Gönderi

Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? Bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım. Bir filmde görmüştüm doktor: senin gibi gene bir doktor olan ve sözüm meclisten dışarı, delice planlar kuran Frankeştayn adlı biri, büyük bir bilim adamını öldürerek, beynini çalıyordu. Ona karşı koymak isteyen iyi niyetli bir genç adam da Frankeştayn’la mücadele ederken, içinde beynin bulunduğu kavanoz kırılıyor ve cam kırıkları bu üstün beyne batıyordu. Biliyorsun filimlerde böyle iyi niyetli genç adamlar olmasa her şeyin sonu çok kötü biter; üstelik bu işin sonu, iyi niyetli adama rağmen çok kötü bitti. Cam kırıkları hiçbir zaman beynin üzerinden tam manasıyla temizlenemedi; çünkü, beyin zarının zedelenmesinden korkuldu. Bence bu tehlike göz önüne alınmalıydı; fakat o zaman bu başka bir hikâye olurdu ve biliyorsun ki doktor, ben bütün hikâyelerin başka türlü olmasını isterim aslında. İşte doktor, yukarıda sözü geçen beyindir kafamın içindeki. Her parçam toplanırken buna benzer aksilikler oldu: Dünya yüz metre şampiyonundan bacaklarım alınırken bazı lifler koptu, bazı futbol karması soliçinden sol dizimin alınması da bu sporcunun minisküs olduğu zamana rastladı, zenci boksörden kollarımı çalanlar zavallının dört yıl önce boksu bıraktığını ve morfine alıştığını bilmiyorlardı. Canım bunların senin vücudunla ne alakası var? diye itiraz etti emekli albay. Peki doktor o halde neden her gece saatlerce yatağımda yüz metreler koşup dünya rekorları kırıyorum? Neden bizim takım üç sıfır yenik durumdayken tek başıma dört gol atarak sahadan çılgınca alkışlar arasında ayrılıyorum? Daha geçen gün dünya ağır siklet boks şampiyonunu dördüncü rauntta nakavt ettim. Ben durumu başka türlü açıklayamadım doktor; muhakkak böyle olmuştur. Ellerimi de yeni gömülmüş bir adamdan aldılar; bu ölünün kim olduğunu bir türlü anlayamadık. Ellerimdeki belirtilere bakarak da bir sonuca varamadık. Bir ressam mıydı? Yoksa bir yazar mıydı? Kadınları okşamasını biliyor muydu acaba? Belki bu ölü de bir sporcuydu. Fakat bunlardan hiç birini iyi yapamadığını biliyorum. Bana kalırsa bu zavallı da, benim gibi, birçok insanın üstüste yamanmasından meydana gelmişti. Bazı iç organlarımın da mezbahadan alındığı hakkında sinsi söylentiler dolaşıyor doktor. Biraz obur olduğumu söylerler de. Elini göğsüne koydu: Biliyorum doktor, en çok merak ettiğin organdır kalbim. Onun bana ait olduğunu söylüyorlar doktor. İşte buna dayanamıyorum. Ayrıca bu kadar çok parça içinde artık ‘Ben’ diye bir şey söz konusu olabilir mi? Hepsi dışarıdan alınmadı mı bunların? Peki o halde ben kimim? Hangi parçamın esiriyim? Kalbimin esiri. Ha-ha. Bütün bunları mahsus söylüyorsun, aklımı karıştırmak için, diye yakındı emekli albay. Ama nasıl olur doktor? Bir de içimdeki karışıklığı bilseniz. Parçalarımı bir araya getirerek Hikmet olmakta çok zorluk çektim doktor. Denildiğine göre bu parçalar, aynı yüzyıllarda yaşamış insanlardan da alınmamıştı; üstelik ırk, dil ve din ayrılıkları da vardı aralarında. Bu yüzden değişik duygu ve düşünceler arasında bocaladım, kaderin oyuncağı oldum. Ben dünya vatandaşıyım, hem de sembolik filan değil, resmen, Ha-ha. Şimdi anlıyorum doktor: Demek ki Doğudan alınan parçalarım Batıya isyan ediyor, bu yüzden İngilizleri sevmediğim anlar oluyor. Kalbim de bu çelişkilere dayanamıyor. Güm güm güm doktor. İşte bunun için doktor, kolumun başka tarihi var, bacağımın başka. Hangisinin beni nereye götürdüğünü bilemiyorum. Her birinin de başka hastalığı var. Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor; kolum bacağım, tabir caizse alıp başını gitmek istiyor. Fakat, alıp gitmek istediği baş onun değil ki. Bütün organlarım böyle hastalıklı bir başın buyruğunu dinlemek istemiyorlar. Hastalıklı beynimin de oyunları var: Büyük hayaller kuruyor ve ne yazık ki beceriksiz organlarıma söz geçiremiyor. Onlar da aklımın yaşantısını rezil ediyorlar. Bu çekişmeler, işin başındaydı doktor. Şimdi her organım, kendine uygun eşler seçerek durumu kurtarıyor. Bütün organlarımın hayali iyi işliyor albayım. Beynim, dünyanın en yetenekli bedeniyle birlikte yaşıyor; ötekiler de cam kırıklarıyla dolu beynimden kurtuldular ve yerine bir şey koymadıla, böylece daha rahat yaşıyorlarmış, ha-ha. Fakat sonunda birbirleriyle uyuşamayan bir sürü Hikmet çıktı ortaya. Bilmem ki bu Hikmetleri bir arada size nasıl anlatsam? Hüsamettin Bey, bir tanesiyle yetinecek kadar alçakgönüllü olamaz mısın, diye sordu. Hikmet güldü: Sinirimden gülüyorum albayım. Çünkü sinirlerim artık gülmek için kafamın neşelenmesini beklemiyor. Bu karamsar beyinden bir kahkaha çıkmayacağı için, artık ben gülmüyorum, sinirlerim gülüyor. Hepsi bağımsızlığını kazandı albayım, pardon, doktor. Siz beni sembolik yapıyorum sanıyorsunuz; kişiliğimin bölündüğüne inanmak için, kendimi Napolyon sanmamı bekliyorsunuz. O zaman size ihtiyacım kalmaz ki doktor. O zaman bu gecekonduda ne yapsın Napolyon? Hemen bir gemiye binerek gizlice, bir kere daha Güney Fransa’nın kıyılarına ayak basarım. Bütün Avrupa’yı, heyecan ve korkuyla yeni baştan titretirim. Bütün hızımla doktor, Avrupa’nın despotlarına ve zamana karşı yürürüm: Talleyrand olurum, Clemanceau olurum; bir de bakarsınız Paris’e varıncaya kadar De Gaulle olup çıkmışım. O zaman kolay doktor. O zaman sırtımı hastanenin sarı badanalı duvarına dayayınca... anlatayım mı doktor?
··
162 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.