ÖLÜM!
Fiziksel bir buhranın acısının iç buhranların acılarına denk gelmesi, Ivan İlyiç’in ölümü!
Tolstoy’un başka eserlerini daha önce okuduğumdan bu eserde biraz farklı bi beklenti ile okumuş olacağım ki eserin sade ve düz bir anlatıma sahip olması beni şaşırtmıştı. Meğer yazar bu eserde, böyle bir anlatımın en iyi şeklinin örneğini sunuyormuş bizlere. Eser genel manada yazarın kendi tanımı ile sıradan bir yaşamın ölümle yüzleşmesini konu ediniyor. Sade ve açık bir dil. Bir yaşam bir ölüm çekişmesi. Yaşamak isteğinin sınırsızlığı ve ölümü kabullenememe. Her sabah uyandığımızda halıya gözlerimizi dikip bakarak sorguladığımız hayat hengamesi. Bir ölüm, bir yaşam. Kitap fiziksel bil hastalık üzerinden anlatmış olsada, yaşadığından değil güzel yaşayamadından intihara boyun eğmiş bir iç debelenmeyi aksettiriyor okura. Şahsen ben böyle hissettim.
Ölüm.. ölüm hepimizin kapısında ve yaşam hepimizden nice uzak. Yaşamın içerisindeki yerimizi tanımlarken kimsenin BEN YAŞAMIN TAM ORTASINDAYIM, İÇİNDEYİM demediği yaşamları sırtlanmış ilerlemeye çalışıyoruz. Ölüm, belki durak, belki bir başlangıç ve belki tamamen son. Ölüm hakkında söylenecek en gerçek şey ölümün gerçek olduğudur. Ivan İlyiç ölümün kıyısına vardığında yaşamın ne derece yalan olduğunu fark ediyor. Bu durumu Zeki Müren çok güzel özetlemiş ;
Ne sevincin ömrü varmış
Ne gün gören çok yaşarmış
Meğer hayat bir masalmış
Zevk-u safa yalan imiş
Kaçan fırsat elde kuşmuş
Herşey fani, hayat boşmuş
Mecnun, Kerem boşa coşmuş
Aşk ve vefa yalan imiş
Hani Harun malı nitmiş
Hani Lokman canı nitmiş
Hani Cengiz şanı nitmiş
Yalan dünya, yalan imiş..
Unutmayın! Hepimiz bir yaşam ve bir ölümden ibaretiz.