Gönderi

Rahip sözün burasında durdu, tutuklu kız rahibin göğsünden hiriltı sesi çıkartan bir iç çekiş duydu. -Bir gün odamın penceresinden bakıyordum. Hangi kitabı okuyordum o zaman? Ah! Bütün bunlar kafamda bir girdap gibi dönüyor. Kitap okuyordum. Pencere bir meydana bakıyordu. Tef ve müzik sesi duydum. Düşüncelerden bu şekilde uzaklaştırıldığım için kızmıştım, meydana baktım. Gördüğüm şeyi gören pek çok kişi vardı. Öğlendi, güneş tepedeydi. Bir yaratık dans ediyordu. Öyle hoş bir yaratıktı ki gözleri simsiyahtı, göz alıcıydı, kapkara saçlarının arasında güneşin içine işlediği birkaç tel altın gibi parlıyordu. Ayakları, hızla dönen bir tekerleğin çapı gibi hareketi içinde kayboluyordu. Başının çevresinde, siyah saç örgülerinin arasında, güneşte ışıldayan ve yıldızlı bir taç gibi duran metal parçaları vardı. Işleme pullarla süslenmiş elbisesi mavi mavi, bir yaz gecesi gibi binlerce kıvılcımla ışıldıyordu. Narin, esmer kolları bir eşarp gibi bedeninin etrafında birleşiyor, ayrılıyordu. Vücudunun şekli biçimi şaşırtıcı bir güzellikteydi. Ah! Gün ışığında bile aydınlık bir şey gibi beliriveren o ışıltılı şey! Ne yazık! Bu genç kız sendin! Hayretler içinde, sersem, büyülenmiş bir halde sana bakıyordum. Sana öyle bakıyordum ki birden korkuyla ürperdim, kaderin beni kavradığını hissettim. Nefessiz kalan rahip bir süre sustu. Sonra devam etti. - Daha o zaman neredeyse büyülenmiş olduğum için başka bir şeye tutunmayı ve düşüşüme engel olmayı denedim. Daha önce şeytanın bana kurduğu tuzakları hatırlıyordum. Gözlerimin önündeki bu yaratık ancak cennetten ya da cehennemden gelecek bir güzelliğe sahipti. Bunu düşündüğüm anda yanında bana gülerek bakan bir ayin hayvanı, bir keçi gördüm. Boynuzları öğle güneşinde parlıyordu. O zaman şeytanın tuzağını sezdim ve senin cehennemden geldiğinden, oradan beni mahvetmek icin indiğinden emin oldum. Buna inandım. Rahip durup kıza baktı ve soğukkanlılıkla ekledi: -Buna hâlâ inanıyorum. Buna rağmen daha sonra büyü yavaş yavaş etkisini göstermeye başladı, dansın kafamda dönüp duruyordu. Kötü büyünün beni etkisi altına aldığını hissediyordum, ruhumda uyanık kalması gereken her şey uyuyordu, tıpkı karda ölen insanlar gibi kendimi uykuya bırakmaktan zevk alıyordum. Birdenbire şarkı söylemeye başladın. Ben ne yapabilirdim? Sesin dansından daha büyüleyiciydi. Kaçmak istedim. İmkânsızdı. Çivilenmiştim, döşemenin mermeri dizlerime kadar çıkmış gibiydi. Sonuna kadar kalmak zorundaydım. Ayaklarım buz kesmiş, başım alevler içindeydi. Sonra, belki bana biraz acıdın, şarkı söylemeyi bıraktın ve kayboldun. Göz kamaştırıcı hayalinin yansıması, büyülü müziğin yankısı giderek gözlerimden ve kulaklarımdan dağılıp kayboldu. O zaman yerinden çıkarılan bir heykelden daha gergin ve daha zayıf, pencerenin köşesine çöktüm. Akşam duasının çanı beni uyandırdı. Ayağa kalktım, kaçtım, ama ne yazık! Içimde düşen ve bir daha doğrulamayacak olan bir şey vardı, kaçamayacağım bir şeye yakalanmıştım. Bir süre daha sustu ve devam etti: -Evet, o günden sonra, içimde tanımadığım bir adam ortaya çıktı. Bütün çarelere başvurdum, manastiri, mihrabı, çalışmalarımı, kitapları, her şeyi denedim. Delilik! Ah! Tutkuyla dolu bir kafa umutsuzlukla çarparsa bilim nasıl boş ses verir! O gun den beri kitapla aramda ne görüyorum biliyor musun genç kız? Seni, gölgeni, bir gün gözlerimin önünde meydanı geçen aydınlık görüntüyü. Ama artık bu görüntü aynı renge sahip değil, gözünü kırpmadan güneşe bakan tedbirsiz birinin gözünün önünde uzun süre gitmeyen siyah halkalar gibi karanlık ve kasvetli. Ondan kurtulamayınca, şarkının kafamda hala çınladığını duyunca, kitabımın üzerinde dans eden ayaklarını görünce, geceleri hayallerimde tenimde seni hissedince, seni tekrar görmek istiyordum, sana dokunmak, seni tanımak, seni, senden kalan görüntüye benzer bulup bulamayacağımı görmek, belki de hayalimi gerçekle yıkmak istiyordum. Sonuçta yeni bir izlenimin ilk izlenimi sileceğini umuyordum, ilk görüntü benim için dayanılmaz hale gelmişti. Seni arıyordum. Sonra tekrar gördüm. Yazık! Seni iki kere gördükten sonra binlerce defa görmek istedim, seni sürekli görmek istedim. O zaman, kendim olmaktan çıktım. Şeytan kanatlarıma bağladığı ipin öbür ucunu senin ayaklarına dolamıştı. Ben de senin gibi belirsiz, serseri oldum. Balkonların altında bekliyordum, sokak köşelerinde seni gözlüyordum, kulenin üzerinden seni izliyordum. Her akşam, daha hayran, daha umutsuz, daha büyülenmiş, daha kaybolmuş bir ben buluyordum! Öğrenmiştim kim olduğunu. Çingeneydin, bohem, gitane, zingara, artık büyüden şüphe etmiyordum! Dinle. Bir dava açılırsa bu büyüden kurtulacağımı sanıyordum. Bir büyücü kadın Bruno d'Ast'a büyü yapmıştı, kadını önce yaktırdı, sonra iyi leştirdi. Biliyordum. Bu çareyi de denemek istiyordum. Once sana Notre-Dame Meydanı'nı yasaklamayı denedim, gelmezsen seni unutacağımı umut ediyordum. Sen umursamadın. Yine geldin. Sonra seni kaçırmayı düşündüm. Bir gece bunu denedim.Iki kişiydik, şu zavallı subay geldiğinde seni ele geçirmiştik bile. Seni kurtardı. Yıkılışın böyle başladı, benim yıkımım, onun ykımı. Sonra ne yapacağımı, neye döneceğimi bilmez olup, seni mahkemeye ihbar ettim. Böylece aynı Bruno d'Ast gibi iyileşeceğimi düşünüyordum. Bir davanın seni bana teslim edeceğini, seni bir hücrede tutacağımı, sana sahip olacağımı, burada benden kaçamayacagini, sana sahip olacağım kadar uzun süre bana sahip olduğunu düşünüyordum. İnsan kötülük yapınca, sonuna kadar gitmeli. Canavarlıkta bir yerde durmak çılgınlıktır! Suçun aşırılığı neşeli bir taşkınlık verir. Bir rahip ve bir büyücü sonunda bir zindanın samanları üzerinde mutlulukla eriyebilirler. Ben de seni ihbar ettim. O zamana kadar karşılaşmalarımızla seni ürkütüyordum. Sana karşı düzenlediğim komplo, başının üzerinde biriktirdiğim fırtına benden tehdit ve şimşek halinde çıkıyordu. Buna rağmen hala tereddüt ediyordum. Planımın beni gerileten korkunç yanları vardı. Belki de bundan vazgeçerdim, belki korkunç düşüncelerim beynimde meyve vermeden kuruyup giderdi. Bu davanın devam etmesi ya da durdurulması bana bağlı olacak sanıyordum. Ama bütün kötü düşünceler acımasızdır ve gerçeğe dönüşmek isterler. Kendimi çok güçlü hissettiğim bu konumda, kader benden çok daha güçlüydü. Ne yazık! Ne yazık! Seni alan ve gizlice inşa ettiğim bu korkunç makinenin korkunç çarkına kaptıran da odur, kader! Dinle! Sonuna geliyorum. Bir gün, yine güzel bir gündü, evimin önünden senin ismini söyleyerek geçen gülümseyen ve gözlerinde uçarılık olan bir adam gördüm. Lanet olsun! O adamı izledim. Gerisini biliyorsun Sustu. Genç kız söyleyecek tek bir söz bulabildi: - Ah Phoebus'üm! Rahip kızın kolunu öfkeyle kavrayıp: - Bu isim yasak! dedi. Bu ismi telaffuz etme! Ah! Ne zavallıyız, işte bizi yıkan bu isimdir! Ya da belki hepimiz ardı ardına kaderin açıklanmaz oyununa kurban gittik! Sen acı çekiyorsun, değil mi? Üşüyorsun, gece seni körleştiriyor, zindan her yerini kuşatıyor, ama belki içinde bir yerlerde hâlâ bir ışık vardır, belki de bu boş adama karşı duyduğun çocukça aşk kalbinde oynuyordur. Oysa ben, zindanı içimde taşıyorum, içim kış, buz, umutsuzluk, ruhum gece karanlığı içinde. Nasıl acı çektiğimi biliyor musun? Davaya katıldım. Kilise mahkemesi bölümünde oturuyordum. Evet, o rahip kıyafetlerinden birinin altında, lanetli kıvranıyordu. Seni getirdiklerinde oradaydım, sorguya çekildiğinde oradaydım. Kurtlar ini! Yavaşça yüzünü kapladığını gördüğüm benim darağacım, benim suçumdu. Her tanıkta, her kanatta, her savunmada oradaydım. O acı dolu yolda yürürken adımlarını saydım, o zalim hayvan sana.. Ah! İşkenceyi düşünmemiştim! Dinle, Seni acı odasında da izledim, işkencecinin iğrenç ellerinin seni soyduğunu ve san dokunduğunu gördüm. Ayaklarını gördüm bir imparatorluğa karşı tek bir öpücük kondurup sonra da ölmek isteyeceğim, başımı ezmesinden zevk alacağım ayaklarını gördüm. Canlı bir yaratığın organlarını kanlı bir çamura dönüştüren korkunç falakanın içinde sıkıştığını gördüm. Ah! Zavallı! Bütün bunları görürken, kefenimin altında bir bıçakla göğsümü çiziyordum. Çığlığını duyunca bıçağı etime sapladım. İkinci çığlığınla bıçak kalbime girecekti! Bak. Sanırım hâlâ kanıyor. Rahip kıyafetinin önünü açtı. Göğsü bir kaplanın pençesiyle yırtılmış gibiydi, oldukça büyük ve tam kapanmamış bir yarası vardi. Genç kız korkuyla geri çekildi. Rahip: -Ah güzel kız! dedi. Bana merhamet et! Kendini mutsuz sanıyorsun, ne yazık! Yazık! Acının ne olduğunu bilmiyorsun! Ah! Bir kadını sevmek! Rahip olmak! Nefret edilmek! Onu ruhunun bütün şiddetiyle sevmek, en ufak bir gülümsemesi için kanını, organlarını, ününü, ruhunun kurtuluşunu, ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu, hem bu dünyayı hem öbür dünyayı verebileceğini hissetmek, ayaklarının altına daha büyük bir köle bulmak için bir kral, deha, imparator ya da baş melek olmadığına pişman olmak, onu gece gündüz düşlerle ve düşüncelerle kucaklamak, ve onu bir asker üniformasına âşık bulmak! Ve ona korkacağı, iğreneceği pis bir rahip cüppesi sunmak! Sefil, aptal bir palavracının aşk dolu güzel sözlerine maruz kalırken, öfke kıskançlık içinde orada olmak! Yalnızca şeklinin bile yaktığı o bedenin bir başkasının öpücükleriyle titreyip kızardığını görmek! Ah Tanrım! Ayaklarını, kollarını, omuzlarını sevmek, mavi damarlarını, esmer tenini hücrenin zemininde geceler boyu kıvranacak kadar düşünmek ve ona olan bütün şefkatin işkenceyle sonuçlandığını görmek! Onu deri yataktan başka bir yere yatıramamak! Ah! İşte bunlar cehennem ateşinde yanan kızgın demirlerdi! Ah! İki tahtanın arasında biçilen, dört atla çekiştirip kolları bacakları kopartılan insan kim bilir ne mutludur! Uzun geceler boyunca, kaynayan damarlarının, oyulan kalbinin, kopan başının, ellerini Isıran dişlerinin yaptığı o işkenceyi bilir misin? Kızgın bir ızgara üzerindeymiş gibi, bir aşk, kıskançlık ve umutsuzluk düşüncesi üzerinde söndüren azgın işkenceciler! Genç kız, bana acı Biraz ara ver! Şu korun üstüne biraz kül serp! Yalvarırım, alnımdan koca damlalar halinde akan şu teri sil! Çocuk! Bir elinle işkence çektir bana, diğer elinle okşa! Acı bana genç kız! Acı bana! Rahip döşemenin üzerindeki sularda yuvarlanıyor, kafasını taş basamakların köşesine vuruyordu. Genç kız onu dinliyor, ona bakıyordu. Rahip soluksuz ve bitkin kalıp sustuğunda, yavaş sesle tekrar etti: - Ah Phoebus Üm! Rahip dizleri üzerinde kıza doğru emekledi. - Rica ederim! diye bağırdı. Eğer biraz kalbin varsa beni geri çevirme! Ah! Seni seviyorum! Ben bir zavallıyım! Sen bu ismi söylediğinde bütün kalbimi dişlerinin arasında öğütüyormuşsun gibi oluyor! Merhamet et! Eğer cehennemden geldiysen seninle ben de gelirim oraya. Bunun için her şeyi yaptım. Senin olduğun cehennem benim cennetimdir, görüntün bile her şeyden daha güzeldir! Ah! Söyle! Beni istemiyor musun? Bir kadın böyle bir aşkı geri çevirdiğinde dağlar yerinden oynayacak sanırdım. Ah! Eğer isteseydin! Ah! Ne kadar mutlu olurduk! Kaçardık, ben seni kaçırırdım, bir yerlere giderdik, yeryüzünde güneşin en bol, en çok ağacın, en güzel mavi gökyüzünün olduğu yeri arardık. Birbirimizi severdik, ruhlarımızı birbirine akıtırdık ve birbirimize doyamaz, birlikte hiç durmadan aşkın bitmez tükenmez kadehinden içerdik! Kız korkunç bir kahkaha atarak rahibin sözünü kesti: - Bakın, bakın peder! Tırnaklarınızın arasında kan var. Rahip bir süre şaşkınlıktan donmuş gibi, bakışları ellerinde kalakaldı. Sonra tuhaf bir yumuşaklıkla sözüne devam etti. - Eh peki! Tamam! Bana hakaret et, benimle alay et, beni ez! Ama gel, gel. Acele edelim. Söylüyorum, yarın olacak. Gréve Meydanındaki darağacı, biliyor musun? Çoktan hazır. Korkunç! Seni bu yük arabasına doğru yürürken görmek! Ah! Acı bana! Seni ne kadar çok sevdiğimi bugüne kadar hiç bu kadar derin- den hissetmemiştim. Ah! Beni izle. Seni kurtardıktan sonra beni sevmeye vaktin olacak. Benden istediğin kadar nefret edebilirsin. Ama gel. Yarın! Yarın! Darağacı! Işkence! Ah! Kaç! Beni koru! Genç kızın kolundan tuttu, şaşkındı, kızı sürüklemek istiyordu. Kız, kımıltısız bakışlarını rahibe çevirdi: -Phoebus'ume ne oldu? Rahip kolunu bıraktı. -Ah! dedi. Çok acımasızsınız! Kız soğukkanlılıkla tekrarladı -Phoebus'e ne oldu? Rahip: - Öldü! diye bağırdı. Kız yine buz gibi kımıltısız durdu: -Öldü! dedi. O zaman bana nasıl yaşamaktan bahsedersiniz? Rahip onu dinlemiyordu, kendi kendine konuşur gibi: - Ah! diyordu. Evet, ölmüş olmalı. Bıçak çok derine girdi. Sanırım ucuyla kalbine dokundum. Ah! Ben de bıçağın ucuna kadar yaşıyordum! Genç kız öfkeli bir dişi kaplan gibi rahibin üstüne atladı ve onu doğaüstü bir güçle merdivenlere doğru itti. - Defol, canavar! Defol, katil! Bırak da öleyim! İkimizin kanı sende ebedi bir leke bıraksın! Senin olmak mi? Asla! Asla! Hiçbir şey bizi birleştiremez, cehennem bile! Git, alçak! Asla! Rahip merdivene takılıp sendelemişti. Ayaklarını elbisesinin katları arasından sessizce çıkardı, fenerini aldı ve kapıya giden merdivenleri yavaş yavaş çıkmaya başladı. Kapıyı açtı ve çıktı. Genç kız birdenbire rahibin tüyler ürpertici bir hal almış çehresini yine gördü, öfke ve umutsuzluk dolu bir sesle bağırdı: -O öldü diyorum sana! Esmeralda yüz üstü yere yuvarlandı, mahzende karanlıklar içindeki su birikintisini titreten su damlasının iç çekişinden başka bir ses işitilmiyordu.
Sayfa 309
·
530 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.