Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Yeni Türkiye"nin üzerinde bir Necip Fazıl hayale­ti dolaşmaktadır ve buna dair çok sayıda örnek verilebi­lir. Örneğin, "Türk tipi başkanlık" tartışmalarının Necip Fazıl'ın "Başyüce"sinden esinlenmediğini kim iddia edebi­lir ki? Başyüce, milli iradeyi şahsında somutlaştıran, "dev­let benim" diyen, iman, ahlak ve aklı birleştiren, adeta ilahi bir güç tarafından özel bir görevle dünyaya gönderilen, her şeyin en doğrusunu, en iyisini, en güzelini bilen bir figür olarak, bugün bize kimi hatırlatmaktadır? Türk tipi başkan, tam da başkanlık sisteminin doğasına aykırı bir şekilde bütün denge-kontrol mekanizmalarından arınmış olarak koltuğunda oturacak, burjuva demokrasi­sinin temel iddialarından kuvvetler ayrılığı ilkesi göz ardı edilecek, başkan istediği zaman Meclisi feshetme yetkisine sahip olacak, kendisini herhangi bir kanun ile bağlı his­setmeyecek, ağzından çıkan her söz emir ve kanun telakki edilecektir. Tıpkı Necip Fazıl'ın Başyücelik Devleti'nin te­pesinde yer alan Başyüce figürü gibi. Üstelik Necip Fazıl'ın ütopyasında, Başyüceler Kurultayı'nın Başyüce karşısında küçük de olsa göreli özerk bir hareket alanı, zorlaştırılmış olsa da Başyüce'yi görevden alma yetkisi vardır, öngörülen başkanlık modelinde ise Meclise böyle bir yetki verilme­mektedir. "En az üç çocuk" tartışmasını ve iktidarın evlilik ve do­ğum politikalarını hatırlayalım. Türk sağının bütün özne­leri gibi yeni Türkiye'yi inşa eden siyasi özne ve mensupları da, "doğum kontrolü"nün Batı'nın bir oyunu olduğuna ve yeniden bir "cihan devleti" olmamızı engellemek adına sah­nelendiğine inanmaktadırlar. Nüfusla, özellikle genç nü­fusla güç arasında doğrusal bir ilişki kuran bu yaklaşımın vardığı yer doğal olarak, evliliklerin ve üremenin teşviki olmaktadır. Aile zaten bütün sağ ideolojilerde toplumun te­mel direğini oluşturmakta, hem Necip Fazıl'ın ütopyasında hem iktidar kadrolarının tahayyül dünyasında buna uygun bir nitelik taşımaktadır. Ahlaksızlığı, yozlaşmayı, gelenek­sel değerlerden uzaklaşmayı ve gençlerin sapkın ideolojilere yönelmesini engellemenin yolu sağlam bir aile kurmaktan geçmektedir. Ancak mesele sadece sağlam bir aile kurmak değil, aynı zamanda çoğalmaktır. Batı'nın Türkiye'ye kurduğu doğum kontrol tuzağı boşa düşürülmeli ve aileler en az üç çocuk yapmalı, yeni Türkiye'nin inşasına bu şekilde harç koymalıdırlar. Yeni Türkiye'nin emek rejimi, yani çalışma yaşamı da, Necip Fazıl'ın "fabrika bacaları ile cami minarelerinin bir­likte yükselmesi" ve "işçi ile işveren arasındaki tezatlığın giderilmesi" ideali üzerine kurulmuştur. İktidarın herhangi bir sanayileşme politikası olmaması nedeniyle, fabrika baca­ları ile değil ama tekstil atölyeleri ile cami minareleri, Kuran kursları, tarikat ve cemaat evleri özellikle İstanbul' da iç içe geçmiş bir şekildedir ve yeni Türkiye'nin idealindeki işçi sendikaya ve greve değil, camiye, Kuran kursuna, cemaat ve tarikat evlerine giden işçidir. Sendikaya gidiyorsa da, bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin odağı olan, servet düşmanı sendikala­ra değil, milli ve yerli sendikalara gitmeli, sapık ideolojiler­den uzak durmalıdır. Yeni Türkiye'nin sermaye sınıfı Necip Fazıl'ın ütopyasındaki gibi aşırı sömürüyü zekatla dizgin­leyen, kontrol altında, gelir dağılımında adaleti gözeten bir nitelik taşımasa da, Başyücelik Devleti'nin idealindekine benzer bir işçi sınıfının yaratılması büyük ölçüde başarıl­mıştır. Ayakken baş olma hevesine kapılmayan, toplumsal hiyerarşideki yerini ve konumunu bilen ve buna itiraz et­meyen, devletine bağlı, vatansever, kendisine verilen görevi layıkıyla yerine getiren, biat eden bir işçi sınıfı vardır artık yeni Türkiye' de. Eğitim alanı da keza öyledir. Fiilen imam-hatipleştirilen orta öğretimle, "değerler eğitimi" adı altında dinselleşti­rilen ilköğretimle, zorunlu din dersleriyle, başı kapatılan kız çocuklarıyla, dini vakıflara, cemaatlere ve tarikatlara devredilen okul-yurt-derhane sistemiyle, "kininin ve dininin sahibi nesiller" yetiştirmek için gereken kompleks aygı­tın inşası büyük ölçüde başarılmış, bu "kampa aygıtı"ndan kaçış, özellikle çocuklarını özel okullara gönderemeyecek olan yoksul sınıflar açısından adeta imkansız hale gelmiş­tir. Bunun dışında, üniversiteler de, yeni Türkiye'nin ru­huna uygun bir şekilde dizayn edilmekte, üniversiteden eleştirel düşünceyi ve aklı üreten kurumlar olmaları değil, rejimin meşruiyetini yeniden üreten kurumlar olmaları beklenmektedir. Akademideki aykırı seslerin ve çıkışların neticesinin ne olduğu ise artık herkesin malumudur. Üremeden sanata, üniversiteden orduya, toplumsal ya­şamın her alanını kuşatmayı, toplumsal yaşamın her ala­nını adı konulmamış bir üst ilke, yani İslam ve onun Sünni yorumu ekseninde biçimlendirmeyi hedefleyen bir rejim inşası süreci halen devam etmektedir ve sadece birkaç ör­nek üzerinden göstermeye çalıştığımız üzere, bunda Necip Fazıl'ın ve Başyücelik Devleti ütopyasının büyük etkisi bu­lunmaktadır. Bu kitap yazılırken yeni Türkiye'nin inşasında nihai aşama olan yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmaları bütün yoğunluğuyla devam etmekteydi. Başkanlıktan zi­yade, Başyüce figürüne öykünen, bu nedenle de Başyücelik olarak adlandırmanın daha doğru olacağı bir sisteme geçiş mümkün olacak mıdır, yoksa "süreklileşmiş kriz iradesi" anlamına gelen bu inşa süreci bir noktada duracak mıdır, buna henüz kesin yanıt verebilecek bir duruma değiliz. Kesin olarak bildiğimiz ise, politik formasyonlarını genç­lik yıllarında Necip Fazıl' dan alan kadroların Türkiye'yi on dört yıldır yönettiği ve kendilerinden önceki iktidarlar­dan farklı olarak, yeni bir rejim inşa etme misyonu doğrultusunda hareket ettikleridir. Yine kesin olarak bildiği­miz bir başka şey ise şudur: Bu inşa sürecinin başkanlıkla nihayetlenip nihayetlenmeyeceğine dair mücadele, hem bu kadroların hem de eskisiyle yenisiyle Türkiye'nin kaderini ve geleceğini belirleyecektir.
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.