Gönderi

Hasan Hüseyin Şiiri'ne Giriş*
Bu yazı, derginin şu sunu yazısıyla yayımlanmıştır: ''Kardeş saydığımız bir dergide, dergimizin sürekli yazarları arasında bulunan Hasan Hüseyin üstüne bir polemik yazısı yayınlandı. Bunu bir sorun yapmadan, ama tarihin yargıcına inanarak, bu uzun incelemeyi derginin dar olanakları içinde Hasan Hüseyin şiiri adına yayınlıyoruz. Arkadaşımız Bedrettin Cömert'in yoğun bir emek ürünü olan bu çalışmasını okurlarımızın ilgiyle karşılayacağı kanısındayız.'' HH. * Gerçekten ilginçtir. Hasan Hüseyin'in şiirini okur anlamıştır da, eleştirmenler anlamamıştır. Onun her kitabı, hatta her şiiri, bizim o ânâ dek geliştirdiğimiz, olgunlaştırdığımız bütün eleştirel ölçütlerimizi altüst etmiştir. Gerçekçilik savlarıyla, Garip beğenisi kalıntılarını bağdaştırmaya çalışan ilerici eleştirimiz bile, Hasan Hüseyin'in dev adımlarla vardığı şiirsel sonuçlar karşısında ezilmek zorunda kalmıştır. Evet, özellikle ilerici eleştirimiz, bu, sağlam kaynaklı, gür akışlı, en küçük ayrıntısına dek yanılmaz bir matematiğe yaslı şiiri sezmiştir, beğenmiş ve alkışlamıştır, ama bu şiirin yeniliğini saptayacak, onu okura gerçek yüzüyle tanıtacak, beğeni ve eleştiri ölçütlerini edinememiştir. Eleştirimiz bugünkü durumda, bugünkü kuramsal olanaklarıyla, Hasan Hüseyin'in şiirinin peşinden gitmektedir. Daha epeyi bir süre de gideceğe benzemektedir. Hasan Hüseyin'i en iyi anlayan eleştirmenlerden Asım Bezirci ve Zühtü Bayar bile, bu şiirin yalnızca toplumcu içeriğini, mizah niteliğini vurgulamışlar, duyduklarını-sezdiklerini inandırıcı bir biçimde açıklayacak kuramsal-yöntemsel araçlardan yoksun oldukları için, biçim alanında gerçekleştirdiği şeyi, yani tok sözcükle şiir olarak gerçekleştirdiği yeniliği ortaya koyamamışlardır. Evet, rahatça söyleyebilirim, Hasan Hüseyin'i okur, eleştirmenlerden daha iyi anlamıştır, çünkü Kavel, 1963, 67, 72'de olmak üzere, üç baskı yapmıştır. 1965'te basılan Temmuz Bildirisi'ni piyasada bulmak olanaksızdır bugün. Dost dergisinin Eylül 1966 sayısındaki ilk yayınlanışını saymazsak, Kızılırmak, kitap olarak ilkin 1966'nın Aralık ayında çıkar. Ozan, bu eseri yüzünden, 30 Ocak 1967 günü tutuklanır. 9 Mart 1967'de tutukluluğu kalkar. 25 Kasım 1968 günü , üç yıl ağır hapis ve ayrıca sürgün cezasına çarptırılır. Yargıtay Birinci Ceza Dairesi, 10 Eylül 1969'da, Kızılırmak hakkında verilen mahkûmiyet kararını esastan bozar. Cezayı veren aynı Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi, 16 Aralık 1969 günü, Yargıtay'ın kararına uyarak, Hasan Hüseyin ve Kızılırmak'ı beraat ettirir. Bu nedenle, eserin kitap olarak ikinci baskısı, ancak 1970 yılında yapılır. Kızılırmak, yalnızca ozanın sanat hayatında köklü bir aşama değil, aynı zamanda Türk edebiyatının gelişim çizgisinde eşi bulunmayan bir gerçekleştirimdir. Edebiyatımızda ilk kez Kızılırmak'la, salt şiirsel soluğa bağlı bir büyük şiir, bir büyük destan yaratılmıştır. Bu modern destan, ne Abdülhak Hamit'in Makber'ine, ne Tevfik Fikret'in Tarih-i Kadim'ine, ne de Nazım Hikmet'in Şeyh Bedrettin Destanı'na veya İnsan Manzaraları'na benzer; çünkü bu saydıklarımız, büyük bir şiir olmaktan çok, birer destan, birer hikâyedir, belirli bir süre ve yerde, belirli kişilerin başından geçenleri iletir (Bkz. A Bezirci, Soyut, Mayıs 1972). Açın Şeyh Bedrettin'i, açın İnsan Manzaraları'nı, hepsinde, eserin yapısını hemen açığa vuran, bu nedenle eseri belirli bir kalıba mahkûm eden bir iskelet görürsünüz. Oysa Kızılırmak, tıpkı kızılırmak gibi, yolunu yalnız kendisi belirleyen bir kan dolaşımı, bir ciğer gücüdür. Şeyh Bedrettin'de veya İnsan Manzaraları'nda uygulanan açık yapı anlayışının sonucu olan düz söyleyiş ve şematik öyküleme, Kızılırmak'ta bir yana konmuş, daha zor, ama geleceği daha umutlu bir yol seçilmiştir. Orada, anlatımı öyküleme yönetirken, burada yapıyı, kesintisiz bir akış halindeki fırça vuruşları; bu vuruşların, düşünce ve duygu gerilimine göre aldıkları derecelenme sağlar. Öyküsel anlatım bir çizgi, bilemediniz kalın bir yol üzerinde gelişir. Oysa Kızılırmak, çoksesli, çok kollu bir gürüldeyiş; yapısını sadece soluğuyla kuran; ceylânları ceylân gibi değil, çizerse hilâl boyunlu çizen; kavgaları kavga gibi değil, çizerse türkü türkü çizen; ince ince akıp da nehir nehir olan; ve bir bir geçip dikenli tellerini yasakların, temmuz gibi sıcak ve bereketli, temmuz gibi uçsuz bucaksız, hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi, dalıp dalıp gittiğimiz andıkça, beklediğimiz, beklediğimiz ve tam da görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günleri muştulayan, çelik öfkeli bir koşudur.
Sayfa 255Kitabı okudu
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.