Gönderi

90 syf.
·
Not rated
·
Read in 17 hours
Önsözde, Schopenhauer ile birlikte 19. yy'da felsefenin bir dönüşüm yaşadığından bahsedilmiştir: Felsefede genel olarak insanın düşüncesi yani zihni üzerine bina olunma, Schopenhauer ile birlikte beden üzerine bina olunmaya doğru kayma göstermiş. Schopenhauer'a göre hayatın temelinde 'irade' bulunur. Bu irade'nin temeli ise istemedir. İstemenin odak noktası ise türün ve hayatın devamıdır. Beden ise irade'nin barınağı veya kullandığı bir nesnedir. Yani, irade kendini beden aracılığıyla nesneleştiriyor. Bununla birlikte irade kendini; dürtü, içgüdü, yaşam vesaire olarak gösteriyor ve bunlar insanın üzerinde etki de bırakıyor. Aslında kitabın sonunda Schopenhauer'un bir cümlesi tüm kitabın özeti olarak görülebilir. Nitekim "kitabın özeti" başlığıyla bu sözü alıntılamıştım. (Dışarıda yazdığım için birebir alıntılayarak yazamiyorum) Özetle, irade veya hayat devam etmek ister; onun ahlak gibi bir derdi veya koşulu veya kendini bağlayıcı bir sınırı, etkeni söz konusu değildir; bilakis çoğu kez ahlakla zıt yönelimler gösterir. Çünkü ahlak denilen olgular bütünü, insanın kendisine sınır koyarak toplumun düzenini sağlamaya yöneliktir. Sınır koyulan başat unsur ise insanın içgüdüleridir. İçgüdülerden de en önde gelen bu konuda, cinsel içgüdülerdir. Şöyle ki, bir insanın gün içinde içinden geçen bu güdüleri bir kenara yazılmış olsa sanırım bu insandan soğuruz ama aynı zamanda benzer güdüleri, kendimizin de gün içinde veya başka bir anda duyduğumuzu da 'sessizce' onaylarız. Özetle, hiçbir insan masum değildir. Nitekim masumiyet kavramı da ahlakın içinde insanın önüne koyulan bir ideadır. Bununla birlikte şunu da belirtmemiz gerekiyor: ahlak denilince pek çoğumuzun zihninde, nerede, ne zaman ve kim olursa olsun kabul gören nesnel ölçütler belirir. Lakin ahlak gerçekten bu kıstasları mutlak surette içinde barındıran bir nesnelliğe sahip midir? Yoksa Nietzsche'nin dediği gibi "ahlaki olay yoktur, olayların ahlaksal yorumu mu söz konusudur"? Bence ikincisi geçerli gibi gözüküyor. Yani nesnel bir ahlak pek mantıklı ve tutarlı gözükmüyor. Olsa olsa birtakım ahlaksal yorumların süreç içinde yine belli zamanlarda nesnellik kazanıyor 'oluşu' söz konusu olabilir. Beklenileceği üzere Schopenhauer, genel kabul gören romantik aşk olgusunu kabul etmeyerek, bunun iradenin kadın ve erkeğin birbirlerini bir araya getirerek üremeyi etkinleştirmeleri için bir araç olarak görmektedir. Kadın ve erkek, karşı cinsinde bu sayede belli özellikler tespit ederek, en iyi yeni nesli meydana getirmek istemektedirler. Yani aşkın temelinde cinsel güdüler, cinsel güdülerin temelinde de türün olabildiğince sağlıklı devamı bulunur. Belgesellerde sıklıkla gördüğümüz bir olay olan, çiftlerin birbirlerinin cinsel uzuvlarını koklamalari ve benzeri kontrol etmeleri, birtakım kuşların karşı cinsini etkilemek için danslar yapmaları, cesaret gösterisinde bulunmaları, süslü kanatlara sahip olmaları ve bunları ortaya çıkarmaları buna örnek gösterilebilir. İnsan özelinde ise Schopenhauer, erkeklerin kadınların göğüslerinin dolgunluğuna karşı veya bir noktaya kadar bellerinin dolgunluğuna veya kilolarina dikkat etmelerini, kadınların erkeklerde daha çok cesaretlerine, fiziki veya mental olarak güçlü olmalarına dikkat etmelerini örnek olarak veriyor. Kitaptan yapılan alıntılardan en çok tepki çeken örnek veya Schopenhauer'un çıkarıminda da benzer bir anlayış söz konusu denilebilir: iradenin insanda içgüdü olarak tezahür etmesinin sonuçları kapsamında erkek, bir kadına karşı doyuma ulaştığında ona duyduğu istek azalır ve başka kadınlara sahip olma eğilimi gösterir. Yani degisiklik arzusu güçlenir. Kadında ise doyumla birlikte değişikliğin aksine sahip olduğu erkeğe bağlanma ve duyulan aşk artar. Schopenhauer buna verdiği örnekte kendince oldukça biyolojik bir bakış ve teknik olarak 'ruhsuz' davranarak, bir erkeğin yıl içinde birçok kadına ilişkiye girerek yüz çocuk meydana getirebilme olanağına sahipken, bir kadının bir yılda sadece bir çocuk meydana getirebilme olanağına sahip olduğunu ve bunlardan dolayi erkeğin aşkta sadakat eğilimin yapay, kadınınkinin ise daha doğal olduğunu ve bunlardan dolayi erkeğin aldatma fiilinin daha bağışlanabilir ve kadininkinin ise daha az bağışlanabilir olduğunu söylüyor. Erkek iradenin isteği olan üremeyi birçok kadından sağlama potansiyelinden dolayi daha çevreye dönük ve daha çok sayıda kadına yonelmekte olduğunu, kadininsa mevcut çocuğun babasına karşı ve başka çocuklarının mevcut adayı olacak kişiye daha çok bağlandığıni söylüyor. Bu noktada, Schopenhauer mantığında yaklaşırsak, bir kadınin doğuma kadar bağlanma veya sadakatinin yüksek oluşu temellenebiliyorsa da doğumdan sonra aynı erkeğe sadakatinin sürekliliğinin temellendiği söylenemez. Çünkü kadın da o halde doğumdan sonra bir başka erkekten yeni çocuk üretimini sağlamaya yonelebilir yani değişiklik eğilimi gösterebilir. O halde belirleyici etken salt üreme olamaz. Yani üremeye ek olarak başka birtakım etkenler devreye giriyor olmalıdır. Bu etken, toplumsal düzen olarak rahatlıkla düşünülebilir. Çünkü eğer irade türün sayıca ve nitelik olarak artmasını sağlama eğilimindeyse, erkek veya kadının farklı farklı kisilere yönelerek yeni çocuklar meydana getirmesinin her açıdan kaosa neden olacağını da hesaba katmalidir. Yine bir -meli/malı ama makul bir -meli/malı… Ayrıca ihanetin bağışlanabilir olmasında biyolojik olarak ölçüt Schopenhauer açısından bakıldığında yukaridaki olgu açıklanabilir gibi gözükse de ama yine kaos olgusuna ters düşmektedir. Çünkü belki sayı olarak fazla sayıda çocuk üretimi sağlanabilir ama kaos içinde bu çocukların nitelikli ve sağlıklı olarak gelişimleri sağlanamaz, bunlar büyüyünce gelecek nesilleri üretirken sağlıklı ve nitelikli bir üretim ortaya koyamazlar. Benim nezdimde ise ihanet, bir ilişkide kim yaparsa yapsın affedilemezdir. Ama gözlemlediğim kadariyla çevremde, ihaneti en çok affetmeye meyilli olanlar kadınlardır. Pek çok kez çevremde aldatilan kadın arkadaşlarım oldu, hatta benden bu konuda tavsiye isteyenler oldu ve ben kesin suretle ayrılmalarini tavsiye ettim ama aradan kısa süre geçince arkadaşımın kendisini aldatan erkeğe 'bir şans' daha verdiğini gördüm. Bir şans daha vermek bu konuda, yeniden aldatilmayi kabullenmektir, kimse kusura bakmasın. Bununla birlikte benim gözlemim oldukça dar bir çevreyi kapsadığı için bunlardan edindiğim düşüncelerin veya gördüğüm sonuçların nesnel bir bağlayıcılığı da oldukça düşüktür. Öte yandan Schopenhauer'un verdiği yukarıdaki örnekle ilişkili olabilecek şu örneği verebilirim: genelde yine çevremde veya bizatihi gözlemlediğim bir olgu, cinsel birlikteliğin bitiminde kadın ve erkeğin göstediği anlık reaksiyon veya davranışlar dikkat çekicidir. Erkek cinsel birliktelikte doyuma ulaşınca yani orgazm olduğunda, anlık olarak kendini geri çeker ve kadından uzaklaşmaya meyleder. Örneğin: orgazm olur ve yatakta hemen hafifçe kadından kendini çeker yana yatar ve uzaklaşır, veya kalkar bir sigara yakar vesaire. Kadın ise bilakis daha çok erkeğe yaklaşır, cinsel doyumun ertesinde bir bağlılığın devamını ister. Tabi, bu noktada kadının genelde erkek kadar çabuk orgazm olamaması ve genelde erkeklerin cinsel ilişkide bencillik yaparak salt kendi orgazmlarina odaklanarak kadının orgazm olmasını göz ardı etmeleri de başat bir aktördür. Ama benzer davranışları, orgazm olan kadınlar da sergiler genelde yani cinsel birlikteliğin hemen ertesinde erkekle kurulan kontaktın devamını arzular ve çabalar. Bununla birlikte cinsel birlikteliğin hemen ertesi anlarda erkeklerin soğuma, bıkkınlık hatta tiksinti duyabilmeleri söz konusu olabiliyor. Schopenhauer herhalde bu konuda, işi biten irade'nin yansımaları olarak yorum yapardı. Ya da irade'nin erkeğe gösterdiği büyü bozuldu ta ki cinsel güdünün tekrar etkinleşmesine dek. Tabi, yine bunların nesnel bağlayıcılığı aynı nedenden dolayi düşüktür. Ayrıca kadın doğasını ben mutlak surette bilemem, hatta büyük ölçüde bilemem. Kitabın son bölümünde genelde gözden kaçan ve Schopenhauer'un asıl tepki çekmesi gereken bir husus vardır: homoseksüelliğe karşı kullandığı nahos ifadeler. Tabi bunda kendisinin felsefesinin doğal sonucudur bu da. Homoseksüelliği ve oğlancılığı, özellikle yaşı çocuk üretimi konusunda gücün azaldığı noktada olan kişilerin, cinsel güdülerini boşaltım noktası olarak görüyor. İrade, bu insanları homoseksüelliğe ve oğlancılığa yönlendirerek, bu kişileri doğurganlığı yüksek olan insanlardan uzaklaştırıyor. Son olarak, her filozof veya insanın fikirlerinin oluşumunda geçirdikleri çocukluk dönemi, ergenlik dönemi ve genel hayatlarında yaşanılanlar ve yaşadıkları dönemin veya çağın etkileri yadsınamaz. Haliyle her filozof veya insanın her konuda çağı aşabilmesi beklenilemez. İyi okumalar.
Aşkın Metafiziği
Aşkın MetafiziğiArthur Schopenhauer · Bordo Siyah Yayınları · 201213.3k okunma
··
191 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Semih Doğan okurunun profil resmi
Eline sağlık Kaan, harika bir inceleme olmuş. Ben de bugün bitirdim kitabı. Kendim bir şeyler yazmadan önce nedense senin yazacaklarını okumayı çok arzulamıştım. Öncelikle bir şeyler yazdığın için şahsen teşekkür ederim. Schopenhauer'in felsefesi, kadınlar hakkındaki düşünceleri, aşka yönelik ifadeleri, tekeşlilik/çok eşlilik üzerine yorumları, evliliğe yönelik düşünceleri vs. tartış tartış bitmez. Oralara girmek istemiyorum. Kısaca, birçok konuda ondan farklı düşünüyorum. Fakat senin de son paragrafında belirttiğin gibi, yazarın yaşadığı çağı, şartları, çocukluk dönemini vs. göz önünde bulundurmak gerekir. Geçenlerde bir yazarların çocukluk döneminde yaşadığı sıkıntılardan bahsettiğinde sana haksız bir şekilde tepki gösterilmişti, şimdi de Schopenhauer'i anlamaya çalışıyorsun diye tepki görebilirsin. Dikkatli ol :) Ahlak konusunda da Nietzsche'ye katıldığımı belirtmek isterim. Ayrıca dikkatini çekti mi bilmiyorum; ama Schopenhauer "haz" gibi bir kavramdan hiç bahsetmemiş. Üreme, soyun devamı, geleceği şekillendirme diyerek her şeyi açıklamaya çalışmış ama insanlığı yönlendiren çok önemli bir kavram var: Haz... Bence felsefesindeki eksik bu :) Bu güzel inceleme için teşekkürler.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Semih. :) Gerek senin gerek Ömer'in inceleme yönünde isteğiniz biraz da inceleme yazmamı sağladı diyebilirim. Değerli buldugum insanların bu yönde bir isteklerinin varlığı insanı mutlu ediyor. Senin kitap hakkindaki incelemeni de merak ediyorum. Evet, tartışa tartişa bitmez, nitekim ben de filozofun bu yöndeki fikirlerinin temelinde yatan etkene odaklandim daha çok. Tabi, sitede kitaptan en çok tepki çeken sözlerine deginmek istedim. Çünkü filozofu bu yönde bir düşünceye iten etmenleri hiç düşünmeden insanların tepki verdiklerini görüyorum. Evet, tepkilerini anlıyorum bilhassa kadinlarin. Lakin tepki verdikten önce veya sonra "ya bu filozof veya bu insan, bunu neden demiş" diye merak edilmesi de gerekmiyor mu. Bir diğer örnek de başlıca Aristo. Aristo kadar dünyayı çok uzun yüzyıllar etkilemiş bir insan var midir, böyle bir insanın kadınlar hakkında neden öyle düşündüğünü merak etmeden salt 2020'den bakarak tepki vermek, yargılamak ve hüküm vermek ne kadar mantıklıdir. Ben Atsiz'in fikirlerinin çoğuna katılmıyorum, belki de katıldığım bir fikri var mıdır onda da emin olamadim ama bu önemli değil şimdi. Ama onu okurken anlamak istedim. Ve anlamak istedim diye geçenlerde yine başka nedenlerden tartıştığim biriyle daha sert bir tartışma yaşadım. Atsiz'i anlamak Hitler'i anlamak olur, birinin eline fırsat geçmiş diğerinin geçmemis, bunlar normallestirilmemeli vesaire. İyi hoş da ben normallestirilsin demiyorum ki. Madem anlamaya çalışmak kabahat, o halde bu tarz insanlar tepki verdikleri bu isimleri anlamadan tepki veriyorlar sonucu çıkmaz. O halde de bir insanın birine anlamadan tepki vermesinin fanatizmden ne farkı var hatta bunun adı fanatizm olmaz mı. Benim zaten ideolojik kavramını kullanmamin nedeni budur. Yoksa ideolojinin kelime anlamını ben de biliyorum veya ne olduğunu. Ama ideoloji içinde hapsolmaktir benim ideolojik ile anlatmak istediğim şey. Aslında inceleme içinde yer verecektim, sonra vazgeçtim, yorumunda deginmene bir kat fazla memnun oldum Gecenki o eleştiriye. Ayrıca o eleştiriye verdiğim cevaba da henüz yanıt gelmedi. Umarım gelir. Cevabimda da demiştim: sitede aynı kitaba yapılan başka incelemelerde de yazar hakkında benim verdiğim bilgiler verilmiş ama NEDENSE o kişilerin yazınca kadınları travmatize ederek şiddet göstermek olmuyor da ben yazınca öyle oluyor. Bir insana kadına yönelik şiddet uyguluyor yaftasi vurulmasi bu kadar kolay ise ben sık sık yaşanılan şiddet, taciz veya tecavuz ihbarı olaylarının bir kısmında acaba kadının erkeğin bir tutumundan rahatsız olması nedeniyle ona istemli veya istemsiz iftira atmasinin etken olup olmadığı sorusu aklıma geliyor. (Okuyup rahatsız olan yorumu, buradan yürüyebilir linç için, ne de olsa anlamak lükstür) Ben anlıyorum kadınların öfkesini, tepkisini, yüzyıllarin birikimi var. Lakin öfke ile kalkan zararla oturur. Atatürk'ten örnek vereyim: Atatürk üzerinde de yaşadığı devlet ve toplumun yüzyıllardir geri kalmisliginin öfkesi vardı. Bu açıkça görülebilir adamın yazılarında falan. Haklı da. Ama Atatürk öfkesine mağlup olmadan mücadelesini verdi ve başarıya ulaştı. Yok anlık ofkelenmelerle hincini cikarmakla yetinseydi şimdi muhtemel ki Ortadoğu Ülkelerinden beter olacaktık. Bak, beni biraz biliyorsundur en azından, yüz yüze denk gelmemiş olsak da. Geçen gün ırkçı yaftalamasinda da bulunuldu bana. Aynı zamanda at gözlüklü Kemalist yaftalamasi da. Neden? Çünkü bazı konularda farklı düşündüm birilerinden. İdeolojik hapsolunma budur. Yaftala geç, duyarlı hassas Humanist görünümü altında, nasilsa destekleyecek birileri çıkar. Aynı nedenlerle günlük birçok insan bilhassa Twitter'da linç yiyor. Bu açıdan benim yaşadığım önemsiz kalır. Kusura bakma kafanı sisirdim. Evet, Schopenhauer hazzı iskalamis gibi onun gibi kendi hayatında çokça cinsel haz yasamisa benzeyen bir insanın bunu atlamasi da ilginç :)
3 next answer
Numan okurunun profil resmi
Erkek yılda yüzlerce kadın ise 1 tane çocuk yapabilme şansına sahip olsa bile bu mevzu senin de dediğin gibi tamamen biyolojik ve Schopenhauer'in ruhsuz bakışı ise saçmalık. İhanet ihanettir. Cinsiyeti, yapayı, doğalı, şusu busu olmaz. Bu konuda "Baba Evde" teorisi Schopenhauer'in teorisini desteklese bile sonuç olarak Schopenhauer'inkinden daha mantıklı. Erkek, Schopenhauer'in teorisine göre iradesine boyun eğip bu konudaki biyolojik avantajıyla genlerini yaymak istese bile evde bıraktığı eşi de bir başka iradesine boyun eğen ve genlerini yayma amacı güden erkekle beraber olabilir ve erkek eve geri döndüğünde bir ömür başkasının genlerinin bakımını üstlenmek ve büyütmek zorunda kalabilir. Bu ihtimalin babaları evde tuttuğu söyleniyor. Ki bu teori mağaralarda yaşanan döneme kadar dayandırılıyor. Avcı-toplayıcı dönemde ise biraz sallantıda bu konu. O dönemde babanın belli olmadığı ve çocuğa gruptaki tüm erkeklerin baktığı görüşü hâkim. Yerleşik yaşamla birlikte gelişen toplumsal etkenle bu teori daha kesinlik kazanıyor gibi. Son kısımda değindiğin hususa da sonuna kadar katılıyorum. Schopenhauer birçok konuda zamanını aşmış bir düşünürdür. Bazı konularda ise zamanından ötesine doğal olarak geçememiştir. Her konuda istisnasız şekilde zamanının ötesine geçebilen tek bir örnek bile verilemez. İnsanların bir mal gibi kadın ya da erkek demeden satılmasının üzerinden henüz 1 asır bile geçmemişken kadınlar konusunda zamanına saplanıp kalmış, bir gram ilerleyememiş Schopenhauer'in bu konuda günah keçisi hâline getirilmesi çok mantıksız. Ona gelene kadar günümüzde uğraşılması ve savaşılması gereken tonla ataerkil zihniyet var. Kalemine sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim hocam. Bir ekleme yapacak olursam; hak arama mücadelesinde son kısımda degindigin pek çok ataerkil sorun varken, Schopenhauer veya bir başkasının bir fikriyle veya bu fikir üzerinden filozofu anlamak isteyen birine karşı yogun tepki vermekle ancak enerji israfı yapılmış olur. Bunun da hak arama mücadelelerine bir katkısının olacağını zannetmiyorum.
Furkan bostan okurunun profil resmi
Merakla okumayı beklediğim kitap sıranın buna gelmesi için baya çabalıyorum
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.