Gönderi

Dostoyevski epilepsi hastası, homofobik, iflah olmaz bir kumarbazdı. Oğuz Atay sevdiği kadına yakın olabilmek uğruna karısından boşanıp sevdiği kadının kocasıyla arkadaş oldu evlerine daha sık gidebilmek için. Salinger yaklaşık kırk yıl evinden dışarı adım atmadı, tek bir kare bile fotoğrafı çekilemedi. Yusuf Atılgan Türk Edebiyatının kilometre taşları sayılabilecek iki büyük eseri yazdıktan sonra (Anayurt Oteli ve Aylak Adam) insanlara küstü, bir köye yerleşip otuz yıla yakın neredeyse tek bir satır bile yazmadan çiftçilik yaptı. Althusser elli yıldır birlikte olduğu ve taparcasına sevdiği karısı Helen’i bir sabah yanıbaşında uyurken elleriyle boğdu, bu boktan hayata daha fazla katlanmasına seyirci kalmaması için. Stephan Zweig'de tıpkı Althusser gibi yaptı, tek farkla, o tabanca kullandı karısı ve kendisi için. İnsan ırkına duyduğu güvensizlik Walter Benjamin'i Fransa sınırında kendi kafasına sıkmaya zorladı. Hemingway yalancının tekiydi, Jean Genet gasptan tecavüze kadar bulaşmadık suç bırakmadı ve ömrünün yarısını hapiste geçirdi. Kierkegaard çok sevdiği nişanlısı Regine Olsen'i terk etti, çok sevdiği için. Ömrü boyunca hep acı çekti bu yüzden ama soranlara da yaptığının doğru olduğunu söyleyip durdu. O kadar çok seviyordu ki Regine'i ve o kadar nefret ediyordu ki kendisinden, evlenip onun kendisine “maruz kalmasına" izin veremezdi. Yani demem o ki yazmak o kadar da mühim bir mesele değildir. Örneğin marangozluk yapmaktan yada bir kasapta şuursuzca et doğramaktan veyahut bir çiçeği satarken tezgahta yapraklarını kırpmamak için arasına daha yeşil yapraklar eklemekten daha mühim degildir. Ama insanın dile getirmek isteyipte dile getiremediği şeylerin telaffuzu mühimdir. Yani demem o ki: yazanlar degil yazılanlar kutsaldır. Bir Kaç İyi Adam / Alıntı
·
8 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.