Gönderi

264 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 9 days
ŞANS DÖRDÜNCÜ YAPRAKTA DEĞİL
Yazarımız Colette Dowling 23 farklı dile çevrilen bu kitabını, kendi uyanışı sonrasında görüştüğü pek çok kadına ve tabi ki kendine dair yaptığı analizler neticesinde 1981 senesinde kaleme almıştır. "Yaşamının tamamını kocasını düzenli tutmaya ve çocuklarını “korumaya" adayan kadın bir aziz değil, sığıntıdır." diyen yazar yaşadıkları sonucu kendi kedine farkındalığa uyanan nice kadından bir tanesidir. Kitap yedi bölümden oluşmakta olup, dili sade ve akıcıdır. Her yaşta kadının okuma alışkanlığı olsun ya da olmasın rahatlıkla okuyabileceği ve kendine dair pek çok gerçeğe varmasına yardımcı olacak bir kitap olduğunu ısrarla söyleyebilirim. Yazarımız ilk başta kendi hayatında yaşadığı fark edişten yola çıkarak kadınların içinde kök salan kurtarılma arzusunu tanımlıyor. Binlerce yıldır kadınlar bir erkek kurtarıcı, koruyucu ve sahipleniciye mecbur bırakılarak yetiştirilmiştir. Gün gelir kadınlar bu maruziyetten silkelenip kurtulmaya ve özgürleşmeye başlar lakin bir yerlerde yine bir zincir olduğunu hisseder. Bu zincir kadınları özgürken bile hüküm altında tutabilecek kadar güçlüdür. Üstelik özgür kadın bunu kendi isteği ile yapar. Çünkü erkek kurtarıcıya ihtiyacı olduğu bilinçaltına tamamen yerleşmiştir. İşte bu yerleşik düşüncenin temel sebebi kız çocuklarının bağımlı yetiştirilme modelidir. Özgürlük, öyle ki günümüz özgür kadınının bir çeşit korkusu olmuştur. Yazar bunu fark ettiği zaman büyük bir içsel yıkım yaşayıp aynı yıkımdan yeniden doğmuş ve bu içsel zincire sahip pek çok kadınla iletişime geçmeye başlamıştır. Ardından da ortaya böyle kıymetli bir eser çıkmıştır. "Yetişme tarzımıza ilişkin her şey, bize, bir başkasının parçası olacağımızı; ölene kadar mutlu evlilikle korunacağımızı, destekleneceğimizi, dibe batmaktan kurtarılacağımızı söyleyip durdu." Dowling özgürlük korkusu ve kurtarılma arzusunun kök nedenini işte bu paragrafa dayandırıyor. Yani çocukluk çağı eğitimine. Kız çocukları narin ve korunmaya muhtaç yetiştirilirken erkek çocukları yırtıcı ve dışa dönük yetiştiriliyor. Haliyle yetişkinlik çağına gelindiğinde erkekler ailenin maddi ve manevi ağır sorumluluğu altında ezilirken, kadın sırtını kendi isteği ile erkeğe dayayarak ya da erkek tarafından zorla tahakküm altına alınarak yeteneklerinin ve gücünün yabancısı oluyor. Ve yazar, kadınların, hayatlarını sihirli bir dokunuş ile dönüştürecek bir dış müdahaleyi beklemelerini Sindrella Kompleksi olarak tanımlıyor. Her ne kadar ataerkil düzen ve toplum baskısı sebebiyle özgürlüğe tamamen kapılamıyor olsak da bu durum yalnızca dışsal sebeplere dayanmıyor. Yazarın da belirttiği üzere özgürlük bize verilse bile içsel bir baskılama bizi bu olguyu kullanmaktan kendi isteğimiz ile mahrum ediyor. Çocukluktan itibaren dayatılan iyi eş ve kutsal anne modelleri, özümüzde yer alan yetenek, güç ve başarı isteklerini törpülüyor ve küçültüyor. Bir süre sonra kadın olmayı, evi iyi yöneten ve çocukları doğru yetiştiren kişi olmakla tanımlar hale geliyoruz. Anneliğin kutsal olması ifadesine her daim karşı çıkmışımdır. Bunun da sebebi bazı kadınların istedikleri halde anne olamamaları, bazı kadınların ise istemediği için olmamalarıdır. Anne olmayınca birey kutsallıktan uzaklaşıyor mu? Ya da insan olmak mı kutsal bir olgu? Bundan emin değilim fakat emin olduğum şey; ne annelik ne de babalık kutsaldır. Bir çocuğu ebeveynleri olarak en sağlıklı ve kaliteli şekilde, çocuğun kişilik özellikleri ve ilgi alanları doğrultusunda eğitebilmek benim için daha önemlidir. Ama kutsal mıdır, ondan yine emin değilim. İşte buna benzer bağımlı eğitim modelleri kadınları korkak hale getirip mevcut potansiyellerini kaybetmelerine ya da sadece küçük bir kısmını ortaya çıkarmalarına sebep oluyor. Öyle ki kitapta kaynağı verilen pek çok araştırma, kadının dış dünyadaki mücadeleden kendi isteği ile kaçıp evine sığınmanın fırsatını bulunca, bunu direk uyguladığını gösteriyor. Bunu yaparken çok sık olarak hamilelik yolunu seçebiliyorlar. Çünkü o zaman bu kaçışın bir sebebi olmuş oluyor ve böylece kadın kendini suçlu hissetmiyor. Yazarın bir bölümde verdiği çok güzel bir paragraf var. Diyor ki: "Kadınlar, tanım (kimlik duygusu) için başkalarına yönelir. Kendilerini, bir başkasının gözünde görme derecesi öyle yüksektir ki, söz konusu başka kişiye bir şey olması (ölmesi veya ayrılması, hatta belirgin bir şekilde değişmesi) halinde, kendilerini artık göremezler. Üç yıllık sevgilisini kaybeden bir kadın (ki milyonlarcasının duygularını dile getirdiğine kuşkum yok), "Sanki varolmamışım gibi bir duygu," diyor." İşte bu alıntı bize aslında temel sebebin "bağımlı yetiştirilme" tarzı olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ne kadın doğası ne de fıtrat ile açıklanamaz bu. Niye mi? Çünkü gerçeklik payı sıfır. Pek çok kadın bir erkek tarafından terk edildiğinde yaşamına kaliteli şekilde devam edebiliyor, hayatını kazanıp kendi istekleri doğrultusunda yönetebiliyor. Bu da kadın doğası mantığını tamamiyle yıkar. Şimdi bağımlı kadınların yönelimlerinden biraz uzaklaşıp, tepkilerine bakalım. Bu kadınlar sorunları görmezden gelir ve başlarına gelenlere katlanıp kabullenmek konusunda çok iyidirler. Böylece sorunun kaynağına inerek çözüm bulmaya da gerek kalmaz. Çünkü çözüm aramak ve sorunu ortadan kaldırmak cesaret ister. Fakat bağımlı kadın fobik eğilimi sebebiyle başarısız olacağına inanmıştır. Yazar, fobik eğilimlilerin ergenlik çağlarında güçlü ve kimseye ihtiyaç duymayan tavırlar sergileyip evlenme çağına geldiği zaman kurtarılma ihtiyacını yoğun şekilde hissettiklerini söylüyor. Kadınlar geçmişte oluşan çaresizlik ve güvensizlik duygularını böylesi dönemlerde ortaya çıkarıyor. Evlenip bir erkeğe sırtını dayamayı, kendi hayatını yönetmeye ve sorunları göğüslemeye tercih ediyor. Çünkü bu kadınlar halen daha küçük birer prensestirler. Korunmaya ve kurtarılmaya muhtaç güçsüz prensesler. Peki bu korku duygusunun kökeni nedir? Binlerce yıldır kadınlara doğası ya da fıtratı gereği güçsüz ve korkak olduğu gerek aile gerekse toplum adet ve inançları ile aşılanmıştır. Oysa ki son dönemlerde artık psikolog ve sosyologlar bu duygunun cinsiyetten bağımsız olduğunu ortaya koymuştur. Erkek ya da kız çocuğu olması fark etmeksizin, bir çocuğa doğduğundan itibaren verilen eğitim o çocuğun yetişkin hayatında sahip olacağı pek çok kişilik özelliğini ve vereceği kararları şekillendirir. Bu bağlamda kadınlar güçsüz ve korkak varlıklar değil, zihinleri yanlış eğitim yoluyla gasp edilen varlıklardır. Hal böyle olunca da bir erkeğe dayanarak sorumluluktan kaçma kadının ilk firsatta elde etmeye çalıştığı kurtuluş yolu olmaktadır. Kitapta yine bahsi geçen bir takım araştırmalara göre, kadınlarda bağımlılığın yaşla doğru orantılı olarak arttığı, IQ puanının ise ters orantılı olarak azaldığı belirlenmiştir. Bağımlılık arttıkça özgüven ve özsaygı azalmakta, korkular, kaygılar ve başarısızlık inancı artmaktadır. Ebeveynlerin kız çocuğuna karşı aşırı korumacı ve narin yaklaşımları erkek çocuğuna ise daha sert ve kısmen acımasız tavırları bu çocukların öz yeterliliklerine doğrudan etki etmektedir. Erkek çocuğu bebeklikten itibaren duygusal rahatlamayı kendi yolları ile sağlarken kız çocukları hep bir dış müdahale bekleyerek büyümektedir. Bu iç güdüsel davranışlar, çocuklar biraz daha büyüyüp aklı ermeye başlayınca gözlemler ile pekişmektedir. Her şeyi kabul eden, uyumlu, pısırık, korkak anneye karşı kız çocukları içsel bir öfke duyar. Annesi gibi olmamaya karar verse de bu rol model onu bir taraftan tam zıddı, öteki taraftan bir benzerine dönüştürerek yoğun bir iç çatışmaya sürükler. Annenin yanında baba da bu kişilik gelişiminde oldukça etkin rol oynar. Baba belli bir müddet kızını güçlü ve özgüvenli yetiştirse de kız çocuğu babayı bazı konularda yenmeye başladıkça, baba bu durumu savaşa dönüştürerek kızına geri çekilmeyi ve itaat etmeyi aşılar. İşte bu yetiştirme modelleri ister bilinçli olsun ister bilinçsiz, kız çocuklarının annelerine dönüşerek kısır döngüye katılmasına sebep olur. Üstelik bu eğitim modeli sadece ailede değil okulda ve çevrede de desteklenir. Uslu ve itaatkar kız çocuğu bu sayede daima övgüler alır ve ödüllendirilir, ta ki evlenip kendi kendini tutsak edene, ya da iş hayatına karışıp erkeklerden daha geride kalmaya karar verene kadar. Her ne kadar kadın iş hayatında geri planda kalmaya çalışsa da, bence evdeki geri kalmışlık ve kendini adamışlık kadar kendini yetersiz ve yararsız hissetmez. Evde hem evin maddesel sorumlulukları, hem eşinin düzeni hem de çocukların her türlü bakımı kadını kendinden tamamen uzaklaştırmakta ve ruhsuz bir maddeye dönüştürmektedir. İçten içe aslında bir başkasının yani kocasının hayatını yaşadığını bilen kadın bir süre sonra kocasının, karısı olmadan ayakta kalamayacağına kendini inandırır ve kendi bağımlılığını kocasının kendisine olan bağımlılığı şekline dönüştürür. Bu sayede kendini bireysel manada işe yarar hisseder. Oysa ki bu tamamen yazarın tabiri ile kör bir adanıştır. Evlenmeden önce kocasını bir süper kahraman olarak gören kadın evlilik sonrası beklediği tepkileri, kurtuluşu ya da duygusal tatmini bulamayınca hayal kırıklığı ile öfkeye kapılır ve ilişkide sorunlar baş gösterir. Oysa ki erkekler de duygusal tatmine ihtiyaç duyan, sırtını bazı durumlarda yaslayacak güçlü bir kadın ister. Erkekleri bu ağır yükün altına sokmak ne derece doğrudur? Ben söyleyeyim kökten uca yanlıştır. Erkek de kadın da duygulardan ve mantıktan oluşur. Her iki cins de kendi sorumluluğunu kendi alabilmeli ve karşısındaki kişi ile eşit ilişki kurabilmelidir. Aksi durumda taraflar birbirini yoracak, yıpratacak ve yok edecektir. Ama kadınlar bu yıpranmadan genellikle daha büyük bir pay alacaktır, zira yazarın da vurguladığı gibi evliliklerde dengeyi sağlamak adına kendini en çok değiştiren, kendinden en çok kopan ve taviz veren taraf kadınlardır. Bu kadınlar "iyi kadın" olmanın gereği olarak evlilik adaptasyonunu görmektedirler. Oysa ki adaptasyon gerçek benliğinden uzaklaşıp mevcut duruma tam uyum sağlamaktır. Yani istemsiz bir dönüşümdür. Şimdi iş hayatından kaçış konusuna biraz da eğilelim. Meslek yaşamına baktığımızda yine kitapta verilen örneklere dayanarak kadınların pasif roller edinmeyi daha çok tercih ettiğini sıklıkla görüyoruz. Erkek mesleği ve kadın mesleği gibi ayrımları kadınlar da en az erkekler kadar kabul ediyorlar. Bir işe imza atarken daha sınırlı ve ürkek konuşmalar yapabiliyor, kendini ifade ederken yeterli özgüveni ve özsaygıyı sergileyemiyor ve hep bir korku pençesinde hareket ediyorlar, herhangi bir tartışmada ya da baskıda sert çıkmak yerine surat asıp ağlayabiliyor ve isteklerini o şekilde yaptırabiliyorlar. Çünkü bu kadınlar halen daha babalarının koruduğu küçük kız çocukları. Kadınlar bir taraftan iş hayatında bulunmak isterken diğer taraftan kaçmak isteyebiliyor. Çalıştığı süre zarfında ön planda olacak işler yapmak onları genellikle korkutuyor. Bu da kadınların iş hayatında başarısız, yetersiz ya da kabiliyetsiz oldukları düşüncesini doğuruyor. Oysa ki bu geri çekilmenin sebebi sadece kadın olmanın gereğini pasif varlık sergilemekte görerek yetişmiş olmalarıdır. Bir diğer kaçış sebebi ise evdeki sorumluluklardır. Evli çiftlerde ev işleri ve çocukların bakımı çok büyük oranda kadının üzerindedir. Hem iş yerinde hem de evde uzun mesailer harcayan kadınlar bu yorgunluktan kaçmayı istemekte çok haklılar esasında. Fakat çözüm asla ve kat'a bu kaçış yöntemi değildir. Çözüm ev işlerini eşlerin eşit oranda yüklenmesidir. Bazı kadınlar kocalarının kendilerine ev işlerinde yardım etmelerinden çok memnun. Ama bu bana göre fazlasıyla hatalı bir durum. Eğer ortada bir yardımcı var ise bu demektir ki bir de işin ana yüklenicisi vardır. Yani her daim kadın erkekten daha fazla görev icra ediyor. Eşlerin sorumluluk ve görevleri eşit olarak paylaşması halinde kadınlar mesleki yaşamına daha fazla enerji ayırabilecek ve başarı oranını artırabilecektir. Ama tabi bunları yapabilmek için kadınların da bu görevleri kendine sıkı sıkıya bağlamaktan vaz geçmesi gerekiyor. Sona gelirken yine güzel bir paragrafa yer vermek istiyorum. Diyor ki Dowling: "Öğrendiğim bir şey varsa o da, özgürlüğün ve bağımsızlığın, başkalarından (genelde toplumdan ya da erkeklerden) alınamayacağı, sadece, yoğun emekler sonucu içeriden geliştirilebileceğidir. Buna ulaşmak için, kendimizi emniyette hissetmek amacıyla kelepçe gibi kullandığımız her türlü bağımlılıktan vazgeçmek zorundayız." Yani kadınlar kendi bağımlılıklarını fark edip kabul ettiği zaman mücadeleye de başlıyorlar. Bu süreç elbette ki sancılı bir geçiş dönemidir ve zaman alır. Fakat yol boyunca, aşama aşama sadece kendisi olabildiğini, seçimlerini istediği doğrultuda yapabildiğini, sevdiği şeylere daha fazla enerji harcayarak başarılı olabildiğini kısacası gerçekten özgür olabildiğini gören kadın nihai amacına daha sıkı sarılabilecektir. Bir de kadın olarak doğmanın daha ilk başta şanssızlık ve adaletsizlik olduğunu görmekten vaz geçmeleri gerekiyor. Kısacası şansı bir başkasının kurtarıcılığında değil, kendi potansiyelimizde aramamızdır özgürlüğe ve güvene ulaşmanın yolu... Ve madem üç yapraklı yoncalar ile doğduk, o hâlde dördüncü yaprağı aramak yerine tüm yaprakları koparıp atmak gerek... Şans dördüncü yaprakta değil...
Sindrella Kompleksi
Sindrella KompleksiColette Dowling · Afrika Yayınları · 2020671 okunma
··
731 views
Yeşim okurunun profil resmi
Ne kadar güzel dolu dolu bir kitap okuduk beraber. İncelemen de çok güzel olmuş yine eline sağlık diyorum ve kitaptan beni en çok vuran alıntıyı aşağıya bırakıyorum. #79971155 Gel bi sarılacam ❤️🌼
Ecem okurunun profil resmi
Yıllardır birlikte yaptığımız her şey gibi bu okuma yolculuğu da çok güzeldi cicim😍😍 cok teşekkür ederim🍀🐢
2 next answer
Neşe okurunun profil resmi
Yeteneklerimizin ve gücümüzün bizzat farkında olan kadınlar olarak, evdeki temel onarımlardan tut da, yaşamsal tüm ihtiyaçları eksiksiz karşılama çabası ve çocuğunu kendine yeten bir birey olarak yetiştirmeye kadar her işin altından kalkıyoruz. Aldığımız üniversite eğitimiyle yetinmeyip, bunca işin arasında kendimizi yetiştirmeye, okumaya, araştırmaya devam ediyoruz. Ekonomik olarak birine bağımlı olmama şansımızın da farkındayız ve bundan gurur duyuyoruz. Bunlara rağmen, bağımlı yaşayan, özgüven yoksunu, kendi başına kalsa bir hiç olan kadın arkadaşlarımız bize acıyarak bakıyorlar.😂 Müsait bir zamanda incelemenin bir kopyasıyla birlikte bu kitabı kendilerine hediye etsem de okusalar diye çılgın bir düşünceye kapıldım şu an.😄 Eline sağlık canım. Çok güzel yorumlamış ve aktarmışsın. Kocaman kalpler sana. 💜💕💙💕💚
4 previous answer
Ecem okurunun profil resmi
O kadar güzel ifade etmişsin ki canım benim teşekkür ederim😍😍 ben de bu kitabı anneme okutacam. Özellikle ev hanımları için tam bir farkındalık kitabı. Tabi aynı şekilde çalışan kadınlar için de çok kilit noktalara değiniyor. Okudugun zaman eminim ki sen de çok seversin. 🍀🌞🐢🌻
1 next answer
Odessa okurunun profil resmi
Sanki uzmanı tarafından kaleme alınmış bir makale okudum Ecem, ellerin dert görmesin, konuyu öyle güzel izah etmişsin ki.
Ecem okurunun profil resmi
Çok sağol beğenmene sevindim ama zaten yazarın savlarını anlattım. Kendi yorumumu onun savları üzerinden yaptım. Yazar da kitap da cidden çok iyi😊
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.