Gönderi

Neşir hakkı din hürriyetinin en esaslı ve hayati bir cephesidir. Hattâ bu hak din hürriyeti prensibinden do­ğan hakların en ehemmiyetlisi ve neticeleri itibariyle en kıymetlisidir. Çünkü diyanet neşriyatla kendini koruya­cak, müdafaa edecek ve tekâmül imkânları bulacaktır. Dini neşriyat dindarlar camiasının ağzı ve dilidir. Bu neşriyattan mahrum olan bir memleketin dindarları, tıpkı dili koparılmış bir kötürüme döner. Buna mukabil dini neşriyatın teşvik gördüğü ve hür bir saha bulduğu memleketlerde bu neşriyat fevkalâde bir inkişaf göste­rir ve düşman neşriyatın en azılılarını bile susturur. Çünkü, ilmî ve hasbî olması şartiyle, dini neşriyat ruh­ları fetheder. Bundan dolayıdır ki, politikacılardan di­yanete düşman olanların en çok korktukları ve bu se­beple baskıya vurmak istedikleri hakda, dini mahiyette­ ki neşriyat hakkıdır. Fakat açıkça söylemelidir ki, dini neşriyatın diğer neşriyattan ayrı olarak, hususi maksat ve kanunlarla yahut, bazı memleketlerde yapıldığı gibi, el altından idare edilen hükümet emri ile, baskıya vu­rulduğu, yıldırma ve sindirme politikasına boğulduğu memleketlerde din hürriyeti yok olur. Hülâsa ibadet hakkı gibi, neşir ve telkin, talim ve tedris hakkı da din hürriyeti prensibinden doğan kudsi bir haktır. Bu hakkı yok edercesine tahdit edip baskıya vuran bir idarenin adamları, ne memleket içi siyasetin­ de, ne de milletlerarası münasebetlerinde din ve vicdan hürriyetinden bahsedemez. Ederse yalan söylemiş olur. İlâve edelim ki, bugün bu hakkın en geniş ve temi­natlı bir şekilde tanındığı ve himaye gördüğü memle­ketler Garp demokrasileridir. Bugün lâik Fransa, İtalya ve Belçika'da Hıristiyan din adamları tarafından idare edilen tam teşkilatlı birçok enstitü ve üniversiteler mev­cuttur. Hıristiyanlık bu müesseselerde bütün incelikleri ve ahkâmiyle okutulmakta ve değerli genç din âlimleri yetiştirilmektedir. Bizim bildiğimiz ve az çok neşriyatı­nı takip edebildiğimiz, Fransa, Belçika ve İsviçre gibi memleketlerde her sene dini mevzular etrafındaki kitap, mecmua, gazete neşriyatı hayret edilecek bir ye­kûn tutmaktadır. Bugün dini tâlim, tedris ve neşir hakkının tam ve teminatlı bir himayeden mahrum olduğu memleketler arasında, esef ederim ki, Türkiye'miz de vardır. Bizde dini tahsil veren ve tedrisat yapan müesseseler yani medreseler, 1926'da çıkan "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" île kapatıldıktan sonra, bugüne kadar Müslümanlığın yüksek ilmi, kelâmiyat ve bediiyatı okutulmamıştır. Ve bu uzun devre içinde, tabiatiyle, Türkiye'de din âlimi de yetişmemiştir. Kabul edelim ki, eski medreseler mo­dern devrin ihtiyaçlarını karşılayacak bir durumda de­ğildi; fakat bunlar kapatıldıktan sonra, gönül isterdi ki, yeni müesseseler kurulsun ve cemiyetin muhtaç olduğu yüksek din adamları ve âlimleri yetiştirilsin. Bu yapıl­madı.
Sayfa 119
·
5 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.