Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

169 syf.
·
Puan vermedi
GECE GÜZELLİĞİ & ONUR CAYMAZ
Onur Caymaz 1977 İstanbul doğumlu, elektronik-bilgisayar öğretmenliği mezunu, edebiyat dünyasına ise şiir ile adım atmış bir isim. Şiire olan sevdası, aynı semtte oturdukları Attila İlhan ile başlamış. Hiç tanışmadan, konuşmadan, peşine takılır, saatlerce arkasında dolanırmış Attila İlhan'ın, hatta bütün arkadaşları dedesi zannedermiş, o derece Sanıyorum bu küçücük çocuğun büyüyüp yıllar sonra, o taparcasına sevdiği adam adına verilen bir ödüle layık bulunması da eşsiz bir gurur olmuştur kendisi için... Öykü ve şiirleri Varlık, Adam Sanat, Adam Öykü, Sarnıç ve Notos dergilerinde yayımlanırken, söyleşi, makale ve denemeleri Virgül, Express, Öküz, Radikal ve Cumhuriyet gibi mecraalarda yer bulmuş. Şu anda Aydınlık gazetesinde aktif olarak yazmaya devam eden yazarın, kurucusu olduğu Akademi Nar adında bir de okur-yazarlık atölyesi mevcut. Kendisini "Şiirli öyküler yazan adam" olarak niteleyen Caymaz'ın edebiyatın her türüne hakim olduğunu, aldığı ödüllerden görmekteyiz. 1999- Hayalperistanbul - Gençlik Kitabevi Öykü Ödülü 2000- Kâh ve Rengi- Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü 2002 - Nokta - Haldun Taner Öykü Ödülü İkinciliği 2005- Bak Hâlâ Çok Güzelsin - Behçet Aysan Şiir Ödülü 2006 - Sanki Yarın Nisan - Naim Tirali Öykü Ödülü 2011 - Pervaneyle Yaren - Bedri Rahmi Eyüboğlu Şiir Ödülü 2017 - Sıfır - Attila İlhan Roman Ödülü Gece Güzelliği, içeriğinde kimisi kısa kimisi uzun 16 öykü barındıran, toplamda 172 sayfadan ibaret bir eser. *Küçük İkramlar *Rakı Mavisi *Gazino *Eau de Cologne *Açık Bir Pencere *Sonuna Kadar Saklanacak *Üvey *Mahallenin Delisi *Fındıklı Parkı'nda Sıradan Bir Akşam *Kanser *Üçüncü Sayfa *Kız Kaçıran *Dul Oteli *Uyanıp Uzakları *Anahtar Kelime *Gece Güzelliği Tüm öykülerine yoğun bir içtenlik ve özlem yerleştiren Caymaz, başta babası olmak üzere, kendine üstad bellediği birçok isme, satır aralarında "boynunun borcu" mahiyetinde yer vermiş. Ve bunu şöyle açıklamış: "Yazı, biraz da ödeşmek için yazılmıyor mu?" Kim bu üstadlar derseniz, mesela Reşat Nuri, Refik Halit Karay, Sezai Karakoç, Yakup Kadri, Şükufe Nihal, Turgut Uyar,Ahmed Arif, Yunus Emre, Nazım Hikmet, Sait Faik, Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Barış Manço.... Öykülerinin edebi anlamda tahlil edilmesinden hoşlanmadığını, yazarın "Fındıklı Parkı'nda Sıradan Bir Akşam" adlı öyküsünde, aralara serpiştirdiği cümlelerden bizzat anlıyorum ve naçizane bir okur olarak, bu sebeple susma hakkımı kullanıyorum : "Hikayeyi okuyan eleştirmen, yazdıklarımı küçük insanların yaşamından kesitler bağlamında yorumlayacak: Yazar burada sıcak, içten anlatımıyla küçük insanları..." "Bu hikayeyi okuduktan sonra, göndermelerle örülü postmodern bir metin yorumunda bulunacaktır eleştirmen..." Her öyküye ayrı ayrı değinemeyeceğim için, kitabın açılış öyküsü hakkında birkaç cümle sarfetmek istiyorum. "Küçük İkramlar", Boğaz'a nazır bir yalıda yaşayan eski ve köklü İstanbullu bir ailenin, antika ve bilimum değerli eşyalarının, evlerine gelen bir tüccara satılmasını konu alıyor.Yalı, hep duyduğumuz, hep hayalimizde canlandırdığımız tipik Osmanlı yalısı. Haminneler, pikaplar, tamburlar, kadife perdeler, sırma işlemeli örtüler, ceviz büfeler, porselenler , zümrütler, nane likörleri, saba taksimleri gibi kavramlar ustaca yedirilmiş metine. Eşyalara talip olan tüccar ise, gerçekten isminin hakkını veriyor. Pek işinin ehli sayılmayan, (ya da düzen gereği tam işinin erbabı da denilebilir) kadir kıymet bilmeyen, gözünü para hırsı bürümüş, tam bir hesap dünyası adamıdır. Bakınız ev sahibi ile arasında geçen diyaloga: "-Epeyce eskimiş villanız... -Villa değil efendim, yalı burası yalı! -Haa...Balkondan denize tükürebiliyorsan yalıdır. Gülüyor, kahkahalar...Fakat kimse gülmeyince, susuyor hemen." Eau de Cologne öyküsünde ise, yazarın çok erken yaşta kaybettiği babasından ilham aldığını görüyoruz. Başlı başına otobiyografik özellikle taşıyan bir öykü. Babasının kullandığı traş kolonyasını ve kokusunu yıllar sonra anımsayan bir gencin ağzından okuyoruz öyküyü. Ve okurken, Sezai Karakoç'un Balkon şiirine yapılan güzellemenin güzelliğini hemen farkediyoruz: "Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların Anneler anneler elleri balkonların demirinde İçimde ve evlerde balkon Bir tabut kadar yer tutar Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen Şezlongunuza uzanın ölü. " Dizelerine imza atan Karakoç'a bir nevi cevap veriyor Caymaz: "Yaz günüymüş, can sıkıntısı; arkadaşlarım uykudaymış, balkondaymışım .Balkon ,çocukluğun intiharıdır." Farkındayım çok uzatmışım yine. Neyse uzatması benden, okuması sizden olsun efendim. Yazar gerçekten donanımlı, dolu dolu bir kişilik ve bunu kalemine yansıttığı da yadsınamaz bir gerçek. Birkaç da alıntı bırakarak, herkese sağlıklı günler diliyorum. *Sait Faik, hiçbir şey fazla değil, derdi bu insanlar için; söylenip duruyor bizimki: Ulan en küçük iyilik bile fazla ulan bu insanlara, yaşasaydı Faik, altmış sene önceki gibi düşünür müydü acaba? *Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim sözünü boşa dememiş o her konuda çok şey söylemiş, çokbilmiş atalar. Madem öyle beyinsizle birliktesin , sen de beyinsizsin. Acıma yok ! *Cebime para koymadığı olmamıştı babamın... Eczacıya sordum:Şu sarı kutu, şu, ne kadar acaba? Dokuz lira, dedi. Nedir ki dokuz lira;son param. Eau de Cologne. Aldım. Kapıya çıktım. Açtım paketi. Cam şişeye dokundu parmaklarım. Babam öldüğünde büyüktüm yeterince. Misafir kadınlara kolonya dökme görevi kardeşimindi.Büyüme sırası onundu şimdi. Güzelce döktüm ellerime; oradan yüzüme, alnıma. Kokusu... Babam oldum sonra... *Kahve deyince duracaksınız; kırk yıl hatırı olan başka şey var mı şu alemde. Şukufe'nin çocukluğunda kahve, padişaha özel, ayrı cezvede pişirilir, bir bardak suyla ikram edilirmiş. Padişah hazretleri, içmeden önce fincanın üzerindeki o koyu kahverengi köpüğe parmağını değdirir, o kahveli parmağını da su dolu bardağa sokarmış. Su mavi renk alıyorsa fena; kahve zehirli demekmiş zira. Su neden azizmiş, düşünün tekrar… O günlerden kalma bu alışkanlık, gel zaman git zaman sızıvermiş hayatımıza. Yıllardır kahvenin yanında, hafif soğuk olması kaydıyla hep su getirilir. Çoğunluk bilmez; aslında o su, kahveden önce ağız çalkalamak içindir, kahveden sonra içmek için değil. Sevdiği şeyin tadı, mümkün olduğunca çok kalmalıdır insanın ağzında. Hem mazinin güzel insanları, o bardaktaki suyun tamamını da içmezmiş. Azlığın, yetinişin insanıymış onlar. *Milyarlık ceket giyen eşekler, pahalı telefonlarına kontör alamayıp oraya buraya çağrı gönderen iletişim manyakları, karton bardakta poşet çaya onca para dökenler, Alev kusan ejderhalar gibi oraya buraya su fışkırtan fıskiyeleri aptalca izleyip duranlar...Kenarları muhakkak kekik kırmızıbiberle süslenmiş kocaman çukur tabaklarda iki liraya mal edilmiş yirmi liralık afili salatalar, her yerde ama her yerde kameralar dev ekranlarında kocaman, aptal, bloktan akvaryumlar gösteren televizyonlar, şakır şukur bilgisayarlar, sonra seferberlik zamanındaki asker trenlerini hatırlatan sıra sıra ATM'ler...
Gece Güzelliği
Gece GüzelliğiOnur Caymaz · Kırmızı Kedi Yayınları · 201447 okunma
·
195 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.