Gönderi

Her hakkın ve hürriyetin bir mükellefiyet karşılığında olduğunu, burada da tekrarda fayda görüyoruz. Çünkü eşitlik kavramı, bu yol ile çok daha iyi ortaya konulabilir. Eğer bir kimseye sadece hak vermiş ve fakat mükellefiyet yüklememişseniz, bunun ismi “imtiyaz”dır. İlk ve Ortaçağlarda Avrupa asillerinin veya Hristiyan din adamlarının sahip oldukları ve hâlâ kısmen kullandıkları imtiyazlar bu gruba girer. Diğer taraftan, sadece mükellefiyet yüklemiş, ama hak vermemişseniz, bunun adı zulümdür; o idarenin ismi de diktatörlüktür. Fakat az hak vermişseniz, buna karşılık az mükellefiyet yüklemişseniz, bunun da ismi herhalde “eşitsizlik” değil, aksine eşitliğin bir başka tarzda ortaya çıkışıdır. İşte, aşağıda belirteceğimiz, zimmîlerin, kölelerin ve kadınların statülerinde hep bu esası hatırlamak icap eder; çünkü, ancak bu takdirde muvazeneli bir değerlendirme yapmış oluruz. Bu genel prensipten sonra şu noktaları belirtebiliriz: Zimmî, Müslüman devlet ile sulh (barış) yaparak, onun vatandaşlığını ve kendisini korumasını kabul etmiş olan kimsedir. Andlaşma yoluyla İslam devletine bağlanmış oldukları için, bu kimselere “andlaşmalılar” veya Arapça olarak “muâhidîn” ismi verilir. Hz. Peygamber (s.a.s.), onları himayeyi (zimmet) kabul veya onlara emân verdiği için, İslam hukuku literatüründe “ehl-i zimme” ismini almışlardır. Zimmîlerin hak ve hürriyetleri ile mükellefiyetleri konusundaki kaide şudur: Hak ve vazifede (leh ve aleyhte olan her şeyde) eşitliktir. Bir diğer deyişle, ne kadar hakları az ise, o nispette de mükellefiyetleri azdır. Yahut, mükellefiyetleri az olduğundandır ki, hakları da az kabul edilmiş, sahası dar tutulmuştur. Zimmîler İslam devletine bir vergi verirler. Bu vergiye “Cizye” denir.Gayrimüslimler Cizye’yi malları ve kanları korunsun diye vermektedirler. Hz. Ali’nin belirttiği gibi: “Onlar Cizye’yi malları ve kanları bizimkiler gibi olsun diye veriyorlar. . . . . Yukarıdaki açıklamalardan şu netice çıkartılabilir. Müslümanlar, zimmîlerin canlarını ve mallarını koruyamadıkları takdirde, onlardan cizye alamazlar; aldıkları olmuşsa onlara iade etmeleri icab eder: Çünkü, her şeyden önce ortada bir andlaşma vardır. Bu andlaşmanın muhtevası, karşı taraf gayrimüslim de olsa, lâzımu’l ittibadır. Bu kaide, modern hukukta Pacta sur servanda (ahde vefâ) ismini alır. İkincisi, Müslümanlar zimmîlerin mal ve canlarını koruyamazsa, onlardan cizye namı altında bir vergi almaları adâletsizlik olur. İslam hukukçuları bu neticeyi açık bir şekilde belirtmişlerdir. “O (zimmî), zimmet akdiyle bizim dârın ehli olmuştur.” Nitekim Yermuk muharebesinde, Hristiyanların sayılarının çok fazla olması karşısında, Müslümanlar ordularının hepsini bir yere yığmışlardı. Müslüman orduları kumandanı Ebû Ubeyde (r.a.), emri altındaki subay ve memurlara şu emri vermiştir: “Şimdi siz, onları muhafaza etmekten ve korumaktan âciz durumdasınız. Bunun için şimdiye kadar, onlardan koruma ücreti olarak almış olduklarınızı geri vermeniz icab eder.” Bu emir üzerine onlardan alınmış olan cizye iade edilmiştir.Rivayete göre, bu durumdan müteessir olan zimmîler şöyle demişlerdir: “Sizin hükümetiniz adâleti sever bir hükümettir. Zulme uğramaktansa size, bu parayı ödemek, bizim için daha sevimlidir. Şimdi biz de sizinle birlikte burada dövüşeceğiz. Savaşarak mağlup olup dağılınca ya kadar Heraklius’un adamlarını şehrimize sokmayacağız.”
·
10 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.