Gönderi

344 syf.
·
Puan vermedi
İncelemeye başlamadan önce, bir yanlış anlaşılmanın önünü şimdiden keseyim. Alt başlıkta da yazıyor "Psikiyatrik İlaç Kullanımına Eleştirel Bir Bakış" diye ama gözünden kaçan olur, kitabın ismini duyar duymaz tetiklenecekler için: kitap tümden farmakoloji bilimini değil, psikiyatrik ilaç sektörünü inceleyip eleştiriyor. Aşı karşıtlığı, "alternatif" tıp gibi tepki çeken mevzular gündemde iken belirteyim dedim. Küçük bir uyarı daha: profilde tıp yazması, üstüne 5. sınıf olmam sizi birikimim konusunda yanıltmasın. Neticede mezun olmama iki aldım kaldı ama gerçekten akademik düzeyde inceleme yapacak kadar bir donanımım asla yok. Hele böyle spesifik bir konuya eğilen kitaplarda. Bu tarz kitapları okurken terminolojiye hakim olmanın verdiği bi rahatlık var sadece. Takip etmekte zorlanmıyorum. Bu kitabı okuyan başka birinden tek farkım, bu aşinalık olabilir desem alçak gönüllülük etmiş olmam. İleride uzmanlığımı nörolojide ya da psikiyatride yapacak olursam bu durum elbette değişir ama şimdilik bu yetersizliğimi bilerek okumanızda fayda var. İkinci sınıftan itibaren her sene, süresi değişse de, nöroloji ve psikiyatri derslerini gördük. Meseleye depresyon, şizofreni, manik-depresif duygu durum bozukluğu gibi "hastalıkların" tanımından başlamak gerekiyor. --- Konuyu dağıtmadan devam etmek istiyorum ama tanım demişken, bu ruhsal sorunlar için kullanılan "hastalık" ifadesinde beni rahatsız eden bir şey var. Yazar da kitabın hemen giriş kısmında bu konuyla ilgili bir bilgilendirme yapmış. Değinmeden geçmek istemiyorum: "Bu kitaptaki bazı terimleri tasvip etmediğim halde kullanmak zorunda kaldım, zira bu yaygın terimlerin alternatifi ya mevcut değil ya da çoğu kimse tarafından bilinmiyor. Çok fazla tırnak işaretinin okumayı zorlaştıracağı endişesiyle bu terimleri her zaman tırnak içine almadım. Örneğin, "akıl hastalığı" terimini kullanmakla birlikte, psikiyatrik sorunların hastalık tanımına uymadığını düşünüyorum. Bu terimden olabildiğince kaçınabilmek için psikiyatrik durumlar, sorunlar, bozukluklar ya da rahatsızlıklar gibi sözcükler kullandım, ama bu sözcüklerin hiçbiri psikiyatrinin uğraştığı sorunlar yelpazesini tam olarak kapsamıyor. Psikiyatri hizmetlerden yararlanan insanlar için zaman zaman "hasta" terimini kullandım çünkü en azından "psikiyatrik hizmet kullanıcısı" ya da "müşteri" gibi terimlerden daha iyi bir alternatif gibi görünüyor; Ancak bu, sözcüğün tüm içerimlerini kabul ettiğim anlamına gelmemeli. Son olarak, bu kitabın mesajı ile çelişmesine rağmen bazı ilaçların özgül tedavi iması taşıyan adlarını-yine alternatifi yokluğundan ötürü- kullanmak zorunda kaldım. Örneğin "antidepresan" terimini kullandım çünkü bu ilaçlar için tayin edilmiş başka bir sözcük mevcut değil." Oliver Sacks'ın https://1000kitap.com/kitap/karisini-sapka-sanan-adam--207668 kitabını okuduktan sonra kazandığım bir hassasiyet bu. Böyle bir destek almak zorunda kalan kimseler için "hasta" sıfatını kullanmayı reddediyorum. Hasta kelimesinin kendisi kötü bir kelime, bir hakaret değil belki ama insanların bir karaciğer hastasıyla bir "akıl hastasına" bakışı da aynı değil. ---- Tanımlar demiştim. Şimdi Guyton'ın Fizyoloji kitabından aldığım, bu hastalıkların tanımlarını yazacağım. Sırayla gidelim. (Bu kısımdan sonra transmitter/nörotransmitter kelimesi biraz sık geçeceği için tanımını şuraya bırakıyorum.. Nörotransmitterler: sinir hücrelerindeki bilgi akışını sağlayan küçük kimyasal iletkenlerdir. Özellikle Beyin ve Sinir sistemi için önemli olan, birçok ruhsal hastalığın da nedeni olan bazı nörotransmitterleri çokça duyarsınız. Bunlardan Dopamin ve Serotonin en çok duyulan ve en çok araştırılan nörotransmitterlerdendir.) Depresyon: ABD'de 8 milyon kişide bulunan mental depresyon psikozunun beyinde nöradrenalinin veya serotoninin ya da her ikisinin de eksik yapılmasına bağlı oluştuğunu düşündüren birçok kanıt bulunmaktadır (Yeni kanıtlar bazı başka nörotransmitterleri de sorumlu tutmaktadır). Depresyonun noradrenalin ve serotonin salgılayan nöronların aktivitesindeki azalmaya bağlı olduğu doğrultusundaki düşüncenin temel bir nedeni, rezerpin gibi nöradrenalin ve serotonin salgısını engelleyen ilaçların sıklıkla depresyona yol açmalarıdır. Bu tanımdan, kendim birtakım çıkarımlarda bulunursam: 1) Depresyonun etiyolojisinde serotonin, nöradrenalin VEYA her ikisinin birden eksikliği ve hatta yeni bazı başka transmitterlerin etkili olması... Olası çok fazla ihtimal ve değişken parametre oldu ki bir hastalığın tanımını özgül olmaktan uzaklaştırıyor bu durum. Depresyondan şüphelendiğim birinin beynindeki herhangi bir maddenin (nörotransmitterleri kastediyorum tabi) normalden biraz fazla yükselmesi tanı için yeterli gibi duruyor ki bu çok sağlıksız bence. 2) Tıpta nedenden sonuca ulaşmanın, sonuçtan nedene ulaşmaya göre daha sağlam ve tercih edilen bir yol olduğunu biliyorum. House dizisini izlemişseniz orada da mümkün olduğu kadar, önce hastalığın asıl sebebini bulup sonra radikal tedaviye başlamaya çalışırdılar. Zaman kısıtlıysa ancak o zaman tahminler üzerinden hareket edip acil tedaviye başlardılar. Az önce paylaştığım tanımda da ilacın etkisi üzerinden hastalığın tanımının yapılması, bu işin az çok içinde olan benim gibi çok insanın gözüne batmıştır. Kendi çıkarımlarım bu kadardı. Şimdi İlaçla Tedavi Efsanesi'nin depresyonla ilgili bölümlerine geçiyorum. "Antidepresan" olarak adlandırılan ilk ilaçlar psikiyatrik uygulamalara 1950'lerin sonlarında dahil edilmiştir. "Antidepresan" kavramının kendisi hastalık-merkezli anlayışı yansıtmaktadır. Bu anlayışa göre depresyon hastalığı ilaçla tedavi edilebilmektedir. Bu tedavi yalnızca ilaç-kaynaklı etkilerle belirtilerin ortadan kaldırılması anlamına değil, depresyona temel oluşturan süreçlerin bu ilaçlar tarafından onarılması anlamına gelmektedir. Depresyona ilişkin monoamin hipotezi bu anlayışı daha da pekiştirmektedir. Bu hipoteze göre depresyon, serotonin , noradrenalin ve dopaminden oluşan ve moleküler yapılarına göre "monoaminler" olarak adlandırılan bir grup nörotransmitterin gereğinden daha az olmasından kaynaklanmakta; antidepresan ilaçlar da terapötik (tedavi edici) etkilerini beyinde monoamin seviyelerini yükselterek göstermektedir. Oysa bu konularda yıllardır devam eden araştırmalara karşın elimizde hâlâ depresyonun monoamin hipotezini destekleyen somut bir delil yok. Beyinde noradrenalin düzeyini ölçen araştırmalar tutarsız sonuçlar vermekte; bazı çalışmalarda depresyon hastalarında noradrenalin düzeyi düşük, bazılarında ise daha yüksek çıkmakta (Davies ve Dubovsky 2002). Serotonin ile ilgili araştırmalar benzer şekilde tutarsız sonuçlar veriyor. Önde gelen psikofarmakologlar bile depresyonda serotonin işlevinde bozukluk olduğunu gösteren somut bir bulguya rastlanmadığını kabul ediyor. Ama bu hipotez hâlâ benimsenmekle kalmayıp baskın konumunu sürdürüyor. Bu hipotezi yanlışlayan deliller ya görmezden geliniyor ya da destekleyen deliller olarak farklı bir kılıkta sunuluyor. Örneğin Schildkraut, imipraminin beyinde noradrenalin seviyesini açık bir şekilde düşürdüğünü gösteren (garip çünkü destekledikleri teori ışığında, antidepresan etki gösteren bir ilaçtan, noradrenalin seviyesini yükseltmesini beklerdik) bir çalışmadan söz ederken, bu düşük konsantrasyona karşın noradrenalin aktivasyonunun bir şekilde artmış olabileceğini söylemiştir (Schildkraut, Winokur ve Applegate 1970). 1960'larda antidepresan kavramı psikiyatri ve genel tıpta yaygın olarak kullanılmaya başlamıştı. 1980'lerin sonuna kadar bu ilaçların kullanımında önemli bir artış gerçekleşmemişti. Bu süre içerisinde geçerli olan antidepresan anlayışına göre bu ilaçlar özellikle ağır depresyonlar için etkili ve yararlı bulunmuştu. Ancak, yeni bir antidepresan türü olarak SSRI'lar ortaya çıktıktan sonra, bu ilaçları üreten firmaların yürüttüğü geniş kapsamlı kampanyalar sayesinde bu durum çarpıcı bir biçimde değişti. Reçete edilen antidepresanların oranında patlama derecesinde bir artış yaşandı. Günümüzde de hala popülasyonun çok geniş bir kesimine bu ilaçlar yazılmaktadır. Günlük hayatın her türlü sıkıntısı için bir insanın antidepresan alıyor olması, bugünlerde tümüyle normal karşılanmaktadır. 1950'lerin çok öncesinde ders kitaplarında depresyon ve maninin tedavisi için genellikle dinlenme, temiz hava, meşguliyet ve uzun süreli banyolar gibi genel aktiviteler önerilmiştir. Bazı yazarlar bu rahatsızlıklar için "özgül bir terapi yönteminin olmadığını" vurgulamıştır. (Henderson ve Gillespie 1927) Bazı ilaçların yan etkileri de çarpıtılarak aktarılmış. Mesela imipiramin adlı ilacın tehlikeli sonuçlar doğurabilen tansiyon düşürücü etkilerinden söz etmek yerine, hipertansiyona iyi gelebileceği söylenmiş... Aslında incelemeyi Depresyon, Şizofreni, Manki-Depresif Duygu Durum Bozukluğu gibi ayrı ayrı başlıklar halinde yazmayı düşünmüştüm ama öyle yapsaydım hem bu yazı artık bir inceleme değil, kitabın çok uzun bir özeti olacaktı hem de kitabı okudukça gördüm ki hastalığın ismi değişse de meselenin özü aynı olduğu için bazı bilgiler sürekli tekrar ediliyor. Yani psikiyatrik hangi hastalık olursa olsun görüyoruz ki deneyler hep çarpıtılarak aksettirilmiş, dürüst rapor kayıtları tutulmamış, incelenecek hasta ve gönüllü insan kümeleri sağlıklı bir şekilde seçilmemiş, kullanılan ilaçlarlar da aynı stratejilerle ve şeffaf olmayan bilgilerle pazarlamış vs. Ama günümüzde çocuklara çok yaygın olarak konan bir tanı olan "Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu" ile ilgili dikkatimi çeken kısımlar oldu. Onları ekleme yapmadan paylaşacağım: (s.251) ABD'de DEHB ve arkasından bipolar bozukluk tanısı ile stimülanlara ve nöroleptiklere maruz bırakılan 4 yaşındaki Rebecca Riley'nin 2006 yılındaki ölümü, medyada büyük yankı uyandırmış ve halkı dehşete düşürmüştür. Bu gibi olaylar en azından nöroleptik ilaçların kullanımına sınırlandırmaya yönelik bazı girişimlere önayak olmuştur. Örneğin Florida eyaletinde çocuklara yazılan atipik nöroleptiklerin bağımsız psikiyatristler tarafından sıkı bir denetimden geçirilmesini gerekli kılan bir sistem geliştirilmiş ve kısa zamanda çocuklara yazılan bu ilaçların %75 oranında azalması ile sonuçlanmıştır (Hundley 2009). Çocuklarda ve yetişkinlerde DEHB vakalarına yönelik ilaç tedavisi konusunda ve çocuklarda diğer ilaçların kullanımı konusunda yapılan araştırmaların büyük bir kısmı, Profesör Joseph Biederman önderliğinde Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden bir grup çocuk psikiyatristi tarafından yapılmaktadır ABD milletvekili Charles E. Grassley tarafından yapılan bir soruşturmada Dr. Biederman ve bazı çalışma arkadaşlarının ilaç firmalarından elde ettikleri kazançları tam olarak beyan etmedikleri ifade edilmiştir. Daha sonra bu araştırmacıların her biri, yedi yıllık dönem içerisinde bir milyon doların üzerinde gelir elde ettiklerini itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Hatta Grassley gerçek rakamların daha da yüksek olabileceğini, çünkü görüştüğü firmaların bazılarının, araştırmacılar tarafından itiraf edilenden çok daha yüksek miktarlarda ödeme yaptıklarını söylediklerini kaydetmektedir (Harris ve Carey 2008). On yıl öncesine kadar davranış bozukluğu gösteren çocuklara ilaç yazılması en azından ABD'nin dışında anormal karşılanırdı. Çocuk psikiyatrisi daha ziyade aileden kaynaklanan sorunlar üzerinde durur, çocuğu ve aileyi sorunlarla baş etme konusunda daha uyumsal yöntemler geliştirmeye teşvik ederdi. Ancak son yıllarda ilaç endüstrisi giderek daha baskın bir rol oynamaya başlamış, çocuk psikiyatrisini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmiştir. Öyle görünüyor ki endüstri 1990'larda çocukları yeni bir pazar alanı olarak görmeye başlamıştır. İlaçların çoğunun çocuklarda kullanım lisansına sahip olmaması ve bu yüzden bu ilaçların çocuklara doğrudan pazarlamasının yasadışı olması nedeniyle, bu ilaçlar genellikle firmaların akademik çalışmaları desteklemesi (Harvard'daki Janssen'i desteklemesi gibi), önde gelen araştırmacılarla bağlantı kurması ve bu araştırmacıların ilaç tedavisi lehinde fikir beyan etmeleri için gerekli zemini hazırlaması aracılığıyla tanıtılmıştır. Bu arada birçok firma da yasa dışı yollarla çocuklara yönelik ilaç pazarlamakla suçlanmıştır. (s.252) Doktor Biederman ve araştırma grubuyla ilgili ortaya çıkan gerçekler de, tüm bu dolapların çocuklar üzerinde dönmesi de çok vahim. İnsan her yerde aynı insan ama okulun ismi böyle köklü afilli olunca, bünyesindeki insanlar bilimi, kişisel çıkarlarından daha üstte tutuyordur diye düşünüyor insan. Koskoca Harvard'sın yani. Ama öyle düşünmek yanlışmış belli ki. Bilime güvensek de bilim insanlarına güvenemeyeceğiz demek ki, çok acı. Peki sebep sadece maddi çıkarlar mıydı? Bunca psikiyatri doktoru, onlarca yıl boyunca, aslında ilaç tedavisinin tatmin edici ve kesin kür sağlayıcı bir sonucu olmadığını bile bile neden bu işe çanak tuttular? İlaçların uzun dönemdeki yan etkilerine baktığımızda götürüsünün getirisinden çok olduğunu da biliyoruz. Aslında ilginçtir; psikiyatrik ilaç kullanan çoğu insan, ilacı bırakırsa hastalığının tekrar nüksedeceği baskısıyla (ya da şantajıyla mı diyelim) uzun süre ilaca devam ettiriliyor ama bu riski bile bile ilaç kullanmayı bırakanların sayısı az değil. " Kendiliğinden ilacı bırakanların oranına bakılırsa, hastaların çoğu nüksetme riskini ömür boyu süren ilaç-kaynaklı hasarlara tercih etmektedir." s.279 Çünkü yazarın dediği gibi: bu ilaçların yan etkileri ne seyrektir ne de istisnadır. Bu durum bana çok dokunaklı geliyor. Hasta tek tedavinin bu olduğunu bile bile, yan etkilerden öyle ıstırap duyuyor ki, ilacın verdiği acı, hastalıktan baskın geliyor. O acıdansa hastalığı tercih ediyor. Başta kurtulmak için doktora başvurduğu hastalığa, sonunda kendi elleriyle teslim oluyor... Bu ilaçları kullanan hasta yorumları benim hep içimi burkuyor. Karısını Şapka Sanan Adam kitabında da ilaç deneyimlerini anlatan hastalar vardı. Ben bu kitapta karşılaştığım hasta demeçlerinden sadece bir tanesini şuraya iliştiriyorum: Yaşadığı deneyimleri British Medical Journal'a anlatan Peter Wescott, uzun süre nöroleptik kullanmanın psikozun yeniden ortaya çıkmasını önlemede yardımcı olduğunu söylemiş, fakat dokunaklı satırlarında ayrıca şunları yazmıştır: "Kişiliğim o kadar bastırılıp boğuldu ki delilik nöbetlerime rağmen ilaç öncesi günlerimin duygusal zenginliğini, bugünkü uyuşturulmuş lahana halime tercih ederim(...) Sanırım deliliğimin tedavisini kendi ruhumla ödedim." Az önce doktorların ilaç tedavisini neden savunduklarını sormuştum. Gerekçe tabii ki sadece para değildi. Akıl hastalıklarının sebepleriyle ilgili biyolojik temelli teoriler üretilmeden ve bu teorileri takiben mekanizma üzerinde etkili ilaçlar üretilmeye başlanmadan önce, psikiyatri dalı, ne toplum ne tıp camiası nezdinde saygın bir alan değildi. Neticede tıp bir şifa bilimiydi ve psikiyatri hiçbir hastalığa kesin çözüm sunamıyordu, insanları kelimenin tam manasıyla iyileştirmiyordu. Psikiyatristler doktor olarak bile görülmüyordu. Ama eğer hastalıkların mekanizmasını somut verilerle açıklayıp bu bozuklukların ilaçla tedavi edilebileceğini gösterebilseydiler, tıptaki diğer alanlar kadar saygı duyulan bir konumda olacaktılar. Bu sebeple yaşam kalitesini iyileştirme bakımından kârı fazla olmayan ilaçlar için bir felsefe taşı muamelesi yaptılar. Bunun sebebi psikiyatrların, psikiyatrinin tıbbi bir disiplin olarak tanınmasını sağlama arzusuydu. "Bu ilaçların beyin yapısı ve işlevi üzerindeki olumsuz etkilerine ilişkin onca kanıta karşın hâlâ bu fikir birliğinin (ilaç tedavisinin şart olduğu) geçerli olması, bence psikiyatristlerin psikotropik ilaçlarla ilgili hastalık-merkezli yaklaşıma inanmaya ne derece gereksinim duyduklarının en açık göstergesidir. Bu gereksinim nöroleptikler için özellikle önemlidir. Bu ilaçlar, diğer adları olan "antipsikotik" sözcüğünün de ifade ettiği gibi, psikiyatrinin en ciddi akıl hastalıkları için bile şifalar ürettiğinin somut delilleri olarak sunulmaktadır. Bu argüman, psikiyatrik hastalıkların da diğer fiziksel hastalıklar gibi görülmesi gerektiği fikrine ayakta tutan en temel dayanaklarından birini oluşturmaktadır. Bu dayanak olmasaydı eğer, bugün belki de tıbbi psikiyatri anlayışı yerde bir olurdu." Beş parmağın beşi bir değil tabi. Tepkisini koyan, doğruları söyleme cesareti gösteren doktorlar da olmuş kitapta bahsi geçen. Ama okyanustaki bir su damlası yarattığı dalga kadar etki gösterebilmişler. Bu incelemeyi yazmak için çok uzun süre bekledim, uğraştım ama okurken not ettiğim yerlerin yarısını bile ekleyemedim. Değinmek istediğim çok nokta vardı ama okunamayacak kadar uzun olmasın diye kısa kestim. Kitabın özeti gibi durmamasına gayret ettim, yine de inceleme içinde biraz fazla alıntı yaptım. Buraya kadar okuduysanız, vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Dipppnot: Soner Yalçın'ın Kara Kutu kitabı çok eleştirilmişti. O kitaba yapılan tarzda yorumlar yapılmasın diye belirtmek isterim: kitabın yazarı psikiyatrist, akademisyen ve farmakolog. Kitabın da yaklaşık 40 sayfalık bir kaynakçası var. Kitap içinde, satır aralarında ufacık da olsa bahsi geçen her deneyin, parantez içinde yılı ve deney başkanının adı belirtilmiş. Bu kaynak gösterme işi o kadar fazla ki, okurlen asabınız bile bozulabilir ((: Yazar hiçbir yerde desteksiz sallamamış yani. Bir Oytun Erbaş vakası değil, meraklısı gönül rahatlığıyla alıp okuyabilir.
İlaçla Tedavi Efsanesi
İlaçla Tedavi EfsanesiJoanna Moncrieff · Metis Yayıncılık · 201033 okunma
··
505 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Koray okurunun profil resmi
Okumakla kalmıyorum aynı zamanda kaydediyorum ki, gerek hayat pratiğinde, gerek ilgili bir inceleme yazarken veya okuma yapmadan önce dönüp dönüp tekrar okuyacağım muhtemelen. Eline sağlık.
Bahar okurunun profil resmi
Teşekkür ederim
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.