İşte yine o vitrinin önündeyim.
Lacivert bir kutunun içine özenle
yerleştirilmiş altın sarısı kaleme
bakıyorum. Yine. Muhabbetle. Birkaç
ay önce, kütüphane çıkışında,
buradan geçerken gördüm onu.
İmrendim. “Benim olsa” dedim.
Girdim sordum fiyatını. Yoo. Onun
için cazip, benim için yüksek bir
ücreti var. Biraz sabır. Biraz iktisat.
Bir kalem için değer mi?
E değer.
Ben kaleme dalmış bunları
düşünürken bir amca yanaştı
yanıma. Tanıdım onu. Üç hafta kadar
önce bana “Gel de Çık İşin İçinden”ihediye etmişti.
- İçimden geldi delikanlı. Ne olur
kabul et. Bahtiyar olurum.
Dualarımda yâd ederim.
Demişti. Utana sıkıla “peki”
demiştim.
- Hayırdır, pek sevdin galiba
kalemi.
Dedi.
- Evet, dedim, pek latif bir
duruşu var.
- Bence bakmaktan vazgeçip onu
edinmelisin, dedi.
- Beni aşıyor, dedim.
- Ne kadarmış? diye sordu
usulca.
- 5 Tanpınar istiyorlar, dedim.
- Ooo, aslında makul bu kalem
için, dedi. İzin ver sana hediye
edeyim. Ehline gitsin bari şuncağız.
- İstirham ederim, ben birikimimi
yaptım. Şu an 4 Tanpınar’ım var.
Birkaç güne kadar bir tane daha
edineceğim ve nasipse bu kalemi
alacağım, dedim.- Peki delikanlı, dedi, bu kalemle
yazdığın yazıları muhabbetle
bekliyor olacağım.
Uzaklaştı. Bir fısıltı gibi...
* * *
Birkaç gün sonra yanımda 5
Tanpınar ile girdim vitrinin
ardındaki loş dükkâna. Selamı
kelama kattım, meramımı döktüm.
- Nasibin gürmüş babam, dedi,
kalemci. Bugün indirime girdi. Artık
o 4 Tanpınar.
Sevindim. Tanpınar’ımın biri
elimde kalacaktı.
“Hemen ödemek istiyorum.” dedim.
- Hay hay Paşam, dedi. Ve
seslendi arkaya: “Şu pehlivanın
ödemesini alıver Nevzat”
Geçtik yan odaya. Nevzat Abi
bana Tanpınarların hepsi hakkında
sorular sordu. Gerçekten
okuduğuma ikna olunca kitapları
aldı ve kalemimi verdi.
Şükür.
***Elimdeki Tanpınar’ın birazı ile
kahve içmek istedim. Şazeli Babaya
gitmeye karar verdim. Şazeli Baba
buraların en meşhur, en zarif
kahvecisidir. Diğer kahveciler 5
dakika okumaya bir kahve verirken
Şazeli Baba 10 dakika okumaya bir
kahve verir. Ama el hak, kahvesi de
kahvedir hani.
Şazeli Baba beni görünce sevindi.
- Hah, elinde Tanpınar’la giren
oldu bir tane. 4 dakika oku, kahven
hazır mirim, dedi.
Oturdum. Okudum epeyce.
Kahvem geldi. Fazladan birkaç
dakika daha okudum. Kahvemi
içtim, biraz daha okudum.
Sonra kalktım oradan. Dedemi
göresim vardı. Ne zaman burnuma
kitapla kahvenin kokusu aynı anda
değse dedem gelir aklıma.
* * *
Dedem zengindir. Kütüphanesi
doludur. İmam Gazali
Hazretleri’nden Muhyiddin-i Arabi’ye pek çok yazarı ve hatta
Tefsir-i Kebir’den Tarih-i Taberi’ye
kadar nice güzel eseri barındırır.
Hatta geçenlerde bir adam geldi.
Bir ev mi alacakmış ne alacakmış.
Sahibi ille de 15 cilt Esbab-ı Nüzul ve
Mehmed Zihni’nin Nimet-i
İslam’ının Osmanlıca olanını
istermiş.
- Efendim, dedi adam, bende
Esbab-ı Nüzul’ün 13 cildi var.
Duydum ki sizde diğer ciltler de
varmış. Bana bir takım Tarih-i
Cevdet karşılığında verseniz de şu
evi alıversem.
Dedem sessizce dinledi adamı.
- Kıymetli hocam, dedi, ben bu
Esbab-ı Nüzul’ü zor tamamladım.
Sizi kırmak istemem lakin beni
görünüz. Başka bir dileğiniz varsa
telafi etmeye çalışayım.
Üzülerek ayrıldı adam. Dedem,
özür kabilinden, bir defter hediye etti
muhtereme.
* * *Dedeme geldiğimde onu
Envaru’l-Aşıkin okurken buldum.
Bana baktı. Tebessüm etti. Dedeme
heyecanla yeni kalemimi gösterdim.
- Zevkli adamsın, dedi. Madem
böyle bir kalem edindin. Ben de sana
bu kalem hakkı için bir Kısas-ı
Enbiya hediye edeyim.
Dünyalar benim oldu. İçimde
yeniden kanatlandı Hezarfen.
- Hakkını vereceksin, dedi
dedem.
- Söz, dedim.
Diğer odaya geçtik. Televizyon
açıktı. Başkâtip açıklama yapıyordu.
Bu yıl ihracat hedefimiz bir milyar
kitapmış. Kişi başına düşen milli
kitabı 300’e çıkarmayı
hedefliyorlarmış. Merkez
kütüphanemizdeki kitap adedi 11
milyonmuş. Bunun 7 milyonu aktif
olarak okunmaktaymış. Bu oranı
daha da artırmaya çalışıyorlarmış. Ve
saire...
Ardından başka bir haber çıktı: Ömer Seyfettin hikâyelerini,
sadeleştirme bahanesiyle, tahrif
ederken suçüstü yakalanan üç kişi
tutuklanmış. 46 yıl hapisleri
isteniyormuş.
Sonra bir başka haber:
Dolandırıcılar bir profesörü “Kitap
çaldığınız tespit edildi. Bu yüzden
hapse gireceksiniz. Elinizdeki Ahmet
Mithat ve Uzunçarşılı külliyatını şu
adrese yollamanız gerekiyor. Ki sizi
kurtaralım.” diye kandırmışlar.
Profesör, “Hain adamlar, her şeyimi
aldılar.” diye ağlanıyordu.
Ve bir başka haber: Uzak bir
diyarda bugüne kadar hiç kitap
okumamış olan bir kabile tespit
edilmiş.
Doğu’da bir düğünde rekor
kırılmış ve geline tam üç tane el
yazması eser hediye etmişler.
Dünya Klasikleri Partisi ile Milli
Kitaplar Partisi, Cengiz Aytmatov
konusunda yine anlaşamamış.
Ve bir özel haber: Eline geçen kitabı hiç araştırıp soruşturmadan
sırf vakit geçsin diye okuyan, iyi
kitabı kötü kitaptan ayırt edemediği
için bilinçsizce okuma yapan kişileri
uyarıyordu bir uzman. “Fazla
Kitaplardan Nasıl Kurtulabiliriz?”
başlıklı bu haber de ilgimi çekti hani.
Ortada ne idüğü belirsiz kitaplar kol
geziyordu. Uzman: “Kişinin ömr-ü
Nuh(a.s) gibi sermayesi olsa
durmadan okusun, ne diyebiliriz.
Ama ömür kısa, zaman dar. Seçip
okumak gerek.” diyordu. Çalakalem
kitap yazan kalpazanların da
cezalandırılması gerektiğini
söylüyordu sonra.
Ardından reklamlar çıktı.
Harfoğlu’nun yaptığı yeni
konutlar yalnızca 9000 ciltmiş. Ayda
700 kitap taksitle ödenebiliyormuş.
Okuma gözlüklerinde indirim
varmış. Su geçirmeyen kitap, göz
dolduruyormuş.
Kapattım televizyonu. Dedemle
beraber kendi iklimimize döndük.Çay koy da içelim, dedi dedem.
Bu haberler hep aynı. Geçen gün de
bir milletvekiline ayda kaç kitap
verildiğinden bahsediyordu. Millet
kitapsızlıktan kırılıyor. Bunlar
kitabın içinde yüzüyor. Hayır,
millete anlatsalar neyse.
Anlatmıyorlar da. Hayatında hiç
Muhibbî okumamış bir sürü insan
var. Bazıları Yahya Kemal de
okuyamıyor. Yazık değil mi bu
millete!
Haklıydı dedem. Sükût ettim.
İkrar ettim. Çayı demledim. Karşılıklı
çaylandık. Sonra müsaade istedim:
- Can dedem dua buyur gideyim.
Üniversite sınavına hazırlanacağım.
Biraz çalışayım, dedim.
Gözleri parladı mübareğin:
- Sahaflık gelecek mi? dedi.
- İnşallah dedem. Bütün hayalim
o, dedim. İçim dua dua büyüdü.
- Hadi bakalım. Allah gönlünün
muradını hayra tebdil etsin, dedi.Eve geldim.
Sınavda bu yıl Nabi’den soru
geleceği söyleniyordu. Biraz Nabi
okudum. Nefi’ye baktım biraz. Sonra
Yedikıta okudum biraz.
Tacü’t-Tevarih’e göz gezdirdim.
Sonra dayanamadım Peyami Safa’yı
araladım.
Saatler geçmiş.
Annem sofraya çağırdı. Yemeği
yedik. Duadan sonra babam oturdu
köşesine. Önce takvim yaprağını
okudu.
Ardından Cenkname’yi açtı.
Kuzinede kestane...
Kitapya’da bir akşam daha oldu.
Yine şükür.