Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

906 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
31 günde okudu
Deliler Bayramına Hoşgeldiniz!
Bir süredir yel değirmenlerini izliyordum. Üstelik uzun zaman önce Necip Tosun’un ‘Dünya Romanı Kitaplığı’nı alıntı olarak paylaşmıştım. #47001886 Ve listede bu kitap birinci sıradaydı. Daha fazla kitaplığımda bekletmeyi doğru bulmadım. Benimle birlikte okuyan arkadaşlarımın sayısı arttıkça mini bir etkinlik haline getirmek istedim. #76187443 Kitabı okurken çok sık gülümsetti beni (Özellikle delilik ve hayalle alakalı kısımlarda). Hafif deli, yarı deli, az deli...tam bayram havası:) Gülerken sağa sola bakıp kontrol ettiğimi fark ettim. Birbiriyle alakasız gibi görünen birçok serüvenin daha sonraki anlatımlarda yapılan vurgularla pekiştirilmesi dikkat çekiciydi (Hana gelen hiçbir misafir yabancı değil, mutlaka okuru şaşırtacak tanıdık biri). Tabi buradaki pekiştirmenin olayın gerçekliğine etkisi olamayacağı için (saçmalıklar aşinadır çünkü), okuyucuya şövalyenin ahmaklığı ve kendi içinde tutarlı ama temelsiz gerekçeleri gösteriyor. Yazarın bu derece saçma bir hayal gücüne, bu kadar akıllı ve bilgili bir insanın nasıl kapıldığını açıklamakta kullandığı en kuvvetli araç ise peşinde büyücülerin olduğuna inanması ve görmüş olduğu her şeyin bir büyü ve yanılgıdan ibaret olmasına inanması. Burada da yazarın bu kadar farklı serüveni bir arada tutan hafızasını takdir etmek gerekiyor. Sadece iki hatayla… Onlardan daha sonra bahsedeceğiz. Aslında ben sadece okuyup geçmeyi düşünüyordum. Yazmaya çok fazla cesaretim yoktu, ama benim de bir şeyler söylemem gerekiyor artık diye düşündüm. Acaba etkinliğe dönüştürmeden ileti olarak bıraksak daha mı iyi olurdu? Olan oldu artık, bir yerden başlamamız lazım. Sancho, nerden başlayalım sence? -Efendim, her ne kadar kitabın ana kahramanı siz olsanız da, benim daha akıllı ve dikkat çekici olduğumu tüm okurlar fark etmiştir. Benim ısrarla yapmış olduğum kelime yanlışları, atasözlerini yerli yersiz kullanmam, her konuya annemi ve kendimi örnek olarak vermem, karşılaşmış olduğumuz kötü durumlara (bu duruma çok sık düştüğümüz bilinmektedir) vurgu yapmak için beddualar etmem, kesinlikle ön plana alınabilir. Ayrıca bana verilmiş cezalar ve bu cezalar karşısında düşmüş olduğum komik halleri görmezden gelemeyiz. Kaldı ki sadece eşeğimle olan inanılmaz bağım bile ayrı bir inceleme konusudur. Ama biz yine de bundan bahsetmeyelim. -Roman tekniği açısından yaklaşabiliriz konuya. Jale Parla’nın mükemmel önsözde vurguladığı üzere; Shakespeare'la birlikte modern okuru düşleyen bir yazarın, bütün romancıları derinden etkileyen öncü bir eseridir bu. Jale Parla’nın önsözü tam kitaba yakışacak derinliktedir. Kendisinden sonraki tüm modern anlatımı derinden etkilediğinden bahseder. Kabul ediyorum ama laf aramızda kitabı okumayanlar bile bunu biliyor zaten. Dolayısıyla buradan bir şey çıkmaz. Allah’ın bildiği kuldan saklanmaz. Arpa unundan kadayıf olmaz. Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz… -İsterseniz serüvenlerin ortak özelliklerinden bahsedelim. Gerçi ortak özellik deyince hemen yediğimiz dayaklar ve kaburgalarım geliyor aklıma. Bir silahtarın bu kadar dayak yemesi yazarın bir tercihiyse hiç isabet olmamış. Kınıyorum kendisini. Ama kastetmeye çalıştığım bu değil. Birbirinden farklı gibi görünen serüvenlerde ısrarla vurgulanmış olan ortak özellikler var; Evliliklerde hep güzellik ve zenginlik temasının ön plana çıkması ve bu iki tema arasındaki çelişkiler, Genç kızların namusları ve bekâretlerinin korunmasına sıkça yapılan vurgular, Aşağılama ve hakaret, düello yasaları çerçevesinde yapılan ritüeller, Evlenmeyen kızların hayata küserek manastıra kapanmaları gibi konular ısrarla vurgulanıyor vurgulanmasına da, bunlar inceleme için yeterli değil. Armudu sapıyla, üzümü çöpüyle, pekmezi küpüyle…Arayalım bakalım biraz daha. Arayan belasını da devasını da bulur. -Efendim hikâyede verilen mesajlar, yazarın derdi ve durduğu yer açısından yaklaşalım konuya isterseniz. Öncelikle şövalye romanlarıyla derdi olduğu son derece aşikâr. Belki buradan bir yere varabiliriz. Kahramanına bu kadar şövalye kitabı okuttuktan sonra bu derece akıllı ve soylu birinin ne hale geldiğini hepimiz gördük. Zannımca kitabın asıl yazılma gayesi de bu. Bu anlamda Cervantes'in romansın üzerine cesaretle gidişinin, Don Kişot (Quijote) serüvenleriyle benzerlik gösterdiği düşünülebilir. Ayrıca Morisca, Hristiyanlıktan dönenler ve sürgün kararlarına sürekli bir vurgu olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında hem Osmanlılar, hem Mağripliler, hem de Müslümanlarla da bir derdi olduğunu görüyoruz. Ancak Osmanlıların eline esir düşmüş bir yazarın bu kadar derdi olmasını da normal karşılamak lazım. Ayrıca eleştirilerinde dozu aşmadığı ve Osmanlının yükselişini de takdir ettiğini kabul etmemiz gerekir. Kaldı ki Mağriplilerin camilerde çan mı yoksa davul, kaval mı kullandığını tartışan bir yazardan daha fazlasını beklememiz de doğru olmaz. Attığın taş ürküttüğün kuşa değmez. Az sabırda çok keramet vardır. Azı bulmayan çoğu hiç bulamaz. -Şimdi düşündüm de, karakterleri incelesek daha iyi olabilir efendim. Bence yazarın kesinlikle kızlarla ve güzellikle bir meselesi var. Kitap boyunca adı geçen tüm kızlar hep 14-22 yaş aralığında (korsan gemisinde reis olanlar dahi) ve hepsi güzel, en güzel ve dünya güzeli (erkek kıyafetine girenler bile). En başta Dulcina’ya güzel demeyen düelloya razı olmak zorunda. Kahramınımızın en büyük meşguliyeti tüm dünyaya onun güzel olduğunu kabul ettirmek. Bunun dışındaki kızlara bakalım; Ricote’nin kızı Ana Felix “en güzel”, Prenses Antonomasia, “mükemmel güzellik”, “dünyada birinci”, Quiteria, “dünyanın en güzeli”. Bence burada bir çelişki var; yazar ya hiç güzel görmemiş, ya da sayı saymayı bilmiyor. Ben bile okuma yazma bilmediğim halde bu kadar yanlış yapmam, bu yüzden Teresa’dan başka güzel tanımıyorum. Gönül kimi severse güzel odur. Güzele kırk günde doyulur, iyi huyluya kırk yılda doyulmaz. Güzellik konusunu da burada kapatalım. Çünkü bir incelemeye çıkılır gibi görünmüyor… Hem ben silahtarım, yazar değilim ki, 1k ya üye bile değilim. Hatta okumam yazmam bile yok. Vali olduğumda bile yazı yazmadım ben. İletiyi kim etkinliğe çevirmişse o düşünsün! Sevgili Sancho, o kadar çok konuşuyorsun ki, düşünmeye vaktin kalmıyor senin. Bu kadar atasözünü nerden buluyorsun anlamıyorum. Atasözlerini çıkarsak senden geriye bir şey kalmayacak diye korkuyorum. Ben senin yerinde olsam üst kurmacadan, yazarın özgüveninden, okurun ilk defa bu kadar sürece dâhil edilmesinden bahsederdim. Öncelikle farklı bir alanla anlatacağım şeyi destekler, daha sonra şöyle bir tanımla girerek kendimi de katardım mesela incelemeye: Marc Forster’in yönetmenliğini yaptığı “Lütfen Beni Öldürme” adlı bir film üst kurmaca için çok güzel bir örnektir. Filmde kahraman yazarı takip ederek bulur ve kendisini öldürmemesi için onu ikna etmeye çalışır. Benzer şekilde okuru eserin içine sokmak ve yazma sürecine dâhil etmek denilen şey için bu kitap edebi açıdan öncü olma özelliği taşır. Benim açımdan da en değerli özelliği budur. Değerlidir, kabul ediyorum ama kitap boyunca bir tereddüt yakamı hiç bırakmadı. Bunu söylemeden rahat edemeyeceğim. Eser keyifle ve birbirinden farklı ama hepsi delilik tadında serüvenlerle ilerlerken hep şunu düşündüm: “Hadi bunların biri deli, biri ahmak, akıllılara ne oluyor? Akıllı dediğimiz insanlar neden bunları ciddiye alıp inanılmaz zahmetlere katlanarak akıllara zarar oyunlar oynuyor? Akıllının deliye bu kadar zaman ayırmasına inanmamız mümkün mü?” Kitabın yazarının şöyle söylediğini vurgular, bize cevap verir gibi: “Seyyid Hamid bir şeyi daha belirtir, oyunu oynayanları da oyuna gelenler kadar deli bulduğunu, dükle düşesin, ahmaklara oyun oynamak konusundaki heveslerine bakıp, onların da ahmaklıktan bir parmak ötede olduklarını söyler.” Yazardan aldığımız cevaba göre şunu söyleyebiliriz : Efendim üst kurmaca dediğimiz yapıda, öncelikle yazarın cesur ve kendinden emin olması lazımdır. Velev ki sadece tutarsız bir yergi veya iftira değil düpedüz gerçek bir hata dahi olsa, yazar bunu göğüslemesini bilmelidir. Gerçekten de birinci ciltte yazar iki önemli hata yapmıştır. Birincisi Sancho’nun eşeğinin nasıl kaybolduğunu söylemeyi unutur. İkincisi ise Sancho’nun bulmuş olduğu 100 altının akıbetinden bahsetmez. Fakat ikinci ciltte cesaretle bunu vurgular ve hatayı baskıcının üzerine yıkarak işin içinden ustalıkla sıyrılır. Belki de şövalye kitabı olduğundandır, özgüven bununla sınırla kalmaz. “Don Kişot’un birinci cildini okumuş olan birisinin, ikinci ciltten zevk alması mümkün değil,” der cesaretle veya “Yazarın cehaletini en çok ortaya koyan nokta ise, hikâyede çok önemli konularda gerçekten ayrılması (bu konuya girme, ben girdim pişman oldum) ve hata yapması.” Kullanılmış olan bütün üst anlatım teknikleri hem hikâyeye son derece uyumlu, hem gülümseten ifadeler seçilerek yapılmıştı. Okurken hiç rahatsız etmediğini, hatta konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Neden böyle bir yol seçtiğini, böyle bir durumla ilk defa karşılaşan okura şöyle anlatır: “Benim hikâyemde böyle olmalı; anlamak için yorum yapmak gerekiyor herhalde.” Bunların dışında kitap boyunca üst kurmaca aynı kıvamda devam eder. Örneğin, "gözlerini açınca, bu bölümde anlatılacakları gördü," gibi. Tamamını söyleyerek sizi şövalyelikten soğutmak istemem. Ama benim için en can alıcı olan ve beni heyecanlandıran yeri, kesinlikle; kahramanın yazarın göndermek istediği yere değil başka yere gitmeye karar vermesiydi, sırf yazarın boyunduruğundan kurtulmak için… Uzun zamandır bu kadar keyifli ve sık sık gülümseyerek kitap okumamıştım. Bunun sebebi elbette ardı arkası gelmeyen saçmalıklardı. Dozunda olursa saçmalıklar bile edebi bir başyapıt haline gelebiliyor. O kadar ki, Don Kişot ölüm döşeğinde bunca saçmalığı yazdırdığı için yazarından özür diler. Başka söze gerek yok, bunu anlatmaya çalışıyordum ben de, özür dilerim… Sancho, sabah uyandır beni, handan ayrılıyoruz. Buraya kadar okuyan olduysa onlar da gelebilir; daha çok okunacak kitap var, yeni maceralar bizi bekliyor…
Don Quijote (2 Cilt Takım)
Don Quijote (2 Cilt Takım)Miguel de Cervantes · Yapı Kredi Yayınları · 202222,9bin okunma
··
2.103 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.