Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

180 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
yakupgok.blogspot.com "Yoğun koşturmalar içerisinde eve gittiğimde Fâtıma'nın yüzüne baktığım andan itibaren bütün dertlerimi unutuyorum." Hz. Ali ‘’Eğer Allah seni bana yazmışsa benden kaçışın yok! Lakin kader seni benden almışsa ağlamaya lüzum yok.’’ Sezai Karakoç ‘’Allah sana evlen dedi. Boyundan büyük işlere bulaş, gösteriş yap, riya yap, herkes nasıl yapıyorsa aynısını yap, israfa kapı aç, Allah'ı memnun etme adına gayretin olacağına insanları memnun etme adına gayret et, kazancının kat kat fazlasını borç al!" demedi ki. Ayağını yorganına göre uzat, riyaya bulaşma, imkanlar nispetinde bir şeyler yap, Allah'ı bu işe kefil tut! Bak bakalım Allah sana yardım ediyor mu etmiyor mu? Bu anlamda nikah berekettir. Böyle bir bereket bolluk getirir.’’ (Evlilik Ahlakı, Muhammed Emin Yıldırım) EVLİLİK AHLAKI MUHAMMED EMİN YILDIRIM SİYER YAYINLARI 180 SAYFA 6. BASKI: NİSAN 2020, İSTANBUL TAKDİR Evliliğin sadece bir erkekle bir kadının bir araya gelmesinden ibaret olmadığını, dinin temellerini inşa ettiği, veciz bir şekilde anlatılmış. Maddeler halinde bilgi verildikten sonra hemen peşinden açıklama yapılması bilginin kalıcılığını ve konunun anlaşılmasını sağlamış. Hocamızın mütevazılığını taktir etmeliyiz; bugün insanlara yüksekten bakan, geçmişteki alimlere kafa tutan ve onlara hakaret eden tiplerle karşılaşmaktayız; ilim öğrenirken belli usullere tabi olmanın önemi bu iki hoca karakteri arasındaki uçurumla ortaya çıkmaktadır. Bilgi, insanın cehaletini, enaniyetini arttırıp insanı esfeli safilin olarak cehenneme de götürebilir; doğru şekilde kullanılarak ahsen-i takvimde yaratılan insanın cennetül alaya da götürebilir. Bu konuya girmişken şunları da hemen söylemeliyiz ki, geçmiş değerleri olduğu gibi muhafaza edeceğiz diye içtihat kurumunu donuklaştırmakta ifrat, tefritin bir diğer koludur. Biz bu konuda da mutedil olmak zorundayız. Ne geçmiş değerlerimizi hiçe sayıp -şımarık misafir çocuğu havasında- had bilmez bir tavır sergilemeli; ne de aşırı muhafazakâr bir tutum sergilemek suretiyle dini, hayatın merkezinden çıkaran bir tutum sergilemeliyiz. TENKİT Kitap en başta, konferansların kitap haline getirildiğinin bilgilendirmesini yaparak kendini bu minvalde eleştirilere kapatmış ama şu hususa değinmekte fayda var; bazı ayetler sohbet esnasında söylenmiş ama üzerinde durulmadan geçilmiş, bunların kitap yazımı esnasında tanzim edilmesi daha isabetli olabilirdi; bu bakımdan bir eksiklikten söz edebiliriz. ‘’14 asırdır Müslümanların aklına gelmeyen meseleler, bizim meselelerimiz olmuş ve biz bunları kurcalıyoruz. Kurcaladıkça da altında kalıyoruz…’’ (a.g.e. s. 142) ‘’…Allah böyle emir buyurdu ve beyan etti. İş bitmiştir. Biz kimsenin kalbini zorla bir şeye ikna etmek zorunda değiliz. Bu sorular sorulmaya başlayınca sonu gelmiyor…’’ (a.g.e. 144) Bu dönemde pozitivizm aktiftir. Böyle soruların sorulması normaldir. Bize düşen dinimizin izin verdiği haddi aşmadan, elimizden geldiğince bu soruların cevaplarını bulmaya çalışmaktır. Kelam ilminin ortaya çıkışı böyle olmuştur. Bediüzzaman’ın iman ilminde derinleşmesi, çalışmalarını bu minvalde yapması ihtiyaca binaen olmuştur. Problemin varlığıyla şikâyet etmekten ziyade, çözüm arayışı içerisinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Alanında uzmanlaşmış eserler tüm tahayyüllere rağmen konunun dışına çıkmadan sadece ilk andaki düşünce sabitesine bağlı kalınarak yazılan eserlerdir. Evlilik ve kader konusu gerçekten bağlantılıdır ama okuyucunun ana konudan uzaklaşmasına sebep olacak derecede bir kader anlatımı eserin kalitesini düşürecektir. Sayfa 161-177 asıl konudan uzaklaşıldığını görüyoruz. TEKLİF ‘’Modernleşmeyle birlikte toplumlarda evirildiler. Türkiye laikliğin getirmiş olduğu dinsizliğe karşı sentezleyici bir tutum sergiledi. Ne geçmişten aldığı dini kültürü kenara bırakabilip tam anlamıyla dinsiz olabildi, ne de devletin her kademesinden çıkarılan dini değerler karşısında dinini tam anlamıyla muhafaza edebildi. Bugün toplum incelendiğinde görülecektir ki; televizyon, sosyal medya gibi unsurlar halkı cinsel yönden sürekli tetiklemekte , dini kurallar ise sürekli bunların yanlış olduğunu hatırlatmaktadır. Bunun sonucunda da ‘’iki derede bir arada kalmış insan modeli’’ ortaya çıkmaktadır. Bugün, muhafazakâr bir aile de yetişen bir çocuk dini değerleriyle barışık değildir, dinin cevaz verdiği fetvaları en uç sınırlara kadar kullanmaktadır. Aydın olarak kendini tasvip eden seküler değerler taşıyan ailelerde ise, çocuk yaştan itibaren dini duygudan yoksun bırakılarak yetiştirilmiş olmanın verdiği bir hedonist yaşam tarzı hakimdir; burada da dini değerlerini henüz yitirmemiş insanlarla çatışma durumu söz konusudur. Bunun sonucunda da genel olarak toplumun iki zıt kutba ayrıldığını görüyoruz.’’ Durum böyleyken bazı ayet ve hadislerin ilk bakışta yanlış anlaşılma ve yorumlanması tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Kur’an 1400 yıl önceki muhataplarını dikkate alarak onların çevresindeki bilinen olaylardan misaller getirerek öğütler vermiştir. Kur’an’da asr-ı saadet ashabının anlayabileceği bir anlatım vardır. Mesajın, muhatabını şekillendirmesi de ancak bu yolla olabilmektedir zaten. Kur’an’ın sosyolojik çevresel etkenleri göz önünde bulunduran üslubu bizlere örnek teşkil etmelidir. İnsanların dinden uzaklaşmasına sebep olacak bir anlatım tarzı benimsemek bizleri vebal altında bırakacaktır. Hemen burada şöyle bir savunma yapılmaktadır: ‘’iyide Kur’an-ı Kerim’de kafire kafir, münafığa münafık sarih bir şekilde denilmekteyken; yumuşak bir tavır sergilemek yanlış olmaz mı?’’ Günümüzde yukarda bahsettiğimiz unsurlardan ötürü çok farklı bir çağ yaşanmaktadır. Bu sebeple insanların zihni, sorularla ve ön yargılarla doludur. Müslüman bir ailede doğanlar bile, ilerleyen dönemlerde dine karşı şüphe duymaktadır. Durum böyleyken insanların damarına dokunacak tarzda bir anlatım tarzı benimsemek, Kur’an’ın üslubuyla zıt bir tutum sergilemek olacaktır. Kur’an bulunduğu toplumun şartlarını üst düzey seviyede dikkate alarak İlahi Mesajını sunmuştur. Biz Müslüman tebliğcilerin ilk görevi, insanların içinde bulundukları durumu tespit etmek ve bu minvalde çözümler üretmek olacaktır diye düşünüyorum. Bu önerimi delillendirmek için birkaç rivayeti iktibas yapacak olursak: Peygamber Efendimiz herkese seviyesine göre tebliğ yapardı: 1. Tümdengelim (bütün-parça-bütün ilişkisi) ilkesi Asr-ı Saâdet: Peygamber Efendimiz konuları öğretirken adım adım ilerler en genel bilgilerden yola çıkarak özel alanlara yönelirdi. Muaz Bin Cebel (r.a.)’ı Yemen’e gönderen Peygamber Efendimiz, onu şöyle uyarmıştır: “Sen ehl-i kitap olan bir topluluğa gidiyorsun. Onlara önce Allah’ın birliğinden, Ondan başka ilah olmadığından, Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü oluşundan bahset. Bunu anlat. Eğer bunu kabul ederlerse beş vakit namazı anlat, onu öğret. Şayet bunu da kabul eder ve uygulamaya başlarlarsa bu defa zekâtı anlat.” İslam’ın öğretim mantığında tümdengelim tekniği kabul edilerek önce temel kabul edilen imani bilgiler, arkasından ibadet, daha sonra da dini hükümler anlatılmıştır. Günümüz: Öğrenme konuları ana başlıklarda (bütünden) alt başlıklara (parçaya) ayrılarak öğretme ilkesine dayalı bir öğretim usulü ve tekniğidir. 2. Kişiye özel eğitim Asr-ı Saâdet: Peygamber Efendimiz Mekke’de “Darü’l- Erkam”, Medine’de de “Ashabı Suffe” olarak karşımıza çıkan eğitim yuvalarında bireye özgü eğitim modelini uygulamıştır. Yetenekli ve farklı gördüğü çocukları özel olarak eğitmiştir. Ashabı Suffe’de yetişen Ebu Hureyre Hazretlerinin muhteşem bir hafızası vardı. Ashabı Suffe’de almış olduğu eğitim ile beş binden fazla hadis rivayet etmiştir. Peygamber Efendimiz karşısındakileri tanıma hususunda benzersizdir. Muhatabının yeteneklerini keşfedip onların hazır bulunuşluk durumlarını öğrendikten sonra eğitime başlamıştır. Çünkü karşınızdaki muhatabı tanımadan yapacağınız faaliyet hiçbir fayda sağlamayacaktır. Yine Peygamber Efendimiz “Biz peygamberler insanlara akılarına göre konuşmakla emir olunduk’’ buyurmuştur. Günümüz: Her bireyin farklı bir öğrenme tarzına sahip olduğunu savunan günümüz eğitim sistemiyle kişilerin, ilgi alan ve yetenekleri doğrultusunda eğitim almalarını hedeflenmektedir. 3. Bilinenden – bilinmeyene öğretim ilkesi Asr-ı Saâdet: Ebû Hureyre (ra)’den naklen: “Benî Fezâre kabilesinden bir adam Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e gelerek ‘Karım siyah bir oğlan doğurdu.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘Senin develerin var mı?’ diye sordu. Adam ‘Evet’ cevabını verdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘Renkleri nedir?’ diye sordu. Adam ‘kırmızı’ cevabını verdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘İçlerinde boz renklileri var mı?’ diye sordu. Adam ‘Hakikaten içlerinde boz renklileri var.’ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘Peki bu onlara nereden geldi?’ diye sordu. Adam ‘Belki damar çekmiştir.’ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘Bu da belki damar çekmiştir.’ buyurdular.” Peygamber Efendimiz bir bedeviyi eğitirken onun anlayabileceği, dilde anlatarak bilinen bir vakadan yola çıkarak bilinmeyen bir olayı muhteşem bir şekilde ifade etmiştir. Günümüz: Öğrenme-öğretme sürecinde yeni öğretilecek bilgi ve becerilerin daha önce öğrenilen bilgi ve becerilerden yola çıkılarak öğretilmesidir. Böylece öğrencinin hazır bulunuşluk düzeyi dikkate alınır ve sağlam bir alt yapı oluşturulur. Bu yöntem sayesinde bilgiler arasında bağlantı güçlendirilerek daha iyi bir öğrenme sağlanmış olur. KİTAPTAN ÇIKARILACAK DERSLER: HER DOĞRU HER YERDE SÖYLENİR Mİ? Maatteessüf, koca koca hocaların hangi ortamda hangi sözün söyleneceğini ayarlayamadığını görüyoruz. Sosyolojik etkenler göz önünde bulundurulmadan yapılan konuşmaların hiçbir tesirinin olmayacağı tam tersine yeni düşmanlar peyda edeceğini bilmeliyiz. Günümüzde internet ortamı her kesimden insanın bir arada kaynaşabileceği, birbiriyle iletişim kurabileceği imkân sağlamaktadır. Mamafih, bu ortamın kullanılması konusunda yeterli bilincin gösterilmesi verimliliği açısından önem arz etmektedir. İslam’a karşı zihni ön yargılarla doldurulmuş insanların yanına gidip, İslamiyet’in yakin varken zail anlatılmaz kuralını unutup, bağnaz bir şekilde din anlatmak, ayet anlatmak, hadis anlatmak; İslam’a hizmet ediyormuş gibi gözüküp aslında İslamiyet’e zarar vermekten, düşman peyda etmekten başka bir şey değildir. Maalesef günümüzde bu dengenin tutturulamadığını görmekteyiz. Nice kaliteli hocalarımız çevresel faktörlerin etkisinden kurtulamayıp, muhataplarına karşı anlayışsız bir tutum sergilemekte ve İslam’a kazandırılacak insanları göz göre göre kaybetmektedirler. Oysaki İslam, ‘’zorlaştırmayın, kolaylaştırın’’ ‘’nefret ettirmeyin, sevdirin’’ diyerek bizlere İslam’a davet hususunda önemli düsturlar vermektedir. NİŞAN DEMEK, ASLA NİKAH DEMEK DEĞİLDİR! ‘’Nefse fetva vermek’’ suretiyle birçok dindar kesimin dahi bu konuda ihmalkarlığının olduğunu görmekteyiz, bu çok acı vericidir. Evlenmeden önce yapılan hudut tanımaz görüşmeler gelecekte hudut tanımaz evlilikleri doğurmaktadır. İslam’ın insanların hayatını tanzim etme yetkisini, nefse fetva vermek suretiyle kenara koymak; gelecekte de ‘’ne olsa daha önce bu sınırları çiğnedik, hiçbir şey olmadı ki zaten’’ diyerek İslam’dan uzak bir evlilik dermeyan etmekte, bunun sonucunda da daha başlamadan biten evlilikler meydana getirmektedir. Düğünlerimizde aynı böyle değil mi? Zaten bir kere evleniyoruz diyerek haramların peş peşe iştirak ettiği düğün gecelerine kim nasıl fetva veriyor? İnsanlarımız nefsin mahiyetini tanımadıkları için, haramın sadece yapıldığı anı kapsadıklarını zannediyorlar. Nefis bir kere yolunu bulduğu zaman insanın peşini bırakır mı? Bununla birlikte maatteessüf ifrat, tefrit çizgisinin bu konuda da tutturulamadığını görmekteyiz. Bazı insanlar, dindar olduklarını beyan ettikleri veya çevre tarafından çok din olarak tasvir edildiklerini düşündükleri için düğünlerini de cenaze merasimi havasında yapıyorlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) düğünlerin neşe içerisinde, insanların hoşnut olduğu günler olarak geçmesini bizlere öğütlüyor. Bugün hep insanların gözüne aşırı çağdaş olmak problemmiş gibi tahayyül ettiriliyor, oysaki aşırı bağnaz tutum sergilemekte aynı şeydir. Hatta çoğu zaman ifrat ve tefrit arasında doğru orantılı bir ilişkinin olduğunu görüyoruz. İnsanlar geçmişten gelen değerlerini muhafaza etmek için aşırı ifrat çağdaş tutumlara cephe almıştı, bunu hepimiz zamanında çok iyi tecrübe ettik. Aynı şekilde günümüzde aşırı tefrit muhafazakâr tutum sergilemekte, aşırı çağdaş tutumun kendini tehlikede görmesine ve değişmeyip kendi sabitelerinin içerisinde hayat yaşamaları sebep olmaktadır. Dinimiz aslında çok güzel, insan fıtratına kusursuz uyumlu bir din ama insanlarımız bazı sebeplerle dinlerini istismar ettiklerinden safi huzurlarını kaybediyorlar. İfrat, tefrit çizgisinin tutturulması o kadar önemli ki bu konu birçok ayet ve hadis-i şerifte belirtilmiş, bunlardan birkaçını örnek verecek olursak: 1. (İfrat ve tefritten uzak durun.) [Buhari] 2. (Aşırı giden helak olur.) [Müslim] 3. (İşlerin en iyisi vasat olanıdır.) [Deylemi, Beyheki] 4. (Din kolaylıktır. Vasattan ayrılıp aşırı gideni din mağlup eder.) [Nesai] 5. (İfrat ve tefritten uzak dur, vasatı tercih et; çünkü işlerin en hayırlısı orta olanıdır.) [Beyheki] 6. (Zenginlikte, fakirlikte orta yolu güzel tutmayan, kullukta da orta yolu güzel tutamaz.) [Bezzar] 7. (Doğru yolda olun, orta yolu tutun!) [Buharî] 8. (Her hususta orta yolu tutmak, peygamberliğin yirmi beşte bir parçasıdır.) [Tirmizi] 9. (Orta yolu tutun, istikametten ayrılmayın!) [Müslim] 10. (İlim amelden efdaldir. Amelin efdali de, orta yolda olmaktır. Allahü teâlânın dini ifrat ve tefrit arasındadır. İkisinin ortası sıratı müstakim, yani doğru yoldur.) [Beyhekî] 11. (Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143] KENARA KOYULAN İSLAM DAVALARI ‘’Mücahit beye bir de mücahide gerek. Kız, erkeğin dava noktasında hassasiyetini biliyor ama evlendikten sonra ikide bir telefon açarak: ‘’Gel, babamın dişi ağrıyor, annemin eline iğne battı, kardeşim hapşırdı…’’ gibi şeyler söylemek suretiyle en basit meseleleri büyüterek eşini meşgul ediyor. İşte denklik dediğimiz hususiyete dikkat edip bunların hepsinin konuşulması gerekir.’’ (A.g.e. s. 39) Bu konu evliliklerde aşırı önem arz etmektedir. Nice mücahitlerin evlendikten sonra davalarını kenara koyduklarını maatteessüf görmekteyiz. (Ne dava adamları ama!) Bir dava adamı kolay yetişmiyor, İslam Alemi bugün hiç olmadığı kadar bilinçli Müslümanlara ihtiyaç duymaktadır. Evlendikten sonra İslam davası kenara koyulacaksa burada nasıl bir hayırdan söz edebiliriz. ÇOCUKCA DUYGULAR ÜZERİNE KURULAN EVLİLİKLER Günümüzde televizyon dizileri ve diğer anâsırların etkisiyle, maatteessüf gençlerimizin çocuksu hayallerle karşı cinsle iletişime geçtiklerini görüyoruz. İki tarafta sadece dış görünüşleri mikyasa alarak değerlendirmeye tabi tutuyor ve gelecekte derin yaralar açacak problemleri görmezden geliyorlar. Bunun sonucunda da daha işin başında sağlam temeller üzerine inşa edilmemiş, en ufak sarsıntıda yıkılmayı bekleyen evliliklerin meydana geldiğini görüyoruz. (Konunun anlaşılması açısından sayfa 58 mutlaka okunmalı) NE OLDU BİZE BÖYLE? ‘’Modernleşen dünya, İslam dünyasını da modernleştiriyor. Ancak bizdeki modernleşme bir nitelik problemi yaşıyor.’’ Kenyalı âlim Ali Mazruî İslam dünyası geçmişte tüm dünyanın örnek aldığı imar faaliyetleri ortaya koymuştu. Endülüs bulunduğu dönemde çağın ilerisinden giderek Avrupa’da Rönesans’ı başlatmıştı. Endülüs’e gelen Avrupalı araştırmacılar şehrin nizamı karşısında hayran kalıyor, gittikleri yerlerde bunları uygulamaya çalışıyorlardı. Sadece imar konusunda değil, ilim konusunda da Avrupa’ya öncülük sağlıyordu. (Yeni bir fikir ortaya atmanın zorluğu, iddiayı ispatlamaktır.) Bu konuda delil olarak şu karineler verilebilir: 1. Arapçadan, İngilizceye geçen 4000 kelime. 2. Arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılan müthiş yer altı ve yer üstü sistemleri. 3. Avrupalı filozof olan Thomas Aquinas başta olmak üzere birçok filozofun Endülüs’te eğitim alarak, modern Avrupa’nın üniversitelerini inşa etmeleri. 4. Elhamra Sarayı, Kurtuba Ulu Cami gibi eserlerin inşasında kullanılan matematiksel orantılar. 5. Beyt’ül Hikme’de çevrilen Antik Yunan Felsefesinin İslam Filozofları tarafından geliştirilmesi ve muhafaza edilmesi; daha sonraları Avrupalı Hıristiyan Filozofların bunları kullanmak suretiyle Modern Avrupa’yı inşa etmeleri. Günümüze geldiğimizde ise Müslümanların İslam’dan uzaklaşmak suretiyle şehirlerini tam bir çarpık kentleşme şeklinde inşa ettiklerini görüyoruz. Eskiden İslam ülkelerine geldiği zaman büyülenen yabancılar, günümüzde elleriyle burunlarını tıkayarak Müslümanların sokaklarında dolaşmaya çalışmaktadır. Ne oldu bize böyle, nasıl oldu da dünyaya örnek bir medeniyetten, insanların tiksindiği bir cahiliyet toplumu haline geldik! İnsanların umarsızca dinimize girmelerini beklerken, sosyolojik etkenleri gözünde bulundurmazsak nasıl başarılı olabiliriz. Psikolojik olarak insanlar kendinden üstün olanı örnek alırlar. Hiç kimse başarısız olanı, aşağı olanı kendi normlarıyla değiştirmez. Biz Müslümanlar insanları dinimize davet ederken onlara ne sunuyoruz? Bizim sokaklarımıza bakıp nasıl Müslüman olmalarını bekliyoruz? İnsanların görünüşleri dinlerini yansıtmaz mı? İslam’ın nizama, intizama; temizliğe verdiği öneme rağmen İslamiyet’i temsil edememek nasıl bir vebaldir, biz Müslümanlar bunun hesabını nasıl vereceğiz! İnsanlar bizim yüzümüzden Müslüman olamazken bu durumu ahirette nasıl açıklayacağız? ‘’Bugün, Müslümanların İslam’a yapabilecekleri en büyük fayda, İslam’ı temsil etmediklerini insanlara duyurmaları olacaktır.’’ Biz kusurluyuz, biz İslam’ı temsil edemiyoruz ama İslam çok güzel ey insanlar! Diye bağırmalıyız, yoksa bunun vebalini ödeyemeyiz.
Evlilik Ahlakı
Evlilik AhlakıMuhammed Emin Yıldırım · Siyer Yayınları · 20194,298 okunma
·
315 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.