Gönderi

Ateş'in kölelik yorumu
T. Dursun III. Kitabının 168. sayfasında Tevrât'tan bazı cümleler vererek dinlere göre kölenin, sâhibinin malı olduğunu, kölenin, öldüresiye dövülebileceğini; Kur’ân'da da "kölelik" kurumunun var olduğunu iddiâ ediyor. Şunu bilmek lâzım ki köleliği getiren, dinler değildir. Toplumda güçlüler, zayıfları köleleştirmişler ve bu kurumu dünyaya yaygınlaştırmışlardır. Dinler de gelmiş, tüm dünyada yaygın olan bu uygulamayı kaldırma imkânı bulamamıştır; Tevrat'tan aldığı alıntılar, İsrail oğullarının ileride egemen olacağını belirterek Yahüdîlere umut ve moral vermek amacını taşır. Yoksa dünyâda olmayan bir şeyi ilk defa dünyaya getirmez. İslâma gelince, Kur'ân, insanlık bakımından köle ile efendi arasında ayırım yapmaz. Kur'ân değer ölçüsü olarak köleliği, efendiliği değil,takvayı esas almıştır: "Sizin en değerli olanınız, en çok korunanızdır." (Hucurâıt 13). Kur'ân-ı Kerîm, inançlı bir köleyi, inançsız bir özgür ve zenginden üstün görmektedir: "Allah'a ortak koşan kadın, hoşunuza gitse dahi, inanan bir cariye, ortak koşan özgür bir kadından iyidir. Ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar, onları (kadınlarınızla) evlendirneyin. (özgür bir erkek) hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle ortak, koşan bir adamdan iyidir..." (Bakara: 221) Eğer İlâhî kitaplar ve özellikle Kur'ân, köleliğin, zayıfların yanında olmasaydı, ilk önce Peygamber'in çevresinde köleler ve zayıflar toplanmazdı. Peygamberin çevresinde bu zayıf insanların toplanmasından dolayıdır ki zengin insanlar, onlarla aynı mecliste bulunmak istememiş. Peygamber'e, yanına gelip kendisiyle konuşmaları için o zavallı kimseleri yanından kovmasını önermişlerdi. İşte bu münâsebetle şu âyet inmişti: "Sabah akşam Rablerinin rızâsını isteyerek, O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yok ki, onları kovup da zâlimlerden olasın!" (En'âm: 52) Yalnız Hz. Peygamber'in değil, diğer peygamberlerin de çevresinde ilk önce yoksullar, köleler, yani ezilen kesim toplanmıştır. Kur’ân, bu hususu, Hud Peygamber'in kıssasında sembolize eder: "Hud kavminin ileri gelen inkârcı grubu dedi ki: 'Biz, seni de bizim gibi insan görüyoruz ve sana, bizim basit görüşlü ayak takımlarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz." (Had: 27) ”Yoksul A'mâ için Peygamber'in uyarılması" Hz. Muhammed, Kureyş liderlerinden biriyle konuşurken, kör ve yoksul Abdullah geldi. Söze karışarak, Peygamber'den, kendisine Kur'ân okumasını istedi. Kendi yanlarında yoksulların bulunmasından bu liderlerin hoşlanmadığını bilen Peygamber, Abdullah'ın söze karışmasından rahatsız oldu ve suratını astı. Abdullah'ın söze karışmasına canı sıkılan zengin adam da kalkıp gitti. İşte bu münasebetle inen aşağıdaki âyetler, Peygamber'in davranışını eleştirmekte, yoksulu onore etmektedir: "Surat astı ve döndü: Kör geldi, deyi. Ne bilirsin, belki o arınacak? Yahut öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacak? Kendisini zengin görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sana ne? Fakat koşarak sana gelen, saygı duyarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun. Hayır, o âyetler bir hatırlatmadır. Dileyen onu düşünüp öğüt alır!" (Abese: 1-12) "Neden Kölelik Kaldırılmadı?" Yukarıdaki âyetler, dînin, yoksulun, zavallının yanında olduğunu ortaya koymaktadır. Peki öyle ise Kur'ân, neden köleliği tamamen kaldırmadı? Dediğimiz gibi binbeşyüz yıl önceki dünyâda bunu birden bire yapmak imkânsız idi. Çünkü insanları bazı alışkanlıklarından ayırmak mümkündür ama büyük çıkarlarından ayırmak çok güçtür. Kölelik, dünyaya yerleşmişti ve hali vakti yerinde olanların köleleri vardı. Bunların elinden birden bire kölelerini almak, onların yeni dine direnmelerine neden olurdu. Ayrıca müslümanlar, varlıklarını sürdürebilmek için savaşmak zorunda idiler; Düşman kendilerinden aldığı tutsakları köle yaparken, müslümanlar onlardan aldıkları tutsakları serbest bıraksalardı, bu durum, düşmanın saldırı cesaretini kamçılardı. Ve benzeri bir çok nedenle kölelik tümden kaldırılmamıştır ama, kaldırılması yolunda ileri adımlar atılmıştır; 1. Önce birer mal sayılan bu insanlar, mallıktan insanlık düzeyine çıkarılmış ve ruhsal değer bakımından efendileriyle eşit yapılmıştır. 2. Efendiler, kölelerini öldüresiye dövme hakkına sahip iken Islâm bunu yasaklamış, kölelere, hizmetçilere iyi bakılmasını öğütlemiştir. 3. Eskiden köle öldüren özgür insan öldürülmezken, Islâm bu konuda insanlar arasında ayırım yapmamış, köle öldürene de kısas hükmü vermiştir. 4. Özgürlüğünü kazanmak isteyen kölelere bu imkânın verilmesi emredilmiştir: "Ellerinizin altında bulunan(köle ve câriye)lerden, mükâtebe (özgürlük andlaşması) yapmak isteyenlerle -eğer kendilerinde hayır (borcunu ödeyecek mal) olduğunu bilirseniz;mükatebe yapın ve Allah'ın size verdiği malından onlara da verin!.." (N ür: 33) Mükâtebe, belli bir para karşılığında efendisinden özgürlüğünü satın alma akdidir. Köle, efendisinden böyle bir istekte bulunursa, âyetin hükmüne göre efendisi buna razı olmak zorundadır. Hz. Ömer'in özgürlüğünü satın almak isteyen kölesine bu fırsatı tanımak istemeyen Enes'i sopalaması: "Onlarda bir hayır bilirseniz (yani onlar söz verdikleri parayı sağlayacak durumda iseler) onlarla mükâtebe ediniz!” âyetinin zorunluluk bildirdiği kanısında olduğunu gösterir (Mefa‘itihu'l-gayb: 23/217). . 5. Kur'ân-ı Kerîm, mevcut kölelerin özgürlüğe kavuşturulmasını ibâdet saymış ve bazı günahların bağışlanması için de önce köle âzâdını (özgürlüğe kavuşturmayı) şart koşmuştur. a) Ettiği yemînden dönmek isteyen, eğer imkânı varsa köleyi özgürlüğe kavuşturacakur (Mâide: 89). b) Eskiden bir çeşit boşama sayılan zıhâr uygulamasını kaldıran Kur'ân, böyle bir şey yapanın da köle âzâdetmesini gerekli görmüştür (Mücâdele: 3) c) Hata ile adam öldüren de, bunun sorumluluğundan kurtulmak için köle âzâd edecektir (Nisâ: 92) 6. Kur'ân, özgürlüğünü kazanmak isteyen kölelere bir yardım fonu da oluşturmuştur. Zekât verilecek sekiz sınıftan biri de özgürlüğünü kazanmak isteyen kölelerdir (Tevbe: 60). 7. Kur'ân-ı Kerîm, insanlığa, köleliği, aşılması gereken bir geçit olarak göstermiş ve bu geçiti geçemeyen, yani köleliği kaldırmayan insanları, çok önemli bir görevi yapmamakla kusurlu görmüştür. Peygamberliğin başlangıç yıllarında inen sürelerden Beled Suresinde şöyle buyurulur: "Fakat o, sarp yokuşa anlamadı. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, yâhut açlık gününde doyurmaktır: Akrabâ olan yetimi, yâhut hiçbir şeyi olmayan zavallıyı." (Beled: 11-16). Bu âyetlerde, sarp yokuşlu tepeyi oluşturan güzel huylar sayılıyor. Bunlar: Bir boynu kölelik zincirinden çözmek, yani bir köleyi özgürlüğe kavuşturmak; açlık, kıtlık zamanlarında akrabâ olan yetime, ya da yoksulluktan perişan insana yemek yedirmektir. Bir çöl Arabı, Peygamber'e: "Bana, yaptığım zaman kurtuluşa ereceğim bir iş söyle" demiş. Peygamber: "Bir boynu çöz, bir canı özgürlüğe kavuştur!" diye yanıt vermiş. Adam: "Bu ikisi aynı şey değil mi?" diye sormuş. Allah'ın Elçisi: "Hayır, canı özgürlüğe kavuşturman, yalnız o kimseyi serbest bırakmandır. Boynu çözmen ise, onun, özgürlüğe kavuşması için para yardımında bulunmandır. buyurmuş (et-Teshîl: 4/201). İşte bunlar köleliğin kaldırılmasına doğru atılmış büyük adimlardır. Köleliğin iki kaynağı vardır: 1) Savaş tutsaklığı, 2) Satın alma. Aslında köle olmayan kimse satılamaz. Bundan dolayı köleliğin tek kaynağı kalmaktadır ki o da savaş tutsaklığıdır. Savaşta alınan tutsakların köle yapılıp yapılmaması, o zaman için kumandanın takdirine bırakılmıştır. Kur'ân'ın gösterdiği hedefe bakılsaydı, kısa zaman sonra köleliğin kaldırılması gerekirdi. Ama maalesef müslümanlar bunu yapamamışlar böylece Kur'ân'ın gerisinde kalmışlardır. Bu bir eksiklik olsa da kabahat hâşâ dinin temelinde değil, uygulamadadır. Kur'ân'ın yanında Peygamberimiz de, sözleriyle, insanları, mevcut köleleri özgürlüğe kavuşturmaya teşvik etmiş, diğer yandan da Allah'ın hür doğan bir insanı köle yapan kimseye, âhirette hasım olacağını söylemiştir ki bu hadisin ruhu uygulansaydı, mevcut köleler dışında artık bir daha insanlar köle yapılmayacak ve kölelik, kendiliğinden ortadan kalkacaktı. Kutsal Hadîs olarak gelen bu Hadîsin anlamı şöyledir: "Allah buyurdu ki: 'Ben, kıyâmet gününde üç kişinin hasmı (dâvâcısı)yım. Benim adıma söz verip de sözünü tutmayan; hür bir insanı satıp parasını yiyen ve çalıştırdığı işçinin ücretini vermeyen." (Buhârî, Buyü': 106, Icâre; 10; Ibn Mâce, Rühün: 4; Ibn Hanbel, Musned: 2/358) Insanlar annelerinden hür doğarlar. Bu toprak, hava ve su tüm insanların, hatta tüm canlıların malıdır. Kendi yaşamına zarar verilmedikçe, saldırılmadıkça hiç kimse bir başkasının yaşama hakkını elinden alamaz. Hiç kimse, anasından özgür doğan insanı köle yapamaz.
·
92 views
Serhat okurunun profil resmi
C. Eric Lincoln diyor ki: “1956 sonbaharında Georgia Atlanta’daki Clark College’de din ve felsefe dersleri veriyordum. Siyah Müslümanlar ile ilgili çalışmam bir son sınıf öğrencisinin verdiği Hırıstiyanlık üzerine yazılmış bir değerlendirmeyi okuduğum zaman başladı. Hıristiyanlık, Amerikalı zencinin onur ve eşitlik özlemleri ile uyuşamaz. Yardım etmesi beklenen noktada engel teşkil eder; mânevî açıdan samimi olmak zorunda kaldığı zaman kaçamak yapar; misyonunun isa Mesih’in önderliğinde evrensel bir kardeşlik oluşturmak olduğunu ifade etmesine rağmen, inananları renk açısından ayırır. Hırıstiyan sevgisi beyaz adamın kendisine ve ırkına duyduğu sevgidir. Yarın kurmak zorunda olduğumuz dünyada beyaz olmayanlar için adalet ve eşitlik ümidi islâm’dadır”. Ayrıca #78071493
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.