Abdülhamid-i sâni’nin devr-i saltanatında yaşamış olsaydım, yahut bu devirde - Allah göstermesin -
bir Abdülhamîd-i sâlis bulunsaydı, işte böyle bir methiye yazardım:
Örnek olduk Frenge, hem İrana, Turana
Atlan gittik seyrana, muhtaç iken ayrana
Koltuklar pahalıdır aşkolsun doldurana
Doğrudur şimşir tarak lâzım gelir kel başa
Kel olsan, kör olsan da padişahım çok yaşa.
Bütün rütbe şan senin beyliğin baylığm var
Babadan miras kalmış, millet halayığın var
Yolluğun yıllığın var üstelik aylığın var
Memur kulun kalm ıştır birkaç kuruş maaşa
Bereket rüşvetin var padişahım çok yaşa!
Dalkavukluk isteyen bir derde müptelâsın
Münasiptir efendim, bugün dünden âlâsın
Hülâsa başımızda bir püsküllü belâsın
Kimseler söz edemez gözün üstünde kaşa
Biz de sağır, kör olduk padişahım çok yaşa!
Devirip de küfeyi hergün yatmak var imiş
Boynuz takıp sarayda göze batmak var imiş
Huzurunda sultanım göbek atmak var imiş
Dik başımızı vurduk çoktandır taştan taşa
Anladık amma pek geç, padişahım çok yaşa!
Düzen geldi efendim kanun ile ut ile
Yuttun Koç yum urtası beslendin kuş sütüyle
Geçinir gider millet şahâne zart zurt ile
Karakuş hükmü ile böyle keyfe mâyeşâ
Mahvolur millet birgün padişahım çok yaşaaa!
El etek öpmek için kullar gelmiş saraya
Hepsinin paçasından sızıyor cıvık riyâ
îshal olmuş kulların nutuk verdin öyle ya...
Çık saray balkonundan et bendeler temaşâ
Yırtılmış anırm aktan padişahım çok yaşaaa!
Kadehleri kaldırıp bakınız keyfinize
Bizim çanağımız boş, doldurun kendinize
Kalkacak yumruklar var sizin şerefinize
Yaşanmaz ömrü billâh sâde suya bir aşa
Nasıl olsa biz öldük bâri şahım sen yaşa!