Gönderi

224 syf.
·
Puan vermedi
Bir yerde; “Fakat onca feryadıma rağmen ona bir türlü anlatamadım. Anlamak istemedi…” Bu cümleler bana sık kullanılan Mevlana’nın bir sözü hatırlattı: “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır!” .Sen ne yaparsan yap, ne söylersen söyle; karşı taraf kendini, algısını, anlayışını kapattı mı faydası yok. () Bir bölümde; “Çok küçük yaşta tanıdım zamanı. Henüz küçücük bir çocukken büyüklerim kolumu ısırıp ‘Bak koluna saat yaptık’ derlerdi. Canım acımasına rağmen çok hoşuma giderdi ve anlamsız şekilde gülücükler atardım. Ve daha ilginci kendi kolumu ısırıp arkadaşlarıma, ‘Bakın koluma saat yaptım’ derken hepsine hava attığımı zannederdim. Keyifli de olurdu…” paragrafını okuyunca kendi çocukluğuma gittim, sanki beni, bizi anlatıyordu. Ama küçük bir fark var; sonrasında ben büyüklerimden azar işitirdim, çünkü cildim çok beyaz ve alerjik, ısırdığım yer morarır, kabarır ve iz günlerce geçmezdi. () Yazarımız bir yerde zaman kavramı ve mücadelesini anlatırken: “ Bak ya! Hep böyle oluyor zaten. Ne zaman ciddi bir şey yazayım desem bir yerde konu mutlaka sana geliyor…” demiş. Buda bana eski bir diziyi hatırlattı, çok güldüm. Bir dönemin fenomen dizisi “Bir Demet Tiyatro”da Tirbuşon da her lafı, her konuyu dönüp dolaştırıp sevgilisi Füreyya’ya getiriyordu. Bir bölümde zamanla ilgili yazı var ve “Peki sizin zamanınız nerede durdu?” diye sorulmuş. Benim cevabım anında “Babam öldüğünde!” oldu. Sonrasında ise “ Eğer bu soruya pat diye cevap verebildi iseniz siz muhtemelen bir gün bir yerde ‘kalan’ olmuşsunuz demektir” diyor. Bu durumda kesinlikle doğru. Babam cennetine gitti, ben bu dünyada onsuz ‘kalan’ oldum. () Aşk acısı gibi gözükse de çok keyifli yazılmış; aşkını övüyor mu, dövüyor mu belli değil. Tepelere çıkarırken yerin dibine sokuyor; yedi kat yerin dibinden alıp baş tacı yapıyor. Eskilerin dediği gibi “eserekli” bir aşık. Aşkın iniş çıkışlarını yaşıyor ama terk edilmiş. Bu ayrılığın, aşk acısının sebebi ne? Aşkın daha yaşanmamışlıkları mı, yoksa terk edilmişliğin gurur kırıklığı mı? Peki ya gitmeseydi ne olurdu? Bu kadar kıymetli olur muydu? Özlenir, sevilir miydi? Bu kadar kırgınlıktan, acıdan sonra dönse ne olacak? Her şey kaldığı yerden aynı devam edebilir mi? Bence aynı olmaz. Çatlak, kırık bardaktan su içilebilir mi? Aşk, terk ediliş, gideni bekleyiş sözleri bana bir zamanların ünlü dizi sözlerini hatırlattı ( hep dizi diyorum ama dikkat ederseniz hepsi eski yenilerden haberim yok çünkü çok uzun süredir dizi daha doğrusu belgesel dışında TV izlemiyorum ). İki kişi birbirini severse; o, sevgi olur... Biri kaçar öbürü kovalarsa; o, aşk olur... İkisi de sever fakat kavuşamazlar ise; o efsane olur... Son hikaye tam benlikti, en keyifle okuduğum bölüm oldu ( yanlış anlamasın tamamı rahat okunan, keyifli bir kitaptı). Bir aşk hikayesi olarak başlayıp, intikam hikayesine dönüştü. İnsanların acılarından keyif aldığımı zannetmeyin, keyifli olan intikam almaya çalışmak. Şimdiye kadar alınmış bir intikam yok. Yüzde yüz başarılı olmuş bir intikam planı yok. İntikam almaya çalışırken aynen ata sözünde ki gibi olur: “ Ava giden avlanır”. İntikam alacağım diye çabalamak, planlar yapmak, bence boşa kürek çekmektir. O yüzden bu başarısız intikam hikayeleri bana yüzde yüz haklı olmanın gururunu yaşatır, haklı olmanın keyfini verir.
Yağmur Kokum
Yağmur KokumEmre Karataş · Trend Yayınevi · 2014108 okunma
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.