaplamalar. Tereyağı içinde kalmış çörekler. Hatta tereyağı bile değil, margarin kullanmışlardır kesin ve margarinle doğru düzgün çörek yapılmayacağını herkes bilir. Midenize lök diye oturup kendinize, neden yedim ki şimdi bunları, diye sormanıza sebep olacak yanık çörekler. Aynı düşündüğüm gibi, diyor adam. Burada benlik bir şey yok. Sabah toplantısına yetişmek için hızla yola devam ediyor. Belki toplantıdan önce bir kahve içecek vaktim olur, diye düşünüyor. Birinci ve ikinci senaryo arasında değişen nedir? Gözle görülür bir şey değil. Duyusal bilgi ikisinde de aynı. Ama nasıl olduysa farazi adamımızın düşünce yapısı değişmiş ve bu değişim, gerçekliği nasıl deneyimlediğini etkilemiş. Aynı şekilde bilgiyi işleyişini, dikkat ettiklerini ve beyninin çevreyle olan etkileşimini de değiştirmiş. Bu tamamen mümkün olan bir şey. Görüşümüz hayli yüksek oranda seçicidir -retina normalde, saniyede on milyar bit görsel bilgi yakalar ama bunların içinden sadece on bini görsel korteksin birinci katmanına ulaşabilir ve dahası o bölgedeki sinir düğümlerinin yalnızca yüzde onu görsel verilere ayrılmıştır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Beyinlerimiz aynı anda milyonlarca parça veri tarafından bombardımana uğrar. Yani çevremizde ne varsa hepsi aynı anda beş duyumuza birden saldırmaya çalışır ve bizler bu milyonlarca veri arasından taş çatlasın kırk tanesini bilinçli olarak işleriz. Özetle, etrafımızdakilerin çok değerli bir kısmını "görürüz" -hatta nesnel görme dediğimiz şeye seçici filtreleme desek daha doğru olur ve o anki ruhsal durumumuz, aklımızdan geçen düşünceler, motivasyonumuz ve hedeflerimiz görüşümüzü normalde olduğundan daha da seçici hale getirebilir. Odanın öteki ucundan kendi adımızı gördüğümüzdeki, kokteyl etkisinin, ya da o anda düşündüğümüz veya öğrendiğimiz şeyleri fark etme eğilimimizin özü de bu işte. Hamile kadınların gittikleri her yerde başka hamile kadınları fark etmesi, insanların sonradan gerçek olan rüyalarını hatırlaması (diğerlerini tamamen unutması), 9/ll'den sonra her yerde 11 rakamını görmemiz ... Aslında çevrede değişen hiçbir şey yok. Durup dururken ne hamile kadınların ne gerçekleşen rüyaların ne de sürekli aynı rakamla karşılaştığınız anların sayısı artıyor. Değişen tek bir şey var, o da sizin içinde bulunduğunuz durum. Tesadüf hissine bu kadar meyilli olmamızın nedeni de bu: Yanıldığımız veya hiçbir şeyin olmadığı zamanları unutup sadece denk gelen anları hatırlarız. Çünkü en başından İtibaren o anlara dikkat etmişizdir. Bir Wall Street gurusunun alaycı bir şekilde ifade ettiği gibi, insanlar tarafından vizyoner kabul edilmenin sırrı, daima birbiriyle çakışan iki tahminde bulunmaktır. Zira insanlar gerçekleşeni hatırlayıp, gerçekleşmeyeni anında unutacaktır. Beyinlerimizin bu şekilde olmasının bir nedeni var. Sürekli Holmes Sistemi'ni çalıştırırsak sonunda hem yoruluruz hem de verimliliğimizi kaybederiz. Boşuna çevremizdeki unsurların çoğunu elemiyoruz. Beynimiz için onların hepsi parazit. Bugüne kadar çevremizdeki her şeyi idrak etmeye çalışsaydık, fazla dayanamazdık. Holmes'un beyninin çatı katıyla ilgili dediğini hatırlıyor musunuz? Beynin çatı katı son derece değerli bir alan. Attığınız her adımda dikkat etmeniz ve onu akıllıca kullanmanız gerek. Diğer bir deyişle, dikkat hususunda. seçici olmalısınız. Bu dediğim size ilk bakışta mantıksız görünebilir. Sonuçta burada daha fazla dikkat etmeye çalışıyoruz, daha az değil, değil mi? Evet, ama burada asıl can alıcı nokta, nitelik ve nicelik arasındaki fark. Dikkatimizi daha iyi bir şekilde vermeyi, daha üstün birer gözlemci olmayı öğrenmeye çalışıyoruz ama düşüncesizce her şeye dikkat etmeye çalışırsak bunu asla başaramayız. Böyle yaparsak kendi başarımızı engellemiş oluruz. Bizim burada yapmamız gereken şey, dikkatimizi özenli bir şekilde paylaştırmak ve düşünce yapısı da bu tarz bir seçiciliğin başlangıcı. Holmes bunu herkesten iyi biliyor. Evet, Holmes'un bir bakışta Watson'ın kılığıyla tavırlarındaki ayrıntıları ve en ufak süs eşyasına kadar bir odanın içindeki bütün mobilyaların ayırdına vardığı doğru. Ama bütün bunların yanında dışarıdaki havayı veya Watson'ın bir ara dışarı çıkıp geldiğini fark etmeme ihtimali de var. Watson'ın dışarıda fırtına kopuyor deyip de, Holmes'un başını kaldırıp fark etmediğini söylemesi, pek de sıradışı sahneler değil. Hatta Sherlock'u seyrederseniz, Watson odasına çekildikten veya evden çıktıktan sonra Holmes'u sık sık kendi başına duvarla konuşurken bulacaksınız. Koşullar her ne olursa olsun, direkt olarak neyi başarmak istediğiniz sorusuna vereceğiniz yanıt, kısıtlı dikkat kaynaklarınızı nasıl maksimize edeceğinizi öğrenmek için doğru adımı atmanızı sağlayacaktır. Bu, cevap, zihninizi yönlendirmenize ve gerçekten önemli olan hedef ve düşüncelerle onu hazırlamanıza ve gereksiz olan ayrıntıları geri plana atmanıza yardımcı olacaktır. Beyniniz mendildeki o tatlı kokuyu ya da yağı fark ediyor mu? Watson'ın bronz tenine ya da dışarıdaki havaya odaklanıyor mu? Holmes veriyi elde etmeden ortaya bir teori atmaz, bu doğru. Ama yine de en başından itibaren son derece titiz bir saldırı planı hazırlar: Hedeflerini ve bu hedeflerine ulaşması için gereken unsurları tek tek tespit eder. Dolayısıyla Baskerville'lerin Köpeği'nde, Dr. Mortimer oturma odasından içeri adımını atar atmaz, Holmes, onun bu durumdan ne fayda sağlayacağını anlıyor. Beyefendinin içeri girişinden önce Watson'a söylediği son sözler şunlar: "Dr. James Mortimer gibi bir bilim insanı, Sherlock Holmes gibi bir suç uzmanından ne isteyebilir acaba?" Holmes, söz konusu adamla henüz tanışmamış ama gözlemsel hedefinin ne olduğunu şimdiden biliyor. Daha başlamadan durumu tespit etmiş (üstüne üstlük bir de doktorun bastonunu incelemeyi becermiş). Doktor odaya girer girmez Holmes bu ziyaretin amacını öğrenmek üzere kolları sıvıyor. Muhtemel dava, davaya dahil olan insanlar ve koşullarla ilgili detaylı sorular soruyor. Baskerville efsanesini, Baskerville evini ve Baskerville ailesini öğreniyor. Aileyi daha yakından tanıyabilmek için komşular, Baskerville malikanesinin sakinleri ve hatta doktorun kendisiyle ilgili sorular soruyor. Çevreyle ilgili sorular sorarken atlamış olabileceği herhangi bir şey varsa diye bir de bölgenin haritasını getirtiyor. Kısaca asıl hedefine ilişkin ne kadar konu varsa hepsine dikkat ediyor, ki burada asıl hedef, Dr. James Mortimer'ın Sherlock Holmes'dan rica ettiği davayı çözüme kavuşturmak. Doktorun ziyaretiyle akşam oluncaya kadar geçen süre boyunca, dış dünyaya ait her şey varlığını yitirmiş. Günün sonunda Holmes, Watson'a şöyle diyor: "Bedenim bu koltukta kalmış ve maalesef yokluğumda iki koca fincan kahveyle akıl almaz ölçüde tütün tüketmiş. Sen çıktıktan sonra, Stamford'dan bozkırın o taraflarına ait detaylı bir harita istedim ve ruhum bütün gün o haritaya gömüldü. Neyse, en azından yolumu kolayca bulabildiğimi söyleyerek kendimi şımartabilirim." Holmes'un ruhu Devonshire'a gitmiş. Bu arada vücudunun ne yaptığını ise bilmiyor. Bu söylediği pek de şaka değil aslında. Büyük ihtimalle ne içtiği kahvenin ne de sigaranın farkında. Watson eve döner dönmez odadaki bütün pencereleri açmak zorunda kalıyor çünkü Holmes içeride soluyacak hava kalmadığını bile fark etmiyor. Zaten Watson'ın dış dünyaya sürülüşü de Holmes'un dikkat planının bir parçası: Yersiz sözlerle dikkatini dağıtmasın diye arkadaşından özellikle dışarı çıkmasını istiyor. Yani her şeyin farkında mı? Dedektifin yetenekleriyle ilgili kabul gören kanıya rağmen, alakası bile yok. O yalnızca ilgilendiği konu açısından önemli olan şeylere dikkat ediyor. İşin püf noktası da bu zaten. (Holmes Gümüş Şimşek'te, müfettişin gözünden kaçan bir delili bulduğunda şöyle diyor: " Onu aradığım için gördüm sadece." Zira aramadan önce bir gerekçesi olmasaydı o delili kendi de asla fark etmeyebilirdi ve bu bir sorun da olmazdı ... En azından Holmes için.) Holmes asla vaktini boşa harcamıyor. Dikkatini stratejik bir şekilde paylaştırıyor. O yüzden biz de aynı onun gibi neyi nerede aradığımızı tam olarak bilmek için öncelikle amacımızı belirlemeliyiz. Beynimizin, bizim ona bir şey dememize gerek kalmadan neyin önemli olduğunu bildiği durumlarda gayriihtiyari bir şekilde bunu yapıyoruz zaten. İkinci bölümde bahsettiğimiz, hani saçında mavi gölge olan kızla şu adını bile hatırlamaya zahmet etmediğiniz çocuğun olduğu partiyi hatırlıyor musunuz? Şimdi kendinizi tekrar o grubun içinde, insanlarla sohbet ederken hayal edin. Etrafa bakın. Sizin gibi odanın içine dağılmış başka gruplar olduğunu göreceksiniz. Ve tıpkı sizin gibi onlar da koyu bir muhabbete dalmışlar. Konuş, konuş, konuş, konuş . . . Aslında bir durup düşünseniz, dur durak bilmeden konuşmanın ne kadar yorucu olduğunu fark edeceksiniz. İşte bu yüzden de hiç aldırış etmiyorsunuz. Bütün o konuşmalar bir zaman sonra arka plan sesine dönüşüyor. Beyniniz, genel hedef ve amaçlarınıza uygun olarak ortamla nasıl başa çıkacağını, çoğunu nasıl duymazdan geleceğini biliyor. (Spesifik olarak belirtmek gerekirse: Parietal ve frontal korteksin dorsal ve ventral kısımları hem hedef-güdümlü-parietal hem de uyarı-odaklı-frontal dikkat kontrolünde rol oynar.) Partide de hedefiniz, tek bir sohbete odaklanmak ve diğer kelimelerin hepsine -ki bunlardan bazıları tamamen aynı ses gücünde olabilir- anlamsız bir uğultu muamelesi yapmak. Ve derken başka bir sohbet odağınıza yerleşiyor. Bu artık bir uğultu değil. Her kelimesini duyabiliyorsunuz. Başınızı çeviriyorsunuz. Yani dikkatinizi veriyorsunuz. Ne oldu peki? Biri adınızı söyledi ya da adınızı andıran bir şey dedi. Bu, beyninizi canlandırıp oraya odaklamaya yeten bir sinyal. Orada sizi ilgilendiren bir şey var: Dikkatinizi verin. İşte bu klasik bir kokteyl etkisi: Bir kere adınız geçiyor ve kendi kafasına göre takılan bütün sinir sistemleri bir anda dikkat kesiliveriyor. Ve bu arada sizin hiçbir şey yapmanıza gerek kalmıyor. Çoğu şeyin size önemini göstermesini sağlayacak, böyle dahili bayrakları yoktur maalesef. Zihninize, adınızı duymak kadar bariz bir uyaranın olmadığı durumlarda da canlanmayı öğretmeniz lazım. Yani Holmes'un tabiriyle, bir şeyi görebilmek için önce neyi aradığınızı bilmek zorundasınız. Pastanenin önünden geçen adam örneğinde mesela, durum çok basit. Belirli hedef: Pastane mamulleri yememek. Odaklanmak gereken belirli unsurlar: Tatlıların kendisi (görünüşlerinde olumsuz bir yan bulun), kokular (mis gibi fırın kokusu yerine neden sokaktaki egzoz kokusuna ya da yanık kahve kokusuna odaklanmıyorsunuz? ) ve genel olarak ortam koşulları (o anki uyarana odaklanmak yerine ileriyi, yani toplantıyı veya düğünle smokini düşünün) . Bunun kolay bir iş olduğunu söylemiyorum. Ama en azından baştan sonra yapılması gereken işlem son derece açık ve net. Peki ya karar alırken, işle ilgili bir sorunu çözerken veya çok daha biçimsiz bir meseleyle ilgilenirken ne olacak? O zaman da gidişat aynı. Psikolog Peter Gollwitzer, insanların kendilerine bir hedef belirleyip hedef odaklı bir davranış içine girmesini sağlayacak bir yol bulmaya çalışırken, hem odaklanmayı hem de performansı teşvik eden bir sürü şey olduğunu keşfetti: ( 1 ) ileriyi düşünmek ya da durumu daha uzun ve geniş çaplı bir sürecin içindeki bir an olarak görmek ve daha ileriki bir noktaya ulaşabilmek için aşılması gereken bir nokta olarak tanımlamak; (2) spesifik olmak ve spesifik hedefler belirlemek, veya kendinize mümkün olduğunca belirli bir bitiş noktası saptayıp dikkat kaynaklarınızı mümkün mertebe en spesifik şekilde toplamak; (3) eğer/o zaman olasılıkları üretebilmek ya da bir durumu uzun uzadıya düşünüp belli durumlar ortaya çıktığı zaman ne yapacağınızı anlamak (örneğin, eğer başka şeyler düşündüğümü fark edersem, o zaman gözlerimi kapayıp ona kadar sayar ve konuya yeniden odaklanırım); (4) potansiyelinizi maksimize etmek ve her şeyi sil baştan yaratmak zorunda kalmayacağınızı önceden bilebilmek için olayları sadece kafanızda düşünmek yerine her şeyi kağıda dökmek; (5) hem geri tepmeleri -başarısız olursanız ne olur- hem de pozitif açıları, yani başardığınız takdirde elde edeceğiniz ödülleri düşünmek.
·
139 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.