“İNTİHAR ETMEYECEKSEK İÇELİM BARİ”
Ve iki rakip takımdan oluşan komite toplanır. Kimseden altta kalmamak için, gidilmiş bütün düğünler masaya yatırılır. Nerde yapıldığından tutun da, takı hasılatına, as kadronun neler giydiğine, gelinliği - damatlığına, kınası - bindallısı - çerezi - meşrubatına, gelin çiçeği - kuaförü - araba süsüne, bahşişi, düğün pastası, hatta balayısına kadar her şey dikkatle kıyaslanır. Sonuçta Çırağan’da bile yapsan herkesin bir kusur bulduğu o düğün yapılır. Salgın döneminde bile olsan yapılır. Birkaç saatlik gösteriden “ölürüz de” gene vazgeçmeyiz.
— Hani biz sıradan olmayacaktık, kot pantolon ve tişörtlerimizle nikah yapacaktık?
Siz kendinizi Yoko Ono ve John Lennon mu sandınız? Sıradan insanların böyle özgür seçimleri olamaz!
Bu yazıyı okuyan sevgili okur; kız tarafı mısın, erkek tarafı mı? Biliyorsun, düğünde tarafsız olunmaz! O nedenle tarafını seç ve sana ayrılan yere geçip “Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi”ni seyre başla. Bu düğün de bildiğin şatafatlı bir tören.
Ancak nereden baktığın çok önemli...
“İntihar etmeyeceksek içelim bari!”
Bir eser ancak bu kadar çarpıcı bir cümleyle başlayabilirdi. En azından ben bu cümleyi hiç unutamayacağım.
İncelemeye çalıştığım eser, Adalet Ağaoğlu’nun “Dar Zamanlar” üçlemesinin ikinci kitabı. (Üçleme sırası: Ölmeye Yatmak - Bir Düğün Gecesi - Hayır)
Eserin ana karakterleri çevresinde geçen olaylar, Adalet Ağaoğlu’nun kullandığı bölüm yapısı yoluyla okuyucuyu farklı zaman ve mekanlara götürerek anlatılır. Yazar bu bölümlerde, yaşananları karakterlerin gözünden bizlere aktarmış. Şimdiki hâllerinin, nasıl bir geçmişin sonucu olduğunu ayırt etmek açısından verimli ve sürükleyici bir yöntem olmuş.
12 Mart 1970 darbesinin farklı kesimlerden insanlar üzerinde bıraktığı etkileri, Türkiye’nin 70’li yıllardaki durumunu, ordu ve sermayenin işbirliğine varana dek gözler önüne sermek ve bunu tek bir gece içine bu denli başarıyla sığdırmak, eseri övgüye değer kılıyor.
Düğüne katılan eş-dost, komşu ve akrabaların yaşayışları, siyasi görüşleri kullanılarak, aslında bir anlamda dönem insanının da profili çıkarılmış oluyor. Örneğin, ana kahramanlardan Tezel, Ömer ve Ayşen ile darbe sonrasında hayal kırıklığı yaşayan solcu aydınlar sembolize ediliyor. Bir başka karakter, geçmişin sıkı “Türkçü”sü İlhan ise, “Türkiye”sini sömürerek aşırı zenginleşen sınıfı ve ülkemizin o dönemdeki çarpık kapitalistleşmesini çok güzel temsil ediyor. Yalnız fiziksel güzelliğini ve gününü gün etmeyi düşünen şehir kadınlarından tutun da, henüz dinî kıyafetlerinden vazgeçemediği için alttan alta hor görülen hacı amcalara kadar, ülke insanı farklı yönleriyle ortaya konuluyor.
12 Mart sonrası Türkiye’sinin siyasi ve toplumsal profilini çıkaran, zaman zaman Oğuz Atay konuşuyor sandığım bu eserde vardığım en keskin sonuç, 12 Mart’ın en büyük darbeyi sol kesime vurduğu oldu.
Severek okunacak bir kitap. Kesinlikle tavsiye ederim.