Seyit Ahmet Arvasi 1932 yılında Van' da doğar, l 958 yılın-da Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji bölümünü bitirir. l965'te İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri isimli bir kitabı yayınlanan Arvasi, 1966 yılında Türkeş'le tanışır ve CKMP'ye katılır. 1967 yılında yayınlanan Kendini Arayan Adam adlı eseriyle milliyetçi gençler arasında tanınmaya başlar. Öğretmenlik mesleğine devam ederken, 1976 yılında MHP'nin haftalık Devlet gazetesinde "Arada Bir Sohbet" başlıklı yazıları yayınlanır, 1978 tarihinden itibaren ise Hergün gazetesinde "Türk-İslam Ülküsü" adını verdiği köşesini yazmaya başlar. Arvasi, 12 Eylül darbesinin ardından 18 Eylül günü tutuklanır ve MHP ana davası sanıkları arasına dahil edilir ama kısa süre sonra, 9 Ocak 1981'de serbest bırakılır. Darbeden sonra da Yeni Düşünce ve Türkiye gibi dergi ve gazetelerde yazıları yayınlanır. Arvasi 1988 yılında, geçirdiği kalp krizi neticesinde yaşamını yitirir.
Arvasi, dönemin Aydınlar Ocağı etrafında toplanmış milliyetçi-muhafazakar aydınlardan farklı olarak, "Türkİslam Sentezi" yerine, "Türk-İslam Ülküsü" terimini kullanır ve bunu da Bora ve Can'ın "Ülkücü Hareket'in İslamlaşma sürecinin ürettiği terminolojinin, temel teorik ve ideolojik tutumların, formüllerin kataloğu niteliğindedir" dediği (Bora&Can, 2000: 299) aynı adlı kitabının sunuş kısmında şöyle açıklar: "Din ve milliyet zıt değerler değildir. Bu sebepten 'sentez' tez ile antitez arasında olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine 'Türk-İslam ülküsü' daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız." (s. 27) Arvasi, Türk-İslam Sentezci "Türklükle İslam arasındaki varoluşsal ilişki" ve "Türklerin Müslüman olmadan önce dahi Müslüman gibi yaşadığı" şeklindeki temel tezleri kabul etmekle birlikte, Türk-İslam Sentezcilerinin İslamı Türklük lehine araçsallaştırılmaları ve asıl vurguyu Türklüğe yapmalarına mukabil, "Türklüğün İslamla şereflenmesini" ve "Türklerin İslama yaptıkları hizmet"i söyleminin merkezine koyar ve böylelikle onlardan ayrışır. "Türk-İslam Ülküsü" ile "Türk-İslam Sentezi"nin ayrım noktası tam da Türklükle İslam arasındaki ilişkide öne çıkarılan ve vurgulananın İslam olmasıdır yani. Bütün milliyetçi ideologlar gibi Arvasi de, tarihi "milletlerin tarihi" olarak okur, insanlık "millet" adlı kompartımanlara ayrılmıştır ve geçmişte olduğu gibi bugün de dünya "milletler" den müteşekkildir. Arvasi'ye göre "bugün, yeryüzü haritasının beşeri tablosu, ayrı ayrı 'kültür daireleri' etrafında organize olmuş 'içtimai ırklardan' yani milletlerden ibarettir. Bu durum yalnız bugünün gerçeği değildir, tarihin en eski çağlarından beri müşahede edilegelmektedir. Tarih,
Bir kavimler tarihi' dir." (s. 105) Arvasi, bu düşüncesini İslamla temellendirir ve "yüce ve mukaddes kitabımıza göre, insanlar, Ademoğulları olarak aynı kökten gelmiş olmakla beraber, çeşitli milli ve ırki şubeler ve dallara bölünmüşlerdir," der. "İçtimai ırk" kavramı, Arvasi'nin milliyetçiliğini anlamak açısından anahtar niteliği taşımaktadır. Arvasi "Türk milliyetçiliği, politikasını 'biyolojik ırkçılık' üzerine kurmayı reddetmekle beraber, 'içtimai ırk' gerçeğini inkar ve ihmal etmemelidir," der. (s. 102) İçtimai ırkı ise şöyle tarif eder: "Adından da anlaşılacağı üzere 'içtimai ırk' biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların 'soybirliği şuuru'dur. Ortak bir şuur tarzında beliren 'mensubiyet duygusunun' soy ve kan birliği şeklinde duyulmasıdır. Zaten biyolojik verasetin yanında, ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücadeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhi hem de fiziki bakımdan birbirine yaklaştırır. Aynı kültürün içinde yaşayan ve aynı kaderi paylaşan insanlar arasında 'evlenmeler' kolaylaşacağından, tarih içinde bir oluş ve yoğruluş halinde insanlar 'fizikman' da birbirlerine benzemeye başlar. Yani sosyal. kültürel, ekonomik ve politik bütünleşmelerden sosyolojik bir zaruret olarak, zamanla bir 'içtimai ırk' doğar." (s. 102) Anlaşılacağı üzere, Arvasi "biyolojik ırk paradigmasını" reddetmemektedir, sadece bunun "millet olmak" için yeterli olmayacağını düşündüğünden, onu ortak bir coğrafya üzerinde yaşamak, ortak bir kültürü, tarihi ve ideali paylaşmak gibi faktörlerle tahkim etmeye, "biyolojik bir hakikat"i "sosyolojik bir hakikat"le güçlendirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla, "asimilasyon"a da bir açık kapı bırakmakta, Türk olmayan etnik grupların zamanla bu ortaklıklar üzerinden Türklük dairesine dahil edilebileceklerini, yani "içtimai ırk"ın bir parçası haline gelebileceklerini varsaymaktadır. Ayrıca, insanlar aynı topraklar üzerinde yaşayıp aynı kültürü ve dili paylaşınca ister istemez bu ortaklığı paylaştıkları insanlarla bir aile kurumu oluşturacaklar ve böylece "içtimai ırk"ın devamlılığı sağlanmış olacaktır. Arvasi'ni n milliyetçiliğinin "biyolojik ırk paradigması"nın bütünüyle dışında olmadığını gösteren kanıtlardan biri, "biyo-politika"ya bakışıdır, istediği kadar ortak vatan, kültür ve tarihten bahsetsin, "soy ve kan" onun milliyetçiliğinin başat unsurlarından biridir ve o da tıpkı "biyolojik ırkçı" Atsız gibi, kanın saflığının korunmasını "içtimai ırk"ın olmazsa olmazlarından biri kabul eder: "Türk tipini korumak ve geliştirmek ıçın, çok uzak coğrafi alanlara dağılmış Türk çocuklarını, birbirleri ile evlenmeye teşvik etmelidir. Yeryüzüne dağılmış vatan çocuklarını evlilik bağı ile birbirine katlamalı, 'dar bölge', 'aşiret' ve 'etnik' gayretlerle birbirlerine kız alıp vermeyen Türk çocuklarını, birbirleri ile evlenmeye 'özendirici' tedbirler alınmalı, Türk içtimai ırkı 'kan ve soy birliği' şuuru ile güçlendirilmelidir. Bu birliğin değeri, asla küçümsenmemelidir. Öte yandan yabancı milletlerin kız ve oğulları ile evlenmenin teşviki önlenmeli, bu konuda 'kamuoyu' uyanık tutulmalıdır. Bir Germen-Türk, bir AmerikanTürk . . . karması nesillerin her iki millete de fayda sağlamayacağı ortadadır. Kaldı ki, bu suretle doğan nesillerin şahsiyet gelişimi ve intibakı zorlaşmakta, bizzat bu şekilde doğan kimseleri 'mutsuz kılacak' komplekslere sebep olmaktadır."