Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Metafizik Dünyasının Hak Yolcusu ‘’Necip Fazıl’’
İdrakini davasına adamış, hakkı bulmak için metafizik dünyada körebe oynayan bir adam… Bunalımlar ,arayışlar,yönelişler ve bin bir çile içinde ‘ben ve ötesin’ i arayan bir umman… Bir duygunun, idrakin, benliğin içinde kayboluşların, kendini buluşların, kendinden hakka yönelişlerin resmini çizmekte ne kadar muvaffakiyet sağlayabilirsek Necip Fazıl’ın da bu yolculuğunu o düzeydeki bir isabetle kelimelerle anlatma şansına sahip olabiliriz. İşte Necip Fazıl bu daire içinde değerlendirilecek bir fikir denizidir.O’nu anlamak veya en azından onu anlamaya hizmet etmek üzere atılan ipin ucundan bir nebze tutmayı başarabilmek için onun yaşayışının fikirlerinin ve hayat mücadelesinin kaynağı olan metafizik dünyasına eğiliyoruz. Şahsiyetler ve devirler birbirleriyle ayrılmaz bir bütündür. Her devir kendini ifade edebilecek bir şahsiyeti bünyesinden çıkarmıştır. Milli Mücadele devri Mehmet Akif’i ; bir milletin özünü, tarihini arayış devri Yahya Kemal’i ; insanin özünü, hayatının ve yaratılışının anlamını ve Yaratan’ını bulma çabası da Necip Fazıl’ı kendi devirlerinin sözcüleri olarak yoğurmuştur.İşte bu yoğruluş süreci bir heykeltıraşın kayaya şekil vermesi gibi Necip Fazıl’ın zihinsel haritalarının çizilmesi safhalarında adeta bir hocalık görevi üstlenmiştir. O , dönemin bunalımlarını görmüş olma ve insanların sorunlarını yakından idrak etme;tüm bunları zihnine not etme imkanına sahip olma itibariyle devrin kendisine hocalık ettiği bir şahsiyettir.Tüm bu yönleriyle N. Fazıl ilerde devrinin hocalığını yapacak ve milyonları peşinden koşturacak raddeye ulaşacaktır. Gelin bu safhaya ulaşmadaki merhalelerin köşe taşlarını hep birlikte döşeyelim. Tüm bu bocalayışlar ve arayışlar devrinde İstanbul’da ilköğrenimini tamamlayan N. Fazıl İstanbul’daki felsefe öğrenimini yarıda bırakarak Sorbon’da öğrenim görmeye başlamış ; ancak oradaki eğitimini de yarıda keserek İstanbul’a geri gelmiştir.Avrupa dönüşünde hercai , haşarı herkesin el üstünde tuttuğu müstesna şairken, rahatlık denizi içinde yüzerken , o devrin insanlarının bocalamalarına tanık olmuş, bu derdi ve arayışı çözüme kavuşturmayı rahatını ve şöhretini kaybetmek pahasına kendisine ilke edinmiştir. Bu aşamadan sonra ‘Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak’ deme cesaretini göstererek, tersine akan bir nehrin önüne geçmeyi ve bu nehri yoluna koymayı kendisine ilke edinmeyi gerektirecek bir fikir ve zihin ‘muhasebe’ sinin içine girmiştir. İşte N. Fazıl’ın yolculuğu tam bu noktada başlar yani derde talip olup ‘Kim var’ denildiğinde arkasına bile bakmadan ‘ Ben varım’ dediği vakit… Bundan sonra her rahatı elinin teriyle iten N. Fazıl Avrupalıların entelektüel-kriz diye adlandırdıkları bir sürece girmiştir. ‘Dalganın boyu denizin enginliğiyle doğru orantılıdır’ düsturuna paralel olarak N. Fazıl derin metafizik denizlerine dalarak hak incisini bulma yoluna girmiştir: Aylarca gezindim yıkık ve şaşkın Benliğim bir kazan ve aklım kepçe Deliler köyünden bir menzil aşkın Her fikir beynimde bir çift kelepçe dörtlüğündeki esrara vakıf olacak şekilde metafiziksel yani madde ötesindeki manalar denizini arayışa koyulan N Fazıl, kendi deyimiyle kafasını patlatacak hale gelinceye kadar düşünmüştür: Ben artık ne şairim ne fıkra muharriri Sadece beyni zonk zonk sızlayanlardan biri Bakmayın tozduğuma meşhur Babıali’de Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide İşte tüm bunların yanında bir dert daha çalar kapıyı.O’nun derdi yüklenmesini talep edecek şekilde.., Aşk! Gerçek aşka ulaşma yolculuğun anahtarı, mecazi aşktan geçer dedikleri mecnun-vari bir şekilde… Kim bilir büyük bir aşka ve derde bir hazırlanış vesilesidir tüm bu duraklar … Mecnun, Leyla vaslıyla çöle düşüp aşklar aşkını bulmamış mıydı? İşte N. Fazıl’ın ‘Nokta’ adını verdiği, bir türlü ulaşamadığı sevdiğinin yaşattığı arayışlı ve bunalımlı gecelerden sonra sevdiğine şöyle dediğini duyarız: ‘Artık siz benim için lüzumsuz bir şeysiniz! Size erişememenin kırıklığı içinde asıl erişilmesi gerekilenin kim olduğunu dehşetle görüyorum. Siz bana istediğimi veremezsiniz. Siz bir hayal, bir gölge, bir benzeyiş, bir remzden (simge) ibaretsiniz. Siz mutlak yokluğunuz içinde karşıma mutlak varlığı çıkardınız’ diyen N. Fazıl: Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar Geçti istemem artık gelmeni Yokluğunda buldum seni Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar diyecek şekilde kararlı bir üslüpla bu mecnun-vari yolculuğa son noktayı koymuş ve her şeyin künhünü dibini aratan belanın pençesine bir merhale daha aşmış bir şekilde tekrar düçar olmuştur. Tüm bu arayışlar ve bunalımlar içerisinde Eyüp’te bulunan ‘Tanrıkulu’ adını verdiği mürşide giden N. Fazıl hastalığının ilacını bu zatta bulur.O’nun ‘Buraya sık sık geliniz,sohbet sizi açar.Bu derdin ilacı ziyaret ve sohbettir’ diyen tavsiyeleri karşısında ‘Artık katiyyetle inanmıştım ki çocukluğumdan beri gördüğüm renklerin, işittiğim seslerin ötesinde belirtiler çaktığına şahit olduğum ‘gizli hayatın’ anahtarı bu zatın ellerinde ve pasaparolası onun dudaklarında’ diyerek metafiziksel buhranının çözümünün mürşidinde olduğuna inanmış ve onu kendisinin bu buhrandan kurtulmasında bir vesile olarak görmüştür. Yeryüzünde yalnız benim serseri Yeryüzünde yalnız ben derbederim Herkesin dünyada varsa bir yeri Ben de ‘bütün dünya benimdir derim’ diyecek şekilde gerçeğe ulaşma yolunda serserileşen, tüm dünyayı ve kaldırımları kendi yurdu yapan N.Fazıl tüm bu bocalamaların ve arayışları sonunda şu sonuca ulaşmıştır: Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış Marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış Artık sanatının neyin uğruna kullanacağının idrakine varmış bir zihin berraklığıyla, metafizik buhrandan sıyrılarak bu dertler yolculuğunda edindiği tecrübelerini ‘Şiirlerimde ve nesrimde Allah ve O’nun Kuran’ı, O’nun peygamber ışığı ile gönderdiği muhteşem ilahi mesajı şerh etmeye çalışmışımdır ’cümlesindeki manaya hizmet edecek şekilde, sanatının bu kutsal dava yolunda kullanmayı kendine amaç edindiğini bizzat dile getirmiştir. Tüm bu metafiziksel yolculuğun sonunda, artık eserlerinde inancının, edindiği tecrübelerin toplum düzeyinde zeminini hazırlamak , onun kültürünü, irfanını vermeyi sonra da aksiyonuna geçmeyi amaçlayan N. Fazıl’ın bundan sonraki çalışmalarının ve eserlerinin kokusu ve sağlamlığı bize tüm zorluklara rağmen narin yapısına nispet kışın karların arasından açan kardelen çiçeğinin hikayesini hatırlatmıyor mu, Ne dersiniz? ( Necip Fazıl Kısakürek’ e dair köşe yazımız.) @____muallim_bey
·
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.