Gönderi

223 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 9 days
KARI-KOCA, METRES, SEVGİLİ VE YOSMA
Baştan sona, her bir kelimesinde, kitaba dair her bilginin, her sonucun, her nedenin olduğu bir inceleme yazısıdır. Kitabı okumayanlar, eğer olayların sonucu ne merakıyla okuyacaklarsa, bu incelemeyi okumamaları daha iyi olur. Benim gibi her şeyi bilmesine rağmen, nedenlerini ve işlenişini merak ederek okuyacaklarsa buyursunlar. BÖLÜM 1 1900'lü yılların başında, kültürel yozlaşmanın ve edepsizliğin içindeki Fransa'nın, paçalarınızı pisliğe bulaşmasın diye kıvırmanız gereken yaşayışı içinde, paylaşımın yüce gönüllülükle, cömertlikle ve titreten bir nezaketle nasıl gerçekleştiğini okuyacağınız, bana göre çok fazla ders içeren, çok iyi bir roman okudum. Beğenip beğenmemekte bir tereddüdüm var ki, bu da aramızda eşrefi mahluklar olduğumuza inandığım için, ''karısını ya da kocasını paylaşmak çok olağan gelmeyecektir'' düşüncesinden kaynaklıyor. Kitaptaki her karakter size sevgiyi, nezaketi, fedakarlığı, vurdumduymazlığı, güzelliği, vefayı, ümit etmeyi, kötü olmayı, nankörlüğü, pis nefisliliği, evliliği, şefkati, sevgili olmayı ve daha nicesini sorgulatıyor. Kitapta geçen birkaç ifadeyi Fransız kültürü içindeki anlamıyla birlikte açıklamam gerek: *Metres; evlisiniz, karınızın da toplumun da haberi olduğu, aynı evde yaşadığınız, gönüllerin hoşluğu içinde meşk ettiğiniz kadın. *Sevgili; evlisiniz ya da bekarsınız, seviyor ya da sevmiyorsunuz, daha çok ilgi ve hoşlanma seviyesinde meşk ettiğiniz kadın ya da erkek. Siz evli o bekar olabilir. İkiniz de bekar olabilir. Siz bekar o evli olabilir. Bir de bunun 2'li ilişki olduğunu düşünmeyin, çoklu da olabilir. Kadının da birkaç sevgilisi olabilir, adamın da birkaç sevgilisi olabilir ama bu bir sorun olamaz. Olağan şeyler. İnsanlar sıklıkla sıkıldığı için, herkes birbirini zamanla en az bir kere, şefkatle bağrına basabilir. Sevgili önemli, sevgili yapın. Gönül dediğin parasız takıldığınız yerdir. *Eş; eğer kitapta eş ne demek çözebilen varsa, bana da anlatsın, çünkü ben anlamadım. Herhalde bu da meşru çocuk yapılabilen varlık. Emin değilim. Çünkü eş, kendi iradesiyle evlenen insanların, aşık olmadıkları, genelde birkaç ay ilgi gösterdikleri, elinin altında hazır bulunan, maddi bazı çıkarların da olabildiği ama çoğunlukla maddi olmayan sebeplerle yanınızda ya da başka bir ülke ya da şehirde olan resmi arkadaş. Devletten imzalı tanımlı. *Yosma; erkekleri kendisine aşık etmeyi bilen, fakat ülkede namus kavramı olmadığı için kötü görülmeyen, herkesin kendisine aşık olduğu ama kendisinin farklı farklı kişilere farklı zamanlarda farklı ölçülerde ilgi duyduğu, birine biraz daha fazla ilgi duyan, diğerlerini de elinin altında tutmayı bilen, aşk kırıntısıyla besleyen, öldürmeyecek kadar yaşatan kadın. *** BÖLÜM 2 Tanımlardan sonra, kelimelere Türksel bir etkiyle derin anlamlar yüklemememiz gerektiğini anladık, yazıyı buna göre okuyabiliriz. Philip Marcenat, zengin bir ailenin çocuğu. Delikanlı, bu; zengin, görgü kurallarını hayati önemseyen, ahlaki değerlerini yüksek tutmayı başarmış, aile olmayı ve çocuk yetiştirmeyi belli kurallar içerisinde gören, geleneksel bir ailede büyüyor. Fakat bu, bu ailede nefessiz, hareketsiz kaldığı anlamına gelmemeli. İstediğini birazcık karşı koymakla elde edebiliyor. Erkek olduğunu fark ettiğinde, kendisine bir imge belirliyor: Amazon. Bu; onun, ulaştığında hayallerine kavuşacağı kadın figürü. O kadın ki, bu erkek gibi erkeğin, heyt ne erkek yani, anlıyor musunuz, ruhunu sonuna kadar doyuracak, mutluluğun gizini taşıyan, kutsal kadın. Fakat hesaba katmadığı bir şey var ki o da Amazon'un hayalinin ne olduğu. Sanat alevimiz İsmail YK'nın bir sözü vardır: ''Beni beğeneni ben, ben beğenmem./ Benim beğendiğim ise beni beğenmez.'' Yani beğenir de ''esip geçti bir rüzgar gibi.'' Çünkü beğenmelerin sonu yoktur. Kitaptaki aşık olunan karakterlerin hepsinde mevsim hep bahar, aylardansa... Gözünüz kime düşerse, aşk odur. Kitap 2 bölümden oluşuyor. İlk bölüm Philippe'in Amazon kadını ile karşılaşıp, bu evliliği gerçekleştirdiği kısım. Kızımız ak giysiler içinde salınan, güzelliği ile herkesi kendisine hayran bırakan, kitaplar okuyan, çiçekleri çok iyi bilen, sade zevkleri (çokça kocası ya da sevgilisi ne bileyim erkeği falan işte) olan, tüm gününü tiyatro, hoşbeş, konserler ve kalp benzinine adayan, ömrünüzü uğruna feda edip havayı alacağınız kadın. Kalbin benzini aşk, çırası da insandır. Aşk bir ekmekse Phillippe onu olmadık yerlerde yiyip bir takım çarpılmalara uğrayan biridir. O kadar çok kadının ekmeğini yemiştir ki, Amazon’una denk geldiğinde, hayat ona ‘’Gel buraya cici kuş, bunlar da kırıntılar, ye de doy hadi bakalım’’ demiştir. Ekmekleri bütün bütün götüren Philippe için bu inanılması öyle güç bir şeydir ki, ekmek onda bir saplantı halini alır. İlle de doyacak ille de doyacaktır. Fakat fırıncı Odile, odun alevinde pişirdiği ekmeklerin ancak kokusunu verebilir Philippe’e. Çünkü şüphesiz ki onun da bir kalbi, ümitleri, beklentileri, hayal kırıklıkları vardır. Üstelik masum güzelimiz, çiçeklerinin kokusunu göğsünde taşırken, edasını elden bırakmaz ve Philippe’e gözlerini verir. Birkaç bakış yetmez mi aşk için? Yani kendi iradesiyle devletten imzalı tanımlı, resmi arkadaşı diye, ona eş olmak zorunda mıdır? Masa, terlik, kavanoz der gibi ‘’sevgilim’’ demek yetmez mi? Yalnız şu asla atlanmamalı, Odile en başında ne idiyse en sonunda da oydu. Zerre değişmedi. Bir insanı beğendiniz diyelim: Zihninizde bir görüntü ve tahmini bir kişilik beliriyor. O insanı kendi aklınızdaki haliyle severseniz, yargılama yahut eleştirme hakkınız yoktur. Yahut, o insan süregelen bir davranış ve düşünüş içindeyse, ona şaşırmanız ondan başka türlüsünü beklemeniz de yine sizin hatanız olacaktır. Bir insanı ya olduğu gibi sevmeli ve kabul etmeliyiz ya da ondan uzak durmalıyız. Ayrıca, üstüne düşmekle üstüne gelmek arasındaki o farkı da iyi bilmemiz gerek. Philippe, Odile’i onun taktikleriyle elinde tutabilirdi. Ama o üstüne gelmeyi, kendisinden uzaklaştırmayı seçti. Her heyecan gibi bu da türlü hayallerin içine doldurulduğu fakat dış katmanın balon olması sebebiyle, o hayallerin patladığı bir sonuçla biten, dış gözlerin ‘’olmayacak’’ bakışlarıyla süzeceği, mantıkdışı bir birliktelikti. Philippe de Odile de ahlaki olarak yerlerde gezen karakterler oldukları için evlilik insanı değillerdi. Çünkü zaten kültürlerinde metres olmak, sevgili olmak, aynı anda birçok kimseyle oynaşmak, fingirdemek, ayıplanan yahut yadırganan eylemler değiller. Bu, Fransız kültüründe o kadar olağan ki, bu insanların evlenmekle neyi amaçladıklarını gerçekten çözemedim. Şöyle bir ülküleri de yok, ‘’evleneyim bir adama ya da kadına hayat arkadaşı olayım, çoluğa çocuğa karışayım, düzenli bir hayatım olsun’’. Hayat arkadaşı demek bana göre bir insanın yâri, sırdaşı, en yakın arkadaşı, en çok da dostu olmak demek. İki insan birbirinin dostu olmazsa, ilgileri güzelliğe ve içgüdüye dayalı kalırsa, ömrün biten bir şey olduğunu göz ardı ederlerse, sadece heveslerle bu hayatın yaşanmayacağını anlamazlarsa, ne olur? Kitabın size sorduracağı onlarca sorudan bazılarını aklıma geldikçe yazacağım: 1) İnsanlar neden evlenir? 2) Aşkın, hayatımızdaki yeri ve kalıcılığı nedir? 3) Aşk; bitebilen ve yerini sevgi, alışkanlık ve güvene bırakan bir dönüşüm geçirebilen bir duyguysa, aşkı mı dönüştüğü hali mi seçersiniz? Her aşkın dönüşmediğinde ölüme mahkum olduğunu biliriz. 4) Defter aynı defter, kalemi tutan aynı el olduktan sonra, sürekli yeni bir sayfa açmanın bizlere faydası nedir? Beklentimiz nedir? Hayat yarım kalmışlıklarla dolduracağımız değersiz bir emanet midir? 5) Neden yaşarız? Neden severiz? Neden sevilmek isteriz? 6) İnsan, şehvet duygusunu mart ayındaki kedilerden farklı yaşamalı mıdır? Her çiçekten bal almak bir yerden sonra insan olduğumuz için tiksindirmez mi? 7) Neden birilerine bağlanmak isteriz? Yanında en çok güven duymak istediğimiz kişiler ailemizken, neden en çok onları eleştiririz ve karşılıklı bir memnuniyetsizlik yaşarız? 8) Kusurlu olsa da (mükemmel aile yoktur) aile kurmak isteğimizin sebebi nedir? Kişilerin birbirine verdiği değer, acının ve sorumluluğun adaletsizce dağılımı göz önüne alındığında, kendinizi ailenizin gözüyle nasıl görüyorsunuz? Nasıl biri olmak isterdiniz? Nasıl birisiniz? 9) İnsanda vefa olmalı mıdır? Neden köpekleri severiz? Sadece itaat ettikleri için mi? 10) İnsan kibirli ve vurdumduymaz mı olmalıdır? Neden kedileri severiz, eyvallahları olmadığı için mi? Ama bir o kadar sevimli, güzel ve çekici olmaları da bunda bir etken midir? *** BÖLÜM 3 Odile ve Philippe’in evliliğinde ikisini de yargılamak kaçınılmaz gelecektir belki. Fakat Odile, ailesinden ne gördüyse onu uygulayan, ne görmediyse de onu vermeyen bir kadındı. Burada ortalığı tek karıştıran karakter, kendisini de çevresindeki insanları da olduğu gibi kabul etmeyen, herkesi kendi kafasındaki şekle zorlayan, kibarlığının altında bir despot yatan, özüyle barışması gereken, soruları başkalarının kişilik ve yaşayışlarına yöneltirken, kendisine de ‘’Ben nasıl bir insanım ve nasıl davranıyorum, bu hayattan beklentim ne?’’ diye sormayan Philippe karakteridir. Bu kadar tutarsız, bu kadar çapkın, bu kadar hedefsiz, şuursuz, beş para etmez bir insanın, haddini hudunu bu kadar aşarak evlilik yapması, hele ki her türlü rahatlığın olağan olduğu bir kültürde, o kadar tuhaftı ki, hâlâ anlamdırmak çok güç benim için. Ye, iç, gez, toz, nerede akşam orada sabah istediğin yerde mum söndür, bütün kadınlar kollarına atılıyor, sen de hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun. (Özellikle bir cümlesi vardı ki acaba bu cümle gerçek olabilir mi dedim, bunu evlerine çağıran kadınların davranışlarını fazla serbest buluyordu. Yalnız bu cümleyi evlerine giderken kuruyor.) Kadınlara değer vermiyorsun. Tek bir derdin var o da aşkın hazzı. Kadınlar onun için, aşk hazzını yaşadığı bir tür araç. Hayatla ilgili ayağı yere basmayan düşüncelerinden ve tutarsız hareket tarzından başka bir şey yok. Neden? Neden evleniyorsun? Philippe karakteriyle ilgili o kadar çok soru sizi saracak ki. Philippe, Odile’i çok sevdi. Yani ilk akla gelecek şey bu, sevgi. Fakat Odile’i tam da Odile olduğu için sevdi, ona adeta saplandı. Ele avuca sığmayan, baş döndürücü güzellikte, hoş kokulu, çabuk sıkılan, sadakat sevmeyen, tek bir kimseye bağlanamayan, havai, uçarı, gezeyim tozayım diyen, bir eş olmanın çok uzağında olan, kendisine neyin yakıştığını çok iyi bilen, bir erkeği avcuna almayı, onun dikkatini sesiyle, sözleriyle, bakışlarıyla üstüne çekmeyi çok iyi bilen, ahlaki bir sınırlaması olmayan, evli-bekar, genç-yaşlı, it kopuk fark etmeyecek şekilde kendi hoşuna giden her kim olursa onu elde edecek biri olan Odile’i, işte tam bu yüzden sevdi. Çünkü Odile, ona sadık değildi. Kaşı gözü ayrı oynuyordu. Philippe’in aşık olacağı kadın ancak onu üzen biri olmalıydı. Hiçbir şekilde kendisine bağlanan kadınları sevmiyordu. Bir erkek düşünün aşkı, sevgisi, ilgisi sadece şüphelerle var olan. Ondan başka bir erkeğin, onun sevdiği kadını güldürmesi, ona dokunması, o kadınınsa buna arada aşk kırıntısı vermesiyle Philippe deli divane tutkun olan bir erkek. Sizce bu, aşk mı? Nice kadın onu sevdi. Hepsi kitaptaki ifade ile sadece yosmalıktan ilgi göstermedi ona. Eğer isteseydi, tertemiz ve kaşı gözü ayrı oynamayan nice kadınla eşref-i mahluk olmaya uygun bir hayat sürebilirdi. Ama o bazı hayvan türleri gibi, her mevsim kendisine yeni bir eşlikçi (kitaptaki ifadeyle sevgili) aradı. Aşk diye nitelediği ise ızdırap verecek herhangi bir yosmaydı. Odile ona bağlansaydı, kaderi sevilmemek olacaktı, diğer kadınlar gibi. Odile… Aklı zaten erkek tavlamaktan ve onlarla takılmaktan öteye gitmeyen kadınımız, en sonunda Philippe kadar aç gözlü değilmiş ki kendine bir başka erkeğin evinde, bir son çizdi. Bence bu da garipti. Her ne yaparsa yapsın, onu hep iyilikle anan Philippe, bu aşkın ızdırabının müptelası olduğu için, bundan sonra Amazon imgesi onun için Odile ve türevleri olarak şekillendi. Artık onun için Amazon, vur-kaç teknikli, her bülbülün gülü olan yosmalardı. *** BÖLÜM 4 Şimdi bir makine düşleyin. Yalnız bu hayallerinizdeki bir makine. Elinizde de parçalarının ne olduğunu, kullanımının nasıl olduğunu anlatan bir kitapcık var. Ayrıca ona ihtiyacınız var ve onu kullanmak zorundasınız. Şimdi soru şu: Kullanma kılavuzunu okuyup, ‘’Hmm bu makine böyle işliyormuş o zaman ben onu saksı olarak kullanayım’’ der misiniz, ya da ‘’Duvara tablo gibi asayım’’. Belki de ‘’Ayakkabılıkta dursun en sevdiğim terlik gibi ama giymeyim, misafir gelirse o giysin.’’ İşte üçüncü karakterimiz Isabell’in kocasına yaklaşımı bu. İlk önce kendisinden biraz bahsedelim ki, zihnimizde daha net bir tablo oluşsun: Bu kadın karakterimiz geleneksel ama oldukça sinir bozucu özellikte bir aileye sahip, annesi tarafından çirkin olduğuna inandırılan ama aslında güzel olan, baskı, sözde disiplin adı altında çocuğu sindirme üzerine kurulu bir düzen içinde, özgüvensiz, pısırık yetiştirilen, halbuki düzgün bir ailede pırlanta gibi olacak, iyi bir insandır. Ailesi o kadar yanlış bir anlayışa sahiptir ki, Isabell hayatı boyunca, her konuda ‘’yetinmeyi’’ bilmiştir. Elinde fırsatlar olsa da az ile yetinmiş, olmasa da zaten kanaat ettiği için rahatsız olmamıştır. Az öz elbise, eski eşyalar, az sevgi, çirkin bulunma, sindirilme.. Hani bizim toplumumuzda kaderi yanlış yorumlama hastalığı vardır ya, işte o hastalık Isabell kızımızda da var. Ne mi? ‘’Kısmet… Hayırlısı… Demek ki benim de kaderim buymuş…’’ Isabell iyi niyetli, sadık, temiz bir kalbe sahip, düzgün bir insan olabilir fakat bunlar bazı özelliklerle desteklenmedikçe bir çekiciliğiniz kalmaz. Peki, çekicilik neden önemlidir? Yaşıyoruz da ondan. İnsan, birini sevince ister ki o da onu sevsin. Bu en basit ilişkilerde dahi böyledir. Bir cazibeniz olmak zorunda. İlgi çeken bir şeyleriniz olmak zorunda. Çünkü insan toplumsal bir varlık. Bizler birbirimize muhtacız fakat aynı zamanda hür ve başı dik, mağrur ve güçlü olmayı da bilmeliyiz. İşte Isabell ailesi yüzünden güçlü kadın olmaktan oldukça uzak bir karakterdir. Sizler ne düşünürsünüz bilmem ama ben aşka inanırım ve hayatta birkaç kez aşık olmak mümkündür derim. Lakin illa ki içlerinde biri, şu an için gözünüzde aynı değerde olmasa, gördüğünüzde çok uzak hissettirse ve size ‘’Bu kişiyi mi sevmiştim ben’’ dedirtse de, o biri kalbinize en derin izi bırakmıştır. Bunun onun şahsıyla ilgisi yoktur. Aşk duygusu, aslında bazen biriyle bir vücut bulur ama insanın sevme kabiliyeti ile ilgilidir, o anki sizle ilgilidir. Yani aşk, artık muhatabından tamamen farklı, sizin kalbinizdeki oluşumun; sizin karakteriniz, kültürünüz ve hayallerinizle şekillendirilmesidir. Bu yüzden her aşk biriciktir. Çünkü hepimiz benzer yönlerimiz olsa da, bu yönleri ve özellikleri farklı şiddetlerde taşıyoruz. Yaş aldıkça, yaşadıkça değişiyoruz. Bu yüzden gönül ilk gençlik çağlarındaki aşkıyla daha sonraki yıllardaki aşkını aynı şekilde yaşayamaz. Philippe takıntılısı dışında tabi. *** BÖLÜM 5 Philippe bir aşkla sevilmedi. Odile’inki sadece yüksek bir ilgiydi. Neden evlendiklerini çok düşündüm, bir yanıt bulamadım. İkisinin de aile merakı olmadığını yaşam ve zevk anlayışlarından görüyorsunuz. Fakat Isabell’in neden evlendiği çok açık. Kadın zaten bağlılıkla büyütülmüş, dünya zevklerine yahut içgüdülerine düşkün olmayan, hayvani yanlarından ziyade insani yanlarını besleyen biri. Kadının kitabında, kalp kırmak yok. Diğerleri zaten kitapsızdı. Buradaki sıkıntı şuydu, Philippe ona öyle bir geldi ki, hiç gitmeyecekmiş gibi. Öyle bir ilgi gösterdi ki, hiç bitmeyecekmiş gibi. Ona, öyle bir vakit ayırdı ki, bir daha bekarkenki Philippe olmaz ve de bir daha daldan dala konmazmış gibi. Bu kendini de insafı da bilmeyen Philippe, Isabell'i kendisine inandırıp, aşık etti. Ama o kadar doymaz iştahlı biri ki, onu bir tek açlık dizginlerdi. İşte bu yüzden o, onun gönlünü aç bırakan kadınlara düşkündü. Kim ki onu sever, ona bağlanır Philippe oradan uzaklaşır ve doyuranı da suçlardı. Isabelle, kendi için, Philippe için kocasına bu kadar açılmamalı, gizemli davranmalı, kocasının yaptığı gibi farklı insanlarla sohbet etmeli ama asla başka türlü münasebetler kurmamalıydı. %100 güvenilir olun ama bunu karşınızdakinin bilmesine gerek yok. Çünkü sen eşref-i mahluksun Isabell, aksi türlü zaten hareket edemezdin. Phillippe ne istediğini bu kadar bilmezken, o daha fazla kadına zarar vermesin diye de yapmalıydı bunu, kendi kalbi daha fazla yorulmasın diye de. Adam aklına karpuz kabuğu kaçmasını seviyorsa, ortada sevgi pıtırcığı gibi dolanman seni daha değerli kılmazdı, kılmadı. Hayat bir stratejidir. Temiz bir niyetle bazı şeyleri gizlemekten zarar çıkmaz. Philippe’in günlük tarzı bir defteri vardı. Oraya Odile’le ilgili ve diğer düşünceleriyle ilgili her şeyi not almış ve bunu Isabell’e okuması için vermişti. Sevdiğiniz adamın neyi kıskandığını, ne tür zevkleri olduğunu biliyorsunuz, aklından geçeni, onu neyin harekete geçirdiğini biliyorsunuz. Üstelik siz bir yosma değilsiniz. Derdiniz onu avlamak, birkaç zaman takılıp ayrılmak değil, onunla düşlediğiniz bir hayat var. Ne yapardınız? Isabell sevilmeyi arzulayıp, kendini sevilmeye terk etmeyen bir kadın olmayı seçti. Odile’e olan saplantılı ve kuruntulu aşktan sonra, adam onu unutturacak denli güçlü bir aşka düşmeliydi ki, bu aşk uzun sürsün. Isabell bu aşkta bir kartal olması gerekirken; sakin, sessiz, minik bir serçe olmayı seçti. Bir kanadıyla adamı neye uğradığını şaşırtması gerekirken, cik cik serçe olmak! Kartal karnını kendisi doyurur, serçe de başkalarının verdiği kırıntılara muhtaç yaşar. Philippe’in ciğerinde Odile’den kalma büyük bir iz vardı. Philippe, Odile’den sonra başka kadınlara ilgi, arzu, sevgi duysa da artık Odile’den sonraki Philippe’ti. Onun Amazon kadını, ona kök söktüren, şuh, çapkın, asla kendisinden emin olunmayacak kadındı. Isabell bu özelliklerde olamazdı belki ama en azından Philippe’in onu kıskandığı o biricik zamanları, akıllı bir kadın olarak koruyabilseydi, inanın her şey o kadar elindeydi ki, yapabilirdi, biz Philippe ve Isabell aşkını konuşuyor olurduk. Ama Isabell bana göre asil olmayı değil, aptal olmayı seçti. Kaçınız, kocanızı başka kadınlara gitmesi için teşvik edersiniz? Bu zavallı, pasif kadın bunu yaptı. Bu kader değil ahmaklık. Yeni bir yosmayla, Odile’in bir türevi ile karşılaşan Philippe çok sürmedi, bu kez de Solange’a tutuldu, tabi sadece Solange değil, ne isimler geldi geçti. Her defasında kocasını onlara yönlendiren Isabell’in şu cümleleri bana tüfeği alıp bu serçeyi indirme hakkı doğuruyor: ‘’Sevgilim, ben sizin çok değerli kadınlara yakıştığınızı düşünüyorum, sonra da güzel, ama sıradan kadıncıklara bağlandığınızı görüyorum.’’ Phillipe uzun bir yolculuğa çıkar ve karısına ilgisi son derece tazedir. Çünkü karısının özgüven kazandığını, çeşitli ahbaplar edindiğini, hür hareket edebildiğini görür. Fakat Isabell’in arkadaşlığı gerçek manadadır. Yani av-avcı ilişkisi değil. Kitap için alışık olmadığımız bir şey, olağan sohbet. İşte o an Philippe kıskanır. Meraklanır. Hep karısıyla olmak, onunla gezmek, sohbet etmek ister. Açık açık falanca filanca kişiyle görüşme der. Kıskanır, gözü döner. Bizimki napar? Bu nice zamandır beklediği ilgi kucağına düşmüşken, huzuru kendisinden alır, kocasına verir. O da gider başka yosma bulur. Bu arada hamile ve kocasının sevgilisinden merhamet bekliyor serçe. ''Bari'', diyor ''şu dönemde kocamı bana bıraksaydı, ne olurdu?'' Üstelik kocasına ''Git, onu göresin geldi sevgilim, burada yanımda durup ne yapacaksın, hem havan değişir. Seviyorsun onu.'' diyen de kendisi. Zaten kültürleri de bir tuhaf olduğu için, burada Philippe’in yediği boynuzlardan başım ağrıdığı yetmezmiş gibi bir de Isabell yüzünden havale geçirdik. *** BÖLÜM 6 EVLİLİK… İnsan birbirini hayat arkadaşı görmeli. Bunların imzalı olarak takıldıkları kişiler birbirleri için sirk maymunu gibiydi. Yani onları eğlendirdiğiniz kadar varsınız. İlk bakış açısı Odile perspektifinden: Kitap, evliliğin sadece aşk ile yapılmayacağını onun iki evliliği üzerinden net bir şekilde anlatmış. Bunu herkes okuyarak görmeli. İkinci bakış açısı birincisiyle paralel gelişiyor: Evlilik, sadece eğlence değil; dostluk, sevgi, anlayış ve vefa üzerine kurulmalıdır. Gönlü okşayan her eli öpmememiz gerektiği Philippe’in evlilikleri üzerinden çok detaylı bir şekilde anlatılmış. İnsan hayattan beklentilerini şekillendirirken, kimi zaman gerçeklerden fazla uzaklaşıyor. Fakat gerçekler kalbimize kazık gibi girmeden, insanlara taşıyamayacakları bir anlam yüklememeyi öğrenmek zorundayız. Yoksa kalbimiz bir kurşun gibi ağırlaşır. Her çiçekten bal alıp, iğnesiyle yola devam edenleri görünce, onlardan merhamet dilenmemeli, kendimizi onların merhametine bırakmamalıyız. Hissettiğimiz duyguların bir kısmını kendimize saklamayı bilmeliyiz. Eğer bir çiçek, size gülümsesin, ışığıyla yüzünüzü gönlünüzü aydınlatsın istiyorsanız, ona gereğinden fazla su vermemelisiniz. Bunun adı cömertlik ya da saf sevgi değildir. Bu, Philippe’te olduğu gibi bir kalbi çürütmektir. Bir kadının Isabell kadar zavallı olmasını da, Odile ya da Solange gibi yosma olmasını da kabul etmiyorum. Bir erkeğin bu kadar pis nefisli ve kendini bilmez olmasını, bu kadar kadın düşkünü olmasını da kabul etmiyorum. İnsanı hayvanlardan ayıran özellikler varken, her mevsimi bahar görmeyi kabul etmiyorum. Biz eşref-i mahluk olmayı seçmeliyiz. Çünkü haz odaklı yaşamak, bedbahtlığı getirir. İnsan adaletli ve insan olursa, hayat herkes için daha huzurlu olur. Çoğumuz hayatı kendi bireysel dünyamız zannediyoruz. Oysa ki hepimiz birbirimize görünmez zincirlerle bağlıyız. O yüzden lütfen kelebek etkisini göz ardı etmeyin. Evren çok ilginçtir. Neyi yansıtırsak (topal karıncanın getirdiği adalet misali) eninde sonunda bize yansıttığımızın karşılığını verir. Ya yaşadıklarınızla daha kötü biri olur, kalbiniz soğusun diye başkalarına acı çektirirsiniz ya da eşref-i mahluka uygun bir şekilde empati yapar, aynı acılara başka insanların düşmesine engel olursunuz. İnsan sevdiğine aşk cilvesi aşk oyunları yapar ama seveni oyuncak etmez. Sevin, sevilin, sevginin en yücesine layık olun. Aile olmayı başarabilenler bu dünyanın en güçlü insanlarıdır ve onları ne top ne tüfek yıkar. Eğer bizler birbirimize sırtımızı yaslayabilirsek korkusuzca, kalbimiz huzur bulacaktır. Huzur için sevgiler, selamlar.
İklimler
İklimlerAndre Maurois · Helikopter Yayınları · 20082,779 okunma
··
2,189 views
Beyza okurunun profil resmi
Bu inceleme bir hayat dersi yahu. Muntazammm^_^ Büyük emeğin yanında koca bir yüreğin kaleminden çıkması ayrı iz bırakıyor . (: Sorduğun sorularla zihnimize şimşekler çakıldı, var olasın abliş. ''Hayat arkadaşı demek bana göre bir insanın yâri, sırdaşı, en yakın arkadaşı, en çok da dostu olmak demek. İki insan birbirinin dostu olmazsa, ilgileri güzelliğe ve içgüdüye dayalı kalırsa, ömrün biten bir şey olduğunu göz ardı ederlerse, sadece heveslerle bu hayatın yaşanmayacağını anlamazlarsa, ne olur?'' gökteki binlerce yıldız kadar yıldızladım bu cümleyi. ^.^ Kitabı okuma isteğim de arttı. Emeğine, yüreğine sağlık can çiçeği ablam *-*
K. okurunun profil resmi
Beyza bu kitap bende çok derin bir iz bıraktı. Rüzgar Gibi Geçti'den sonra ilk kez bu denli düşündüm sanırım. :) Değerli yorumun için teşekkür ederim canım, çiçeğim benim. ;)
Lavinia okurunun profil resmi
Biraz önce kitabı sipariş verdim ve incelemelere bakmak istedim. Korkularım vardı ağır gelirmiş gibi hissediyordum, çeviri ile ilgili de bazı yorumlar korkutmuştu beni açıkcası ama yorumunuz fikrimi o kadar değiştirdi ki bir an önce gelsin ve başlayayım istiyorum. Emeğinize sağlık 🙏🏻
K. okurunun profil resmi
Umarım keyifle okursunuz, benim için iyi ki okudum dediklerimden. Sevgiler. 🌿
Melpomene okurunun profil resmi
Evlilik, ahlak ve aile ilişkileri üzerine gerçekten düşündüren ve başarılı duygu tasvirlerinin olduğu bir kitap. Okurken yer yer dellendiğim kısımlar oldu gerçi ama olsun. 👍
Hüseyin T. okurunun profil resmi
Peter Greenaway'in "Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı" isimli çok güzel bir filmi var, eleştirinin başlığı o filmi anımsattı. Sanırım konu da ilişkili.
K. okurunun profil resmi
Değişen rollerin kitabı da diyebiliriz.
15 öğeden 11 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.