Gönderi

RUHİ SU MÜZİĞİNİN YAPISAL ÖZELLİĞİ
Ruhi Su'nun kocaman kişiliğinin pırıl pırıl eleştirel tanımını, aynı duyarlık, incelik ve bilinçle yaratan bir başka sanatçı, şair Hasan Hüseyin şöyle yazmıştı, ünlü eseri Kızılırmak'ta ve yıl henüz 1965'ti: * damarı pîr sultan damarı damarı robson damarı gelir uğul uğul yeraltı nehirlerinden gelir ve bulur yüreğimizi damarı kavga damarı bu ne biçim düzen hey bekleroğlu öfkesi sesinden büyük sesi ününden kocaman ruhi su'yu şu benim, her dalı bin dert açan çıraçakmak ülkemde şu benim yürekleri çıraçakmak tutuşanlarım değil istanbul sosyetesi alkışlar * Ruhi Su'nun böylesine ölümsüz ve gerçekçi bir imgede billurlaştırılan kişiliği üzerine bunca yazılanlardan sonra, ben yalnızca Ruhi Su müziğindeki kimi yapısal özelliklere değinmek istiyorum. Yüzyılımızın başında Almanya'da doğan biçim psikolojisine (Gestaltpsychologie) göre, her algı bütünsel bir özellik taşır. Algıyı öğelerine ayrıştırmağa kalkışmak, onun kendine özgü niteliklerini yitirmemize yol açar. Biz, bilgilerimizi, öğelerine ayrıştırılamayacak şekilde örgütlenmiş 'biçimler' olarak elde ederiz. Bu nedenle, algılarımızın temel öğesi, atomlar değil, 'biçimler'dir. Karmaşık ruhsal olgular, bu olguları meydana getiren daha basit öğelerin bir toplamı değil, bu öğelere göre başka özellik ve değer taşıyan yeni bir bireşimdir. Örneğin suda, suyu oluşturan hidrojen ve oksijende görülmeyen özellikler vardır. Su, bu iki öğenin bir toplamı değil, bireşimidir. Müziksel bir biçim de çeşitli öğelerden oluşur ve bir yapı meydana getirir. Bu öğeler, birbirlerini karşılıklı olarak gerekli kılarlar; kısaca, örgütlenmiş bir bütün oluştururlar. Öyle bir bütün ki, en küçük bir sapma, en ufak bir uyumsuzluk bütün'ün tüm parçalarını etkiler. Bu yapısal özelliğin bir sonucu olarak; bir bütün'ün bir bölümü olan bir parça, tek başına ele alındığında değişik olmaktan başka, başka bir bütün'ün parçası olarak da farklıdır. Her parçanın her bütünde değişik bir görevi vardır. (Simonini, 1968, s. 321-323) Yapı kavramına biçim psikolojisiyle birlikte, dilbilimci ünlü Ferdinand de Saussure'ün katkısı büyük olmuştur. Saussure'de henüz yapı adına rastlamıyoruz; daha çok sistem sözcüğünü kullanıyor o. Saussure, dil işareti kavramını ilk kez yapısal bir bütünlük içinde ele almış; dil işaretini oluşturan ses imgesi ve kavram öğelerinin birbirlerine bağlılıklarını ve birbirleriyle ilişkilerini bir kâğıdın iki yüzüne banzetmiştir. Ona göre dil, bir değerler sistemidir (Saussure, Genel Dilbilim Dersler). Edebiyat eseri de, dil gibi bir sistemdir; yani, öğelerin belirli bir düzenlemede birbirlerine bağlanışıdır. Bu bağlanışın ölçüsü ise; öğelerin, estetik bir etki yaratma amacına göre işlevliğidir (Simonini, s. 344). Ruhi Su'nun da epeydir küçük plâklardan vazgeçip, büyük plâklar dolduruşunun ve bu plâkların her birinin belirli bir konuyu yansıtışının nedeni yapı açısından araştırılmaya değer. Elbette, her plâk, küçük ve büyük, kendi içinde bir tutarlılığa sahiptir; müziksel başarısı oranında bir yapıdır, bölünmez bir bütündür. Ne var ki, küçük plâkların kısa soluğu, Ruhi Su'nun gözünden kaçmamış olmalıdır. Bir eseri, kısalık ve uzunluğuna göre yargılamak kimilerine ters gelebilir, ama dikkat edilirse, büyük sanatçıların büyük eserleri, aynı zamanda uzunluk bakımından da soluklu eserlerdir. Kısa şiir, kısa müzik; çok boyutlu, çok kollu ve karmaşık bir yapının uzağında kalmıştır çokluk. Ruhi Su'nun da, son eserlerinde ilkin bu gereksinim göze çarpıyor. Çünkü bu büyük plâklar, tek tek türkülerin birbiri ardınca gelişigüzel bir eklemeyle oluşturdukları bir sıralama değildir. Genellikle özerk parçalardan oluşan büyük plâklardaki parça arası, Ruhi Su'da kalkmıştır artık. Onun her uzun plâğı, sadece bittikten sonra biten organik bir bütün; aralıksız, kesintisiz bir soluk kimliği kazanmıştır. Bir türküden ötekisine geçiş diye bir şey kalmamıştır artık. Türkülerin çoğunu önceden tanıdığımız için, belki geçiş izlenimini, geçişsizlik gözlemiyle yine duyuyoruz. Başka bir deyişle, geçiş'i sezemediğimizi gözlemleyerek, değişik bir geçiş bilincine varıyoruz. Bütün'ü oluşturan bir öğeden ötekine bu fark edilmeden gerçekleşen atlayışta; sesler birbirlerini izlemiyor sanki, çünkü izleme, birbiri ardından gelmeyi içerir, dolayısıyla bir uzunluk oluşturur. Burada sesler, art arda dizilmeden, birbirlerine geçişiyorlar; bir su tutarlılığı ve bir su ılıklığıyla, çeşitli ama tek bir imge oluşturuyorlar. Bu özelliği, çok belirgin olarak, özellikle Seferberlik Türküleri ve Kuvayi Milliye Destanı adlı plâkta, A yüzünde, Kadınlarımız parçasından Karayılan'a geçerken, bütün görkemliliği ve şiiri içinde algılayabiliriz. Ruhi Su'nun müziksel anlatıma getirdiği bu bütünsellik, oldukça ağır ilâhilerden oluşan Yunus Emre plâğında bile egemendir. Bu yapısal özelliği somutlaştıran kimi saptamaları, Seferberlik Türküleri plâğıyla ilgili olarak şöyle özetleyebiliriz: Ruhi Su'da, duyarlık duygusallığa düşmüyor. En yanık, en dokunaklı, duygusallığa en elverişli öğeler, nerdeyse müziksel heceleri sayılabilir bir vurgu denetimiyle, şaşmaz bir şiir ölçüsüne yüceliyor. Tanıdığımız türküler, alışılmış kılıfını bırakıyor; yeni bir yorum evresinde, özgün bir şiir düzleminde ve bilinçli bir bilgi eşliğinde, Ruhi Su oluyor. Kadınlarımız'ın ilk dizelerindeki doğru ve ilk tekerlekti sözcükleri; yalnızlığı, ağıtı, mesafeyi ve toprağın bitmez tükenmezliğini, bir ilâhi geleneğinin modern anlamda diriltilmiş yanıklığıyla dile getiriyor. Sabah oldu sabah oldu dörtlüğü, sevgi dolu, sabır dolu, çile ve bilinç dolu bir ninni gibi, şiirsel algı sürecine katılıyor. Ve o Ruhi Su, o tek ses, o tek güç, o sanatçı öznelliğinin baskın çıkan, ezen, birleştiren, barıştıran ve sakinleştiren egemenliği; dostlar sözcüğünde, bu toprağın ortak dili oluyor; büyüyor büyüyor, evren oluyor; çok ağız, çok ses, çok el, çok yürek, çok haykırış, çok sabır, çok anlayış ve çok bilinç oluyor. Kiziroğlu'nda, türkünün müziksel sürecine Ruhi Su müdahale ediyor; kişilere kişilik veriyor, onları davranırken gösteriyor; özellikle soru cümlelerinin vurgulanışında, kişilerin o anki, o durumdaki ruhsal tepkileri belirtiliyor. Aslında her plâğın ayrı ayrı ve ayrıntılarıyla çözümlenmesi gerekir. Bu ise, gerçek anlamda müzik uzmanlarına düşen bir görevdir. Biz sadece sezebildiğimizi dile getirmeğe çalıştık, o kadar. * Yansıma, Ekim 1974, Sayı 34
Sayfa 299Kitabı okudu
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.