Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Eskilere uzanan kişisel bir notla başlamak istiyorum: Üniversite yıllarından bu yana sinema, akademik/entelektüel uğraşlarımı doğrudan olmasa da dolaylı olarak beslemiştir. Bu dünyada beni en çok etkileyen isimlerden biri Istvan Szabo’dur. Szabo’nun eserleri arasında Mephisto ve Taking Sides (Taraf Tutmak), II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş bağlamında araştıran ve sanat-siyaset ilişkisi üzerine düşünmeyi seven benim gibi biri için gerçek bir ilham kaynağı oldu. Özellikle Taking Sides, bende genel olarak sanatın ve entelektüelin siyasetle ilişkisi, özel olarak da Soğuk Savaş-kültür ilişkisine dair hiç yitirmediğim bir ilgi uyandırdı. Ek olarak okumayı çok sevdiğim aydın biyografileri ve otobiyografilerini saymam gerekir. Okurken başlarına gelenler nedeniyle yer yer dehşete düştüğüm Niyazi Berkes ve Sertellerin anıları; Behice Boran’ın, Mehmet Ali Aybar’ın hayatı ve çalışmaları üzerine yapılan önemli araştırmalar bunlardan sadece bazıları. Öyle ki, son derece çetin mücadelelerden geçen ve yaşadıklarıyla beni derinden etkileyen bu aydın kuşağına duyduğum minneti bu vesileyle ifade etmem gerekir. Tezimi yazdığım sırada büyük bir keyifle okuduğum, sık sık kapatıldığı için farklı isimlerle çıkan Marko paşa’lar, mücadeleci aydının her koşulda zekâ ve mizahla neleri başarabildiğini göstermesi bakımından adeta büyüleyiciydi. Dönemin ana akım ve İslamcı-milliyetçi yayınlarını okuduktan sonra elime geçen, ne yazık ki sadece birkaç sayılık bir ömrü olabilen Zincirli Hürriyet’in sayfalarını çevirdiğimde karşıma çıkan siyasi cesaret hayranlık vericiydi. Türkiye’den saydığım isimlere ek olarak Avrupa’dan bir entelektüelin; Jean Paul Sartre’ın zeki ve kararlı Soğuk Savaş mücadelesinin beni özellikle etkilediğini belirtmem lazım. Çalışmamda yukarıda sözünü ettiğim esin kaynaklarının her birine ya da Soğuk Savaş mücadelelerine bir bütün olarak hakkını verebildiğimi söyleyemem. Birincisi, yaptığım araştırma yalnızca kısmen bunlarla ilgili olduğu için. İkincisi, çalışmam dar bir konuyu, dar bir dönem içerisinde ele aldığı için. Bu çalışma 1950’ler Türkiye’sinde fikir hayatının ve dolaylı olarak ideolojiler alanının Soğuk Savaş, Amerikan etkisi ve antikomünizmle ilişkilenme biçimlerini ele alıyor. Ancak saydığım isimlerin ve çalışmaların hepsi beni derinden etkilemiş ve perspektifime adeta nüfuz etmiştir. Onlara değinmeksizin bu çalışmanın oluşum kaynaklarını okuyucuya aktarabileceğimi hiç düşünmedim. Öte yandan, erken Soğuk Savaş döneminden başlayarak Türkiye’de hâkim entelektüel çevre ve düşünce akımlarının, Türkiye’nin yönetici sınıflarının Soğuk Savaş tercihleriyle uyuşma düzeyi beni her zaman şaşırtmıştır. Her daim “bağımsızlık” kaygısıyla anılan Kemalist aydınların, Batı karşıtlığı atfedilen İslamcıların, Türkiye’nin Soğuk Savaş’ın ilk yıllarından itibaren ABD’yle içli dışlı olması karşısında gösterdikleri rahatlık, Türkiye’de ideolojilere ve o ideolojilerin taşıyıcısı aydınlara yönelik yaygın varsayımların yüzeyselliğine de işaret ediyor. Araştırma merakımı besleyen noktalardan biri bu yüzeyselliği fark etmek oldu. Bir diğer nokta ise Türkiye’de siyasi ideolojik alanda antikomünizmin tuttuğu kritik yerdir. Henüz Türkiye’de antikomünizmin ideolojik kökleri ya da tarihi konusunda kapsamlı bir çalışma yapılmış değil. Böylesi önemli bir konunun bugüne kadar ihmal edilmiş olması da beni bu konuya bir giriş yapmaya sevk etti. Bütün bu gözlemler, sorular ya da merak uyandırıcı çelişkiler, hayatımın her aşamasında ve her alanında beni eleştiren ve yönlendiren hocalarım olmasaydı meyve veremezdi. Bu açıdan sevgili hocalarım Ahmet Demirel’e, Büşra Ersanlı’ya, Günay Göksu Özdoğan’a ve Sema Erder’e çok şey borçluyum. Aynı zamanda tez danışmanım olan Ahmet Hoca’nın çalışkanlığı, Büşra Hoca’nın, “Hiç o yönden bakmamıştım,” dedirten soruları, Günay Hoca’nın her daim güvendiğim ve imrendiğim analitik düşünme yeteneği ve Sema Hoca’nın insana araştırma yapmayı sevdiren akademisyenliği; hepsi bana çok şey kattı. Bu nedenle onlara ne kadar çok teşekkür etsem de duyduğum minneti ifade edemem. Yoğunluğuna rağmen altı ayda bir düzenlenen tez izleme jürilerine aksatmadan katılan, beni ilgiyle dinleyen ve değerli önerilerde bulunan Fulya Atacan’a; jürimde yer alma nezaketini gösteren, çok değer verdiğim Zeynep Güler’e de çok teşekkür ederim. Her ne kadar doktora çalışmama doğrudan katkıları olmasa da lisans ve yüksek lisans derecelerimi aldığım Boğaziçi Üniversitesi’ndeki hocalarıma da teşekkür etmek istiyorum. Yukarıda düştüğüm kişisel nottan da anlaşılıyordur; sorgulamak, araştırmak, yazmak bir birikimle mümkün oluyor. Bu birikimin her bir evresi benim için büyük değer taşıyor. Bu açıdan, henüz bir lisans öğrencisiyken aldığım siyaset teorisi dersleriyle bana feyiz veren, ampirik sosyal bilim ekolünün boğucu belirlenimindeki öğretim programında bize nefes aldıran Zeynep Gambetti’nin katkısını anmadan geçemeyeceğim. Borçlu olmak deyince aklıma sadece hocalarım gelmiyor; kurumlar ve o kurumlarla özdeşleyen güzel insanlar da ayrı ayrı teşekkür edilmeyi hak ediyor. Burada ne yazık ki her birini tek tek anamayacağım ama Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi’nin iki güzel emekçisi Seyfi Berk ve Kamber Yılmaz’a ne kadar teşekkür etsem azdır. Araştırma yapmayı kolaylaştıran yaklaşımlarıyla kütüphaneyi benim gibiler için adeta bir eve dönüştürdüler. Elinizdeki kitabı karıştırırken göreceğiniz gibi, tek başına çalışmanın bel kemiğini oluşturmasa da yurtdışındaki arşivlerde bulduğum belgeler araştırmamı tek boyutlu olmaktan çıkardı, zenginleştirdi. Beni misafir araştırmacı olarak kabul ederek ABD’de araştırma yapmamı mümkün kılan George Washington Üniversitesi’ne teşekkür borçluyum. Maryland’daki The National Archives ve New York’taki Rockefeller Arşiv Merkezi çalışanları her aşamada işimi kolaylaştırdı. Bu kurumlara ve çalışanlarına araştırma yapmamı olanaklı kıldıkları için teşekkür etmek istiyorum. Yıllara yayılan her araştırmada olduğu gibi, bu çalışmada da yol alırken pek çok insandan yardım ve destek aldım. Bana birkaç kez evlerini açarak yüce gönüllülük gösteren Gökçe-Zafer Baykal çiftine, Swing’de içtiğimiz kahvelerle Washington DC günlerimi güzelleştiren Dilek Özceylan’a varlıkları için teşekkür ediyorum. Doktora çalışmalarımız boyunca neredeyse her aşamayı birlikte yaşadığımız canım arkadaşlarım Sezgi Durgun ve Ayşem Biriz Karaçay’a sahip olduğum için çok şanslıyım. Hayatta en büyük şansım ise çok güzel bir ailem olmasıdır. Kardeşlerime, anne babama beni ben yaptıkları için teşekkür etmem gerekiyor. Mahir’im dünyamıza, hayatımıza hoş geldi. O geldiğinden beri daha mutlu, daha umutluyuz. Hayat arkadaşları sevginin, derdin, tasanın ortağıdır. Turan’a teşekkür etmek bile haksızlık gibi geliyor; hayatta başardığım her şey biraz da onun ürünü... Söylememe gerek bile yok; her kitap gibi bu da hem kolektif bir ürün hem de kişisel bir yolculuk. Bütün çabama rağmen çalışmanın farkında olduğum eksiklikleri nedeniyle içim hiçbir zaman tam anlamıyla rahat olmayacak. Bu eksiklerin ve farkında olmadan yaptığım hataların tüm sorumluluğu elbette bana ait.
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.