Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İnsan, zaaflarıyla, duygularıyla, içindeki büyük manevi boşlukla acı çeken sınırlı bir varlıktır. Levinas, “var olmak, bir lütuf değil, bir ağırlıktır” der. Varlık acısını dindirmek ve insan olmayı anlamlandırmak, insanlığın temel sorunlarından biri olmuştur. J.Paul Sartre “İnsan saçma ve anlamsız bir dünyada yapayalnızdır” derken, A. Camus’ye göre hayatın hiçbir anlamı yoktur ama insan, şu ya da bu biçimde yaşamına anlam katmak zorundadır. Doğar, büyür ve hayatlarımızı anlamlı kılabilmek için didinir dururuz. Sonra birilerinin evladı-yakını, bir okulun öğrencisi, birilerinin en iyi arkadaşı, bazen bir başarının parçası, bazen bir diğerinin ilk göz ağırısı olurken hobiler, tutkular, düşler de gelir ve derken insan, kendini ve hayatı bir biçimde anlamlandırır. Kimi bir alanda yetkinlik ya da ustalık kazanarak, kimi bir diploma alarak, kimi bir enstrüman çalarak, kimi para sayarak, kimi yazarak-çizerek, kimi susarak hayata kendince anlamlar iliştirir. Ama yetmez! Derken inanç, bireyleri, giderek toplumları arındırır, temiz, adil ve vicdanlı kılar. Aksi, nihilizm gibi bir felsefi temeli bile olmayan, yani  bütün dinsel inançları ve ahlak felsefelerini reddeden bir bakış, yani inançsızlığın açtığı büyük boşluğun yerine hiçbir şey iliştirmeyen bir hayat, giderek yozlaşmayla, yabancılaşmayla yüz yüze kalarak çürür ve anlamsızlaşır. Paraya yönelmiş bir hayat ölümdür Başta Kur’an-ı Kerim’in, sonra diğer kutsal kitapların da Türkçe çevirilerini okudum. Tasavvufu kendime her zaman çok yakın buldum. Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra, özellikle İncil’de, Tevrat’ta ahlaka, insani erdemlere, toplumsal moral değerlere ilişkin çarpıcı metinler okudum.    İslamiyet’in, milyonlarca insana aynı zaman diliminde abdest aldırıp aynı saat secdeye götüren o büyük manevi gücü hayranlık uyandırıcıdır. Dünyada milyonlarca insanın aynı anda, aynı şevk ve huşuyla secdeye gitmesi gibi çok büyük bir kitlesel ibadet biçiminin bir benzerini bu  dünyada henüz hiçbir ideoloji başaramamıştır. Çocukluğum, akrabalarımın hayatlarını ibadete adamış yaşam biçimleriyle iç içe geçti. Dedelerim Hacı Bekir ve Hacı Hüseyin’in, bu dünyanın bütün imtiyazlarını reddetmiş o riyasız, tertemiz inanmışlık ve adanmışlığının, önceleri kendine Müslüman diyen herkeste olduğunu sanırdım. Sonra cennete inandıklarını söyleyip, dünyayı cehenneme çevirerek  varlıklarını zorla bir taassuba dönüştüren kimi din tüccarlarını gördükçe,  hep ak sakallarıyla kocaman avuçlarını açıp Allah’a içtenlikle yakararak bu dünyadan göçüp gitmiş dedelerimi hatırlarım. Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde komando erler, bize işkenceleri yaparken birden, “namaz saati” deyip ara vererek namaz kılmaya gider, sonra dönüp işkence yapmayı sürdürürlerdi. O insanları anlayamadım. Dedelerimin okudukları rahleden bir gün olsun dışarı çıkardıklarını görmediğim Kur’an-ı Kerim’i alanlarda sallayanlara, para, rant ve makam hırsıyla şuursuzlaşmış insanlara alışamadım. Kendime çok yakın bulduğum A. Camus, insanın anlam arayışı için otoritelere boyun eğmeyen sonsuz bir özgürlük duygusunun peşinden koşmayı önermiştir. J.P.Sartre gibi o da ömrünü, insanı boyunduruk altına alan otoritelerin, baskıların ve savaşların karşısında durmaya adamıştır. Yine A.Camus “Paraya yönelmiş bir hayat ölümdür” der. Onlar, yani rant peşinde koşarak insanların inançlarını sömürenler aslında birer  ölüdürler. Çünkü inançlı görünseler de hayatlarında hiçbir manevi değer yoktur. Bu yüzden dünyanın, kendisini sahtekârların elinden kurtarmak gibi bir sorunu her zaman olmuştur, bugün de var. (Yılmaz Odabaşı / İnsanın anlam arayışı)
·
6 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.