Gönderi

YÜKSEK DUVARLI HAPİSHANE
Gel bakalım sevgili okur, uzak kalma ‘Vişne Ağacı’mın gölgesine. Otur şöyle hem dinlen hem biraz konuşalım. Bugün söyleyeceklerim hayatını değiştirmene yardımcı olabilir. Bir hapishaneden bahsedeceğim sana bugün. Kimsenin görmediği ama derinden hissettiği yüksek duvarlı bir hapishaneden? Öyle bir hapishane ki bu… Müebbet gibi ne affı var ne de beraatı. Ruhumuz bu duvarlar arasında sıkışmış kalmış. Sence hangi hapishane bu ruhumuzu, zihnimizi ele geçiren? Tabii ki “El âlem ne der? Hapishanesi…” Sen de önemsiyorsun çoğu insan gibi bunun farkındayım. Yorgunluğun da bu yüzden. Biliyorsun ki, küçük yaşlardan itibaren sokuluyoruz bu hapishanenin kapısından ve hayatımızı el âlemin ne diyeceği yönünde şekillendirmeye çalışıyoruz. İnsanlar bizim hakkımızda kötü düşünmesin, hakkımızda iyi konuşsunlar diye uğraşıp, kendimizi kalıptan kalıba sokuyoruz… Kim için sevgili okur? Ne için? Uzatmadan söyleyeyim; el âlemi mutlu etmek için. Ne kadar uğraşırsan uğraş o “el âlem” dediğimiz konuşan çeteyi mutlu edemezsin. Hep bir kusur, hep bir eksik bulacaktır ki onlar… Yazık! Erken fark edip o hapishaneden kurtulursan ne ala! Ama yok ben onları memnun etmek için çalışmaya devam edeceğim dersen o hapishanede yapmak istediklerini yapamadan, hayallerine veda eder çeker gidersin bu dünyadan. Oysa hayat senin… Senden el âleme ne? Ya da el âlemden sana ne? Neden yorar ruhunu insan bu kadar? Herkes gibi olmak zorunda mıyız ki? Bu mudur hayat felsefemiz? “Hayatımızın akıp gittiği bu maskeli baloda kıyafetler güzel olsun yeter; kıyafet her şeydir. Renklerin, ışıkların kölesiyiz, gerçekliğe dâhil olur gibi gireriz dans edenlerin arasına ve (yalnız başımıza kalmadığımız, dans ettiğimiz sürece) dışarıdaki gecenin dondurucu soğuğundan, kendinden daha uzun ömürlü çaputlara bürünmüş fani bedenimizden, kendimizle baş başayken özümüz olduğunu sandığımız, ama aslında alt tarafı sözüm ona gerçekliğimizin kaba bir taklidi olan şeyden hiç haberdar olmayız." (Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı) Pessoa ne kadar da haklı… Biliyorum çoğu insanın bu hapishanede kalma sebebi; itibar, elde edilen imajı zedelememek ve çoğunlukla çıkar… "özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür, bunların hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşayamıyorsan, doğuştan kölesin demektir. Ruhen ya da zihnen en yüce mertebelere ulaşmış olabilirsin: soylu bir kölesin öyleyse ya da zeki bir uşak, ama özgür değilsin."(Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı) İşin özü budur aslında, bunlardan vaz geçemiyorsak özgür de değiliz hayatta… İyi şartlarda yaşayan, yüksek duvarlar arasında mutlu olmaya çalışan mahkûmlar gibi… Ne garip değil mi! Öyle komik şeyleri önemsiyoruz ki… Bırak kim ne derse desin, kimse hayallerine ket vurmasın. İnsan isterse çıkar o hapishaneden. Memnun etmeye çalışma kimseyi… Sensin önemli olan, senin ne istediğin. Gençlik gidip arkana baktığında pişmanlık duyma hiçbir şey için. Mutluluk yakın elini uzat ve yakala… Umutla, sevgiyle kal… (Vişne Ağacı Köşemden) S. Toprak
··
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.