Gönderi

el-Muksît İsm-i Şerifi
O, fâil oluşu (etkenliği) Hakkî mertebeye; mef’ul oluşluğu (edilgenliği) ise halkî mertebeye ancak kıst ile (adâletle) verendir. Böylece varlıkta her hak sahibine hakkını vermiş olur. Cenâb-ı Hakk halka dönük bir şeyle zuhûr ettiğinde, tenzîh ve kemâl Hakkî mertebenin sıfatlarındandır; halk Hakk'a dönük bir şeyle zuhûr ettiğinde, teşbîh ve noksanlık halkî merte-benin sıfatlarındandır. Bu yüzden tenzîh Hakk’a; teşbîh halka izâfe edilir. Kemâl, kadîme; noksanlık hadîse ya’nî sonradan olana isnâd edilir. Nitekim Allah Teâlâ: “Sana iyilikten ne şey isâbet ederse o Allah’tandır; ve sana kötülükten ne şey isâbet ederse o nefsindendir’’ (Nisâ; 4/79) buyurmuştur. Bu iki durumun hakîkati ise ilâhî Zât’a dönmektedir ki Allah Teâlâ’nın “Hep-si Allah’ın indindendir” (Nisâ; 4/78) buyruğu buna işâret etmektedir. Bunu iyi anla! Bu isim fiilî isimlerdendir. Bu ismin sıfatı "kıst"tır. Kıst; mutlaklık vechi yönünden kâbiliyetlere genellik üzere kendileri hakkın-da öne geçen hüküm ve adâlet ile gereklerini vermekten ibârettir. Nefsiyyet yönünden ise her nefse kâbiliyyetinin icmâlen (toplu olarak) gerek-tirdiği durumlardan herhangi bir şeyi kendisine has bir vakitte vermektir. Saîd olan için kâbiliyyetler; şakî olan için kâbiliyyetler vardır. Bâzı vakitlerde bunlardan birinin kâbiliyyeti, diğerinin kâbiliyyetinin gerek-tirdiği şeyin aynı olabilir. Ancak bu hâl hükmen böyledir; çünkü bu durum aslında vakte âit olan bir gerekliliktir ki vaktin kabzası da O'nun elindedir. Bu noktaya Hazret-i Resûlullah (s.a.v.) şu hadisiyle işaret etmiştir: "Sizden biriniz cennet ehlinin amellerini kendisiyle cennet arasında bir arşın kalana dek işler; fakat yazı onu geçmiş bulunur da cehennem ehlinin yaptığı bir ameli yapar ve cehenneme girer. Ve yine muhakkak ki, sizden birisi kendisiyle cehennem arasında bir arşın ka-lana dek cehennem ehlinin amellerini işler; fakat yazı onu geçmiş olur da cennet ehlinin ameliyle amel eder ve cennete girer.” Kişinin rûhunun kabzedildiği vakit, onun için dünyevî vakitlerinin sonudur. Bu vakit ise ancak kâbiliyyetin gereğine göre gerçekleşir. Bu kâbiliyyet bazı yönlerden ‘sabıka’ olarak isimlendirilir. Bâzıları buna şu sözlerle işaret etmişlerdir: “Ebrâr olanlar hâtimeden ya’nî sondan korkarlar; sıddîklar ise sâbıkadan ya’nî baştan korkarlar.” Ya’nî hâtime (son) ancak kâbiliyyet miktârınca gerçekleşir. Şimdi; bilesin ki, hâtime (son) amelle sınırlı değildir. Nice kimseler vardır ki, sâlih ameller işlemişler fakat amelleri ve Allah Teâlâ hakkındaki inançları bozuk olarak dünyevî hayâtları sonlanmıştır. Böyle bir kim-senin hâtimesi, hayırlı bir hâtime değildir. Bunun tersi ne olarak da nice kimseler vardır ki, ölene kadar yaptığı bütün amelleri çirkindir, oysa o kuvvetli bir îmâna sâhiptir. Bu kimsenin hâtimesi hayır-lı bir hâtimedir ve rûhu îmân üzere kabzedilir. Sünnette bu husûsu destekleyen rivâyetler vardır. İşte bu kimse dünyâda sâlih amelleri bulunmaksızın cennetlik olarak vefât eder. Eğer bu kimsenin kâbiliyyeti mücâzat (karşılık) cennetine girmeyi gerekti-riyorsa Allah Teâlâ onun için berzahta cennet amellerinden bir amel yaratır ve kişi bu amelleri işlemekle mücâzat (karşılık) cennetine girmeye hak kazanır. Bunun tersi de cehennem ehli için geçerlidir. İşte bütün bunların hepsi kâbiliyyetlerin miktârıncadır. Nitekim Resûlullah’tan (s.a.v.) rivâyet edildiğine göre, sütten kesilmeden ön-ce vefat eden oğlu İbrâhîm hakkında şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ cennette onu emzirecek bir süt anne yaratacaktır!” Bu hadisin işâret ettiği şeyi anladıysan bizim söylediğimiz şeyi de anladın demektir. Ya’nî Muksît O’dur ki, her vakitte kâbiliyyetlere her birisinin kendine has vaktinin gerektirdiği şeyle hakkını verendir. Bunu iyi anla! *** Hazret-i Resûlullah (s.a.v.) bu sıfatla da vasıflanmış ve isimle de tahakkuk etmiştir. Çünkü Hazret-i Resûlullah (s.a.v.), Allah Teâlâ'nın kendisiyle hak ile bâtılı ayırdığı Hakk-ı âdildir. Bunun delîli, Allah Teâlâ'nın: “fahküm beynehüm bimâ enzelallâhu” ya’nî “artık onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet” (Mâide; 5/48); “Fe lâ ve rabbike lâ yu’minûne hattâ yuhakkimûke fîmâ şecere beynehüm sümme lâ yecidû fî enfüsihim harecen mimmâ kadayte ve yusellimû teslîmâ “ ya’nî 330 “Yok hayır, Rabb’ine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksı-zın tam bir teslîmiyet ile teslîm olmazlarsa îmân etmiş olmazlar" (Nisâ; 4/65) buyruklarıdır. Çünkü Hazret-i Resûlullah (s.a.v.) öncesinde ve sonrasında bâtıl bulunmayan Akl-ı Evvel’dir. Bundan dolayıdır ki Hazret-i Resûlullah (s.a.v.) ilâhî ilmin hazînesidir. Hazret-i Resûlullah'in (s.a.v.) Akl-ı Evvel olduğunun delîli Hazret-i Resûlul-lah’ın; “Ey Câbir! Allah'ın ilk halk ettiği şey, senin peygamberinin rûhudur.” Ve “Allah'ın ilk halk ettiği şey akıldır” buyruklarıdır. Buna göre eğer Hazret-i Resûlullah(s.a.v.) Akl-ı Evvel olmasaydı kendisine yalan isnâdı câiz olurdu ki hâşâ! O, bundan münezzehtir. O, Kalem-i A'lâ’dır ve Akl-ı Evvel ya’nî ilk Akıl’dır.
·
15 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.