Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ZAMANIMIZIN DİSTOPİK TARİHİ
Zaman her şey, insan hiçbir şeydir, insan olsa olsa zamanın enkazıdır' Marks. Sizce de öyle değil mi ? Son günlerde ne çok kullanır olduk bazı sözcükleri. Ve üzerine de hiç düşünmeden yoğunlaşmadan, etimolojisine bakıp düşünmeden, öylesine mırıldansak da dilimize pelesenk oldu bazıları. Elbet ilk sırada korona… Giderek tüm dünyaya yayılan bir salgın. Bir virüs… Ne zaman biteceği hiç belli olmayan bir maskeli baloya dönüşen hayatlarımızı darmadağın ederken, bir çoğumuzu evlerin duvarlarına hapseden, bazılarımızı ise hastane odalarına. Tüm dünyayı tüm insanlığı esir alarak tabiatın yasaları karşısında son model teknolojileri ve tıp bilimini çaresiz bırakan... Nefes almanın, sokağa çıkmış olmanın, sınırlarda dolaşmanın ve sınırları aşındırmanın bedelini ise çok ağır ödeten. Koskoca bir medeniyeti hastane odalarına sürükleyen… Daha önceden ise sadece filmlerde ve romanlarda görebildiğimiz bir felaketin ta kendisi… İnsanın tabiat karşısındaki acımasızlığına meydan okuyan, her türlü ekolojik yıkımın, insan merkezli bir dünyanın sonucu distopik bir felaket… Sıklıkla telaffuz ettiğimiz bir sözcük daha: Distopya… Bir gürültüyle indi raflardan. yeryüzü şangır şungur... Henüz bilinmeyenleri değil, bildiğimiz halde üzerinde çok durmadığımız, basıp geçtiğimiz ve kendimizle yüzleşmeyip sürekli belirsiz bir geleceğe ertelediğimiz ve derin bir konsensusla ve bir muvazaa kültürünün gereği olarak kolektif bilinçaltımıza ortak hafızamızın kuyularına süpürdüğümüz gerçekleri bu günden ve başka başka yollardan gözümüze gözümüze sokan distopya. Hoş geldin… Dün, bugün ve yarının diyalektiğine indirilen darbe tabiat karşısındaki cinayetlerimizi ile yüzümüze yüzümüze vuran… Peki daha başka neydi distopya. Birçoğumuzun okumadığı halde adını her yerlerde sayıkladığı Camus’un Veba’sı. Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk’ından daha başka neydi…Huxley’ in Cesur Yeni Dünya’sı, Zamyatin ‘in Biz’i, Nabakov’un Bend Sinister’i, Koestler’in Gün Ortasında Karanlık’ı ,Stanly Kubrik’in Otomatik Portakal’ı , Platonov’un Çukur’u, George Orwel’in 1984’ü , Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451’i, bir karşı ütopya olarak da görebileceğimiz , Ursula K. Leguin’in, J.G. Balard’ın romanlarında rastladığımız, distopyanın başka yollarla dile gelişi değil mi…? Evrende öngörülemeyen olayların durumların ve daha çok da facianın ve felaketlerin haberciliğinden başka daha çok da insanın elinden çıkma bir ekolojik felaket, insanın insana uyguladığı ve giderek meşrulaşan, totalitarizme faşizme, dönüşen iktidarlar da bir distopya değil miydi…? Kendini yeryüzünün tek egemeni sayıp gezegeni tüm canlılara dar eden aynı zamanda insanın insana, insanın tabiata yaptığı kötülüklerin yıkımların çetelesi distopya... Gezegendeki konformist, steril, yüksek güvenlikli no-frost, kurşun geçirmez ve akıllı hayatlarınızın başka türlü bir akılla bileşkesi distopya…. Modern hayatlarınızın kadrajına girmeyenler, negatif alanda kalanlar… Kör noktada olup bitenlerin tanıklığı distopya… Tarihte hep kötü bir gelecek tasarımı olarak algılana gelmiş bir kavram. Kötülüklerin ve felaketlerin manzumesi olarak algılanmış… Oysa asıl kötülüklerin kaynağı nerededir unutmayalım. Daha ilk sınır çizilmeden, herkesin bir yaşama alanı iken yeryüzü, kimsenin kimse üzerinde bir toprak parçası ve bir çakıl taşı yüzünden cinayetler işlemediği, kimsenin bir başkasının iktidarı sürsün diye kendini feda edip birbirini öldürmediği, adına savaş denen ve sınırların korunması için işlenen cinayetlerin yaygınlaşmadığı bir dünya kimin felaketi… Kimin için felaket...? Oysa… Zamanla… “Zamanın her şey ,insanın hiç bir şey -olduğu ve hatta -insanın olsa olsa zamanın enkazı” olduğu günlere… Sonrası hem tabiatın, hem tabiattaki tüm canlıların ve hatta kendi kendinin enkazı olan insan… Önceleri kendi dışındaki canlılara dar etti yeryüzünü. Sonra tabiatla girdiği savaşta hep kendi konformist, pragmatist emelleri için tabiatın kaynaklarını sadece kendi türünün devamı için çarçur ederek tüketmeye, yok etmeye başlayan ve tabiatın görünmez güçleri karşısında nefessiz, çaresiz kalan yaratık… Ve bir sözcük daha girdi hayatlarımıza pandemi ve pandemik… Gezegenin her yerinde görülmeye başlayan, hızla yayılan ve uzun süren salgın hastalıkların adı… Covit19 olarak da adlandırılan corona virüs de onlardan biri… Bir de endemik var. Bugünlerde onu hiç dile getirmiyoruz. Sözlükte endemik olarak da karşılığı bulunmakta.“Bulunduğu bölgenin ekolojik şartları yüzünden yalnızca belirli bölgede yaşayan/yetişen, dünyanın başka yerinde yaşama/yetişme ihtimali olmayan, yöreye özgü hayvan/bitki türüdür. latince endemos kelimesinden gelir ve ‘yerli’ anlamında kullanılmaktadır” Pandemik olanın esiri olan bir gezegende yaşıyoruz. ve hızla da yayılıyor bu durum. Oysa unuttuğumuz bir şey vardı… Oysa tüm bu yaşadıklarımız her ne kadar iktidarların biyopolitik savaşı olarak açıklansa da, endemik olanı, tabiata ait olanı unuttuğumuz, ona yaşama alanı tanımadığımızın bir sonucu değil mi…? sırada ne mi var…? ne çok tehlike...! ne çok risk…! Hepimiz tehlikedeyiz diyordu Pasolini. Oysa, daha önce parantezi açık bırakmıştı Lautreamont: ''Sonsuzluğun öteki saatlerinde de bu böyle sürüp gidiyordu….'' Deleuze’un, yaşamıyoruz. Yaşamın sadece bir biçimini sürdürüyoruz dediği şey belki de bu. Zamanın enkazı olan yaratıklar olarak bizler için hayat , zamanda, mutlak bir şimdide nefes alıp verme davranışı mı...? Ölümden nasıl korunacağımızın tedirginliği kaygısı ve ince hesapları içinde… Zaman mı...? Mekan mı…? İnsan mı…? Önce hangisini unutacak, önce hangisini yitireceğiz…? Zamanı öldürüp mekanın önüne atmak ve ateşe vermek mekanı. Elbet bu da bir tercih. Zamanın ve mekanın kölesi olmamak için ikisini birden yakmak… Ve o ateşle ısınmak. Ve o yangının küllerinden doğan bir anka ile yeni bir yolculuğa hazırlanmak… Tercihlerimizden biri de bu… Katledilmiş zamanlar… Ve zamanda bir yolculuk. Hepimizin Gogol’un ''Palto''sundan çıktığımız bir yalan. Çok eski bir yalan. Hepimiz google’ın çöplüğünde eşinip duran tabiat karşısında hükmünü yitirilmiş, aciz, ölümlü yaratıklarız.. Hepimizin google’ın izin verdiği sürece ve birbirine bir mesaj aralığında yaşadığı, aralığı da sanal patronların belirlediği, google’ın herkese yeni mesafeler koyduğu, tam mesafeler kapandı kapanacak derken google’ın aramıza yeni mesafeler koyduğu, mesafeler çukurundan çıkmaya çalışan aciz yaratıklarız… Kimse özgürüm demesin… !!! “Akan zaman değil mesafelerdir” diyen şairimiz ne çok haklı çıktı değil mi…? 1966 yılında papirüs dergisinde yayımlanan (şiir ) bir Cemal Süreya şiiri... Bir maskeli baloda yaşadığımız günleri, çıkmazlarımızı, kırılmalarımızı, o günlerden yazıyordu.. işte bu yüzdendir ki şiir iktidarların kutsal kitaplarından, “devlet”inden ve her yerden kovulsa da, esir alınamıyor hala. Çünkü şiir yeryüzünün son umudu …
··
52 görüntüleme
OkuryazaR okurunun profil resmi
Hangi “yer”yüzü nasibini almadı ki fiilin içerdiği korkunç açlıktan. Yüzümüze vuran “egemen” değilsin sözü çileden çıkarmadı ki bizi. Var olmayı sahip olmaya indirgeyeli beri kim “kul” olmadı kuyum’un tatlı yüzüne. Ölçmek için seçeli beri kim tapmadı “para” ya ve ya metaya. Arının yokluğunu es geçip metanın yokluğuna takılalı çok oldu insanlık. Pırlanta elmas dedik de “taş”a var edemedik “ihtiyaç”ın gerçeğini. Oysa iki delik arasında varlığımız. Biri yemek biri de çıkarmak için. Tek gereken biraz sıcak biraz güvenlik. Ortaya çıkansa ölçemediğimiz gerçeklik. Eyvallah kafanı şişirdim. Kusura bakma.
GIORDANO BRUNO okurunun profil resmi
hep şişir hep ol !
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.