Bel hattındaki savaşta, bir numaralı
düşman yağdır. Plastik cerrahlar
insanları inceltmek amacıyla
şekillendirdikleri ameliyatlarda yağ
dokusunu çekip çıkarır ve diğer
klinik atıklarla birlikte çöpe yollar.
O halde, bir tür yağ dokusunun kilo
kontrolünde rol oynaması garip değil mi?
Bildiğimiz beyaz yağ dokusu değil de kahverengi yağ dokusu denilen özel bir doku.
Kahverengi yağ bazı memelilerde
besinlerden elde edilen enerjiyi memelinin
hiçbir çaba harcamasına gerek olmadan
kalori yakarak ısıya çevirir. Eskiden yetişkin
insanlarda kahverengi yağ dokusunun
olmadığı düşünülürdü, ancak bir dizi
kanıt bunun yanlış olduğunu, en azından
bazı kişilerde bulunduğunu ve işlevsel
olduğunu gösteriyor. Kişiden kişiye değişen
kahverengi yağ miktarı, neden bazılarımız
inceyken bazılarımızın fazla kilolu olduğunu,
neden çoğumuzun yaşlandıkça kilo
aldığımızı açıklamaya yardımcı olabilir.
Araştırmacılar kahverengi yağlarımızın
miktarını ve etkinliğini artırmak için
çeşitli ilaçlarla hatta cerrahi yöntemlerle
deneyler yapıyor. Normal beyaz yağı
vücuttan çıkararak kahverengi yağa
dönüştürüyor, sonra tekrar vücuda
naklediyorlar. Sadece 50 gram kahverengi
yağ -bazılarımızın zaten sahip olduğu bir
miktar- günde yaklaşık 500 kalori yakabilir.
Kahverengi yağın aynı zamanda
termojenez olarak bilinen ısı üretimi
üzerindeki rolü, hayvan fizyologları
tarafından detaylı olarak incelenmiştir.
Kahverengi yağ hücrelerinin
mitokondrilerinin (hemen hemen her
hücrede bulunan, yiyecekten enerji
çıkaran küçük yapılar) alışılmışın dışında
olduğu anlaşılmıştır. Hücrelerin büyük bir
çoğunluğunda bu enerji ya depolanır ya
da hücresel süreçlere güç sağlamak için
kullanılır. Ama kahverengi yağ hücrelerindeki
mitokondri, enerjinin ısı olarak harcanmasına
sebep olan thermogenin (yani çiftlenmemiş
protein 1) adı verilen bir protein vardır.
US National Institutes of Health’ten
araştırmacı Francesco Celi “Bu, tek amacı
yağ yakmak olan bir doku” diyor.
Sizin de tahmin edeceğiniz gibi havanın
soğuk olduğu zamanlarda bu tür ısı üretimi önemlidir ve bu yönüyle memelilerin
evriminde önemli bir adım oluşturmuş
olabilir. Bu tür ısı üretimi, vücutları küçük
olduğundan yüzey/hacim oranları yüksek
olan ve bu nedenle de ısı kaybına yatkın olan
bebekler için yararlıdır. Ayrıca bebeklerin
sıcaklık ayarlama sistemleri de olgunlaşmamıştır, titreyemezler bile. Bebeklerin deri
altında, kolayca görülebilen, esas olarak
da sırt, omuzlar ve boyun çevresinde yoğunlaşan kahverengi yağ depoları vardır.
Ancak yetişkinlerde durum çok farklı. Otopsi sonuçları, yetişkinlerde ya hiç
kahverengi yağ olmadığını ya da beyaz
yağın içinde önemsiz görünen kalıntılar
halinde bulunduğunu göstermiştir. Bu,
gerektiğinde ısı üretimi görevini diğer dokuların üstlendiği varsayımına yol açmıştır.
Örneğin kaslar titreme yoluyla ve ayrıca
titremesiz termojenez yoluyla ısı üretebilir.
2002’de insan vücudunu görüntülemenin
yeni bir yöntemi olan PET-CT tarama
yönteminin kullanılmaya başlanmasıyla bazı
tuhaf sonuçlar ortaya çıkmış. Bu teknikte
önce metabolik açıdan sorunlu bölgeleri,
yani tümör belirtisi olan bölgeleri algılayan
radyoaktif bir izleyici enjekte edilen kişiler
daha sonra X-ışınlarıyla taranır. Fakat tarama
sonucunda elde edilen görüntülerde kimi
zaman köprücük kemiği, omuzlar ve sırt
çevresinde parlak lekeler olduğu gözlenmiş.
Hastalar tarama sırasında sadece hastane
önlüğü giydikleri için üşüyorlarmış. Odalar
daha sıcak olduğunda bu lekeler kaybolmuş.
Radyologlar, kahverengi yağın soğuğa
tepki olarak parladığını düşünmüş.
Kahverengi yağa olan ilgi artınca bazı
araştırma grupları gönüllüler üzerinde
çalışmalar yaparak bu dokuyu daha
sistematik olarak aramaya başlamış.
Geçtiğimiz aylarda yayımlanan çalışmalar,
bazı insanlarda her birinde yoğun bir kan
akışı ve sinir ağı olan, küçük ama belirgin
kahverengi yağ adacıkları olduğunu
göstermiş. Metabolik açıdan sorunlu
bölgelerden alınan doku örneklerinin
analizi, bu bölgelerde kahverengi
yağın ayırt edici moleküler özelliği olan
thermogenin bulunduğunu gösteriyor.
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar,
kahverengi yağ eksikliğinin obezitenin
bir sonucu değil nedeni olabileceği
fikrini destekliyor. Örneğin, genetik
değişiklikle thermogenin eksikliği yaratılan
farelerin obez olması daha muhtemel
(Cell Metabolism, Cilt 9, s. 203).
Yani bu metabolik piyangoda aramızdan
bazılarına şanslı bileti veren, diğerlerini de
kilolarıyla hayat boyu bir savaşa mahkum
eden kendi genlerimiz olabilir. Konuyla
ilgili bir makale yayımlayan Ronald Kahn
“Bazı hayvanlarda etkinleştirilebilen
kahverengi yağ miktarının genetik bir
farklılığa bağlıymış gibi göründüğünü
biliyoruz” diyor ve ekliyor: “Bence aynısı
muhtemelen insanlar için de geçerli.”
Bu bizi asıl önemli soruya getiriyor:
Fazla kilolu insanlar bel bölgelerindeki yağı
eritmek için kahverengi yağın gücünden
yararlanabilir mi? Bu, kuramsal olarak, ya
kahverengi yağ miktarını ya da kahverengi
yağın normal sıcaklıktaki etkinliğini artırarak
yapılabilir. Tabii ikisi bir arada olsa daha da iyi.