Gönderi

Bu gün günlerden hüzün. Bu gün gencecik bir akıllı kadının, kendini içine saklamış bir şairin, Cemal Süreya’nın “Zelda”sı, Ece Ayhan’ın “dünyaya yaralı bir insanı” Nilgün Marmara’nın doğum günü.13 şubat Ece Ayhan, 1987’de onun için : “Acaba büyük kanatları yüzünden uçamayan o (ya da “bir”) albatros mu? Denizler kuşu. Gözleri denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasındaki maviliktedir işte.” diye yazmış. Cemal Süreya ise “Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim” demiş. Haydar Ergülen ise “Nilgün, “dünyayla yaralı” bir insandı ama kaç kuşaktır okuyan, yazan, duyan, hisseden, düşünen hemen herkes dünyayla yaralı sayılır bence” demiş ama ayrıca “Şakacı, gülen, güldüren, muzip, espriler yapan, ortamı neşelendirmeye çalışan, dostlarını, arkadaşlarını evinde neredeyse günlerce ağırlamaya bayılan, dolu dolu yaşamayı seven biri olarak kaldı aklımda Nilgün. Arkadaşlığa, dostluğa çok kıymet veren bir insan. Ben de Nilgün’ün bir “arkadaşlık efsanesi” olduğunu düşünürüm ve onu böyle daha da çok özlerim” diye de eklemiş. Çoğu acı çeken insan zaten hep gülümsemez mi hayata? Kimseler bilmez içinde yaşadıklarını. Nilgün Marmara da böyle insanlardan biriydi kanımca. 29 yıl yaşamış sadece. Ölümü acılarından kurtuluşu muydu bilmiyorum ama yaşasaydı nasıl bir şair olacağını görmek isterdim doğrusu. Ece Ayhan ve Cemal Süreya, Nilgün Marmara, Orhan Alkaya, Küçük İskender gibi gençlerden oluşan bir grubu “Yeni Marjinaller” olarak adlandırmış ve onları bir bakıma II. Yeni’nin bir uzantısı olarak görmüş o yüzden merak etmemek elde değil. “Çok yalnızdım ve başka yalnızlar gibi, başka yalnızlarla birlikte sık sık Kızıltoprak’taki eve gidiyordum ben de. O yalnızların başında elbette Ece Ayhan gelir. Cemal Süreya gelir, birbirinden iki yalnız gelir. İlhan Berk, Tomris Uyar, Tevfik Akdağ’ı da görmüşümdür orada. Sonra Nilgün’ün arkadaşları gelir, öyleyse şimdi onlara ‘Nilgün yalnızları’ ya da ‘Nilgün’ün yalnız bıraktıkları’ demek gerekir: Gülseli İnal, Ahmet Soysal, Lale Müldür, Seyhan Erözçelik, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, ben, bazen Akif Kurtuluş, Mustafa Irgat, Boğaziçi’nden Cemal.” demiş Haydar Ergülen.” Böylesine hayatı, arkadaşlığı seven biri, işte bu güzel toplantıların yapıldığı, şiirin konuşulduğu dostlarla dolu evin penceresinden atlamış ölüme, inanılır gibi değil, ama duçar olduğu manik depresyon’a da göz ardı etmemek gerek elbette. Sylvia Plath üzerine yaptığı incelemelerden dolayı hayatı ve ölümü Plath’inkine benzetilen, intiharı üzerine adının etrafında aşk dedikodularıyla anılan şairler suçlanan, ölümünün aslında intihar olmadığına dair iddialar ortaya atılan Nilgün Marmara, bazı gazetelerce Türk edebiyatının melankolik prensesi olarak adlandırılsa da “prenses” ünvanının onun gibi güçlü bir kadın için çok hafif kaldığını düşünüyorum. O sadece sevilmek isteyen ama bunu kendine saklayıp belli etmeyen “hani derler ya hep incelikler yüzünden” sonra da umudu kırılıp yok olan bir kadındı, ama kadınlık vasfından daha da çok insan olarak ele alınmak ve erkek dünyasının içinde kabul görülmek istenen. Herkes onu “beden” olarak, “kadın” olarak görüp severken, arkadaşlığı paylaşılamazken o “insanlık, kadınlık” meseleleri üzerine düşünen ve erkek-kadın ayrımı yapılmadan insan olunabilen bir toplumda yaşamak isteyen biriydi bana göre. Evlendiklerinde Nilgün Marmara 23 yaşındaymış, 5 sene sonra evli kalmış Kağan Önal’la yani çok gençlermiş o yüzden intiharından sonra eşinin “Nilgün’ün şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı” demesini anlamaya ve hazmetmeye çalışıyorum. Bu cümle çoğu insana sempatik gelip gülümsetse de aslında Nilgün Marmara’nın iç dünyasına ışık tutması açısından önemli. Onun gibi duyarlı bir insanın karşısında onu anlamayan, anlayamayan, anlamaya, tanımaya çalışmayan biriyle yaşamak yaralamıştır elbet. Elbette ki eşini tanımıyorum ve bu söylediklerim hariçten gazel sallamak gibi oluyor ama basit bir okur olarak sadece ve sadece yazdıklarından yorumlamaya çalışıyorum yazarımızı o yüzden affola. “Beklentim yokmuş gibi davranıp, içime dünyalar kadar umudu sığdırmaktan yoruldum.” demiş ya Nilgün Marmara işte bu satırlar benim içimi kanırtıyor, boğazıma bir yumruk gelip oturuyor sonra da. “Kendini anlatmaya çalışmak neye yarar?” dediğini duyar gibiyim sanki ve ben de söylemek istediklerimi içime yutup, kağıtlara dökmek istiyorum onun gibi. Kimdin sen Nilgün Marmara, seni bıraktıklarınla tanımak, anlamaya çalışmak havanda su dövmek gibi bir şey, hem bir insanı kim tanıyabilir ki tamamen? Ayrıca gerekir mi de? Ama seven insan tanımak, bilmek ister, seven insan bilinmek ister. Her şeyin farkında olan biri olarak hem göz önünde olup, hem görünmeyen biri olmanın farkındalığıyla yaşamak…Ağır bir bedel…Çekilesi değil elbet… Nilgün Marmara’yı doğum gününde rahmetle anıyorum ben de sevenleri gibi. İnşallah aradığını bulmuştur. -AYŞEN CUMHUR ÖZKAYA-
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.