Gönderi

400 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 15 days
Öncelikle uçurtma avcısını okuyanlar bilirler o kitap insanın içinde bir sızı bırakır. Haksızlığın, şanssızlığın, samimiyetin, saf sevginin birleştiği bir sızı, bir tat. İşte çok benzerini bu kitapta da yaşadım. Kitabın konusu yasak bir aşkın nasıl bir aile dramına dönüştüğü. Ancak bu kitapta bence en son konuşulacak konu bahsi geçen “yasak aşk”. Çünkü çok daha fazlası var. Mesela çocuklar, mesela anne olmak, aile olmak, sevmek, değer vermek, adalet, haksızlık, çıkarlar, aşk, sınıf farklılıkları…Öncelikle size kabaca kitaptan bahsedip sonrasında önemli kahramanların psikolojik incelemelerini yapacağım. Kahveler hazırsa başlayalım. “Hepsi de yasalara karşı gelmişlerdi. Hepsi de yasak bölgeye adım atmışlardı. Kimin nasıl sevileceğini söyleyen yasalara hepsi aykırı davranmışlardı. Ve ne kadar sevileceğini söyleyen.” “Öyle bir zaman gelmişti ki dayılar baba, anneler sevgili olmuş, kuzenler ölmüş, cenaze törenleri yapılmıştı. Öyle bir zaman gelmişti ki, akla gelmez şeyler akla gelmiş, olanaksız şeyler gerçekleşmişti.” Kitap 1996 yılında tamamlanmış. 1997 yılında da Man Booker Ödülü’nü kazanmış. Hikaye Hindistanda geçiyor. Hindistanı orada yaşamış, büyümüş iliklerine kadar oraya ait olmuş bir kadının gözünden okuyoruz. Kültürünü özellikle oradaki kast sistemini (belli bir zamanda varolan) öyle güzel anlatmış ki okurken bu adaletsizliğe sinirlerinizin bozulacağını garanti ederim. Kullanılan dil gayet anlaşılır, şiirsel bir anlatım var. Kitapta rahatsız edebilecek tek bir nokta gözüme çarptı o da zaman geçişleri. Bir geçmiş, bir daha az geçmiş ve bir de şimdiki zaman arasında gidip gelinirken sınırlar çok belirsiz kaldığı için kafa karıştırabiliyor. Kitabın konusuna gelecek olursak… Kitapta bahsi geçen yasak aşk “paravan” olarak adlandırılan kast sisteminin en altında yer alan bir adamla sisteminin daha üstünde yer alan bir kadın arasında. Yasak aşkın bir tarafı olan kadın “Ammu” olarak geçiyor diğer taraftaki adam ise “küçük şeylerin tanrısı” bir diğer adı “Velutha”. Bende incelemenin devamında bu isimleri kullanacağım. Öncelikle size Ammu’yu tanıtmak isterim. Ammu… Zamanında bir adamla evleniyor Ancak bu aşk evliliği değil mantık evliliği oluyor. Ammu’nun ikizleri oluyor. Sonra evliliğinde başka dramlar yaşanıyor ve Ammu boşanıp “baba evine” geri dönüyor. Eve dönüyor dönmesine de içinde hayatını yaşayamadan yaşlanmış olduğunun verdiği acı kalıyor. Hayallerinin gerçekleşmediğini, bir yerde hayatın anlamını kaybettiğini görüyor. Hemde hayatı hiç farkında olmadan yaşanmış ve bitmiş. “ve hayatın kendisi için artık yaşanmış olduğunu midesinin ortasında soğuk soğuk hissediyordu.” “Bir fırsat verilmişti kendisine. Hata yapmıştı. Yanlış adamla evlenmişti.” Herkesin yaşadığı bir acısı, mutsuzluğu, umutsuzluğu vardır mutlaka. Herkesin de baş etme tarzı farklı. Ammu’nun tarzı ise bu acılarının hesabını çocuklarından sormak. Onlar olmasaydı sanki çok daha mutlu bir hayatının olacağını, hayatının geçip gitmesinin nedenini çocukları olarak görüp hayatının getirdiklerini taşıyamayarak kendisinin alması gereken sorumluluğu çocuklarına yüklüyor. Bir annenin bu olgunluğa gelememesi ne acı. Keşke anne olmadan önce bazı sınavlardan geçse diyorum insanlar. Çünkü bu ikizlerin başka şansı olmayacak. Anneleri ne öğretirse onu kabul edecekler ve dünyadaki koruyucuları olan annelerinin mutsuzluğunun sebebi olduklarını bilerek büyüyerek suçluluk hissedecekler. Kafanızda biraz daha netleşmesi için çok belirgin iki örnek vereceğim. Birincisi Sinemaya gidiyorlar ailecek ve Esta (ikizlerden kız olanın adı Rahel diğeri Esta) bir sebepten salondan çıkıyor ve salon çıkısındaki koltuklarda otururken “portakallıiçecek Limonluiçecek adam” (sinema salonunda içecek satan adam) tarafından istismara uğruyor. Elbette adam kimseye söylememesi konusunda tehdit ediyor. Esta bu yaşadıklarını kimseye anlatamıyor. NEDEN Mİ? ÇÜNKÜ ANNESİ TARAFINDAN DAHA AZ SEVİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR. Kimseye söyleyemiyor. Düşünebiliyor musunuz küçük bir çocuğun iğrenç görüntülerle hayatı boyunca kendini suçlu hissetmek zorunda kalıyor. İstismara uğramış çocuklarda en temel olan şey “ben kötü değilim karşı taraf kötü” çocuğun bunu algılamasıyla beraber artık bu travma hafifliyor ve tedavi olmaya başlıyor. Peki kimseyle konuşamayan çocuğa ne oluyor? Esta’dan yola çıkarak söyleyeyim size çok kötü, kabul edilemez biri olduğunu düşünüyor. Bu yüzden kimseye anlatamıyor ve o adamın onu bulamaması için eşyalarını toplayıp evden kaçmaya karar veriyor ve bahsi geçen çocuk yanılmıyorsam 8 yaşında. O yüzden bu noktada çocuklarımızın davranışlarını iyi gözlemlemek lazım. ne oldu? anlatamıyorsa anlatması için güvenli ortam yaratmak lazım. Her zaman çok sevileceğini çünkü kendisi olduğu için değerli olduğunu hissetmesi lazım. Kitapta çok güzel bir cümleyle özetleniyor benim de anlatmaya çalıştığım: “Bu danışman onları önüne oturtup herhangi bir biçimde şunu söyleyebilirdi: siz günah işlemediniz. Size karşı günah işlendi. Siz çocuktunuz. Elinizden bir şey gelmezdi. Siz kurbansınız suçlu değil.” Şöyle bir düşünsenize. Minicik bir çocuk neden bu yükü taşımak zorunda kalmasından daha kötü bir şey olabilir mi bilmiyorum. Bu olay yaşandıktan hemen sonra bir başka olay yaşanıyor. Kısaca ona da değinmek istiyorum. Rahel’in söylediği bir söz karşısında Ammu şunları söylüyor: “insanları incittiğinde neler olacağını biliyor musun? Dedi Ammu. İnsanları incitirsen seni daha az sevmeye başlarlar.” Cümlenin korkunçluğunu sizde fark ettiniz mi? Rahel uzun bir süre annesinin onu daha az sevmesinin verdiği acıyla günlerini geçiriyor. Ancak dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu altında yatan anlama bakın. Sen belirli koşulları sağlarsan sevilmeye değersin. Yoksa sevilmezsin. Seni sevmemi istiyorsan böyle davranmayacaksın. Bir insanın kişiliğinin en derin acısı. Bu çoğumuzda olan bir yaradır. Eksik bırakır. Yetişkinliğimizde bu eksikliği romantik ilişkilerde tamamlamaya çalışırız. Ama hiçbir zaman sevilmeye değer olduğumuza inanmayabiliriz. İşte minik bir söz bir davranışın sonuçları bunlar. Bir otobüs yolculuğundayken önümde oturan bir anne çocuğuna “eğer yaramazlık yaparsan gideceğim yalnız kalacaksın dedi” çocuk devam etti ve anne aşağıya indi. Çocuk ağlaya ağlaya yalvardı annesine. İçim sızladı. Bakın bu yanlış. Bunu yapmayın. Çocuğunuz koşulsuz bir sevgiyi hak ediyor. O her şeyiyle sevilmeli. O noktada sen bu şekilde davrandığın için oraya gidemeyeceğiz, eve dönüyoruz deseydi. Çocuğun anlayacağı şey annem beni bunu yaparsam sevmez değil, yaramazlık yaptığım için gidemedik olacaktı. Ve kitabın sonlarına doğru Ammu evlerinde yardımcı olarak çalışan sistemin en altında bulunan hiçbir hakka sahip olmayan “velutha” ile aşk yaşamaya başlıyor. Aşk dediğimiz aslında duygusal bir birliktelik değil. Sadece cinsel bir birliktelik. Bu biraz hayatını anlamlı kılma mücadelesi gibi geldi bana. Hayatı bitmişti. Ama veluthayla beraber yeniden başladı. Ama bu aşk ifşa oldu. “Belki her şeyin bir günde değişebileceği doğrudur. Birkaç saatin, koca bir ömrün gidişatını etkileyebileceği”. Bir anda herkesin hayatı değişti “küçük şeylerin tanrısı” öldü. Ammu çocuklarına bir yük daha ekledi. Hayatının böyle olmasının onların suçu olduğunu söyledi. İkizler bir şey bilmeden bu yükle hayatın ortasında kaldılar. Estha babasının yanına göndrildi. İkizler ayrıldı. Ammu evi terk etmek zorunda kaldı. Ammu öldüğünde Rahel onun için göz yaşı bile dökemedi. Bahsettmediğim daha bir çok konu var. Ben benim önem verdiğim şeylere değinmek istedim. İncelemenin başında da söylediğim gibi aslında “yasak aşk dramı değil” bence. Asıl mesele “annenin yaşattığı dram” olarak da düşünülebilir. Son cümleyle kapanışı yapmak istiyorum: “cezalandırılmayalım dememişlerdi. Suçlarına uygun cezalar olsun istemişlerdi.” Ama fazlasını yüklenmek zorunda kaldı ikizler ve küçük şeylerin tanrısı. Hayatları hiç yeteri kadar değerli olamadı.
Küçük Şeylerin Tanrısı
Küçük Şeylerin TanrısıArundhati Roy · Can Yayınları · 20191,217 okunma
·
55 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.