Önsözde, Schopenhauer ile birlikte 19. yy'da felsefenin bir dönüşüm yaşadığından bahsedilmiştir: Felsefede genel olarak insanın düşüncesi yani zihni üzerine bina olunma, Schopenhauer ile birlikte beden üzerine bina olunmaya doğru kayma göstermiş. Schopenhauer'a göre hayatın temelinde 'irade' bulunur. Bu irade'nin temeli ise istemedir. İstemenin odak noktası ise türün ve hayatın devamıdır. Beden ise irade'nin barınağı veya kullandığı bir nesnedir. Yani, irade kendini beden aracılığıyla nesneleştiriyor. Bununla birlikte irade kendini; dürtü, içgüdü, yaşam vesaire olarak gösteriyor ve bunlar insanın üzerinde etki de bırakıyor.
Aslında kitabın sonunda Schopenhauer'un bir cümlesi tüm kitabın özeti olarak görülebilir. Nitekim "kitabın özeti" başlığıyla bu sözü alıntılamıştım. (Dışarıda yazdığım için birebir alıntılayarak yazamiyorum) Özetle, irade veya hayat devam etmek ister; onun ahlak gibi bir derdi veya koşulu veya kendini bağlayıcı bir sınırı, etkeni söz konusu değildir; bilakis çoğu kez ahlakla zıt yönelimler gösterir. Çünkü ahlak denilen olgular bütünü, insanın kendisine sınır koyarak toplumun düzenini sağlamaya yöneliktir. Sınır koyulan başat unsur ise insanın içgüdüleridir. İçgüdülerden de en önde gelen bu konuda, cinsel içgüdülerdir. Şöyle ki, bir insanın gün içinde içinden geçen bu güdüleri bir kenara yazılmış olsa sanırım bu insandan soğuruz ama aynı zamanda benzer güdüleri, kendimizin de gün içinde veya başka bir anda duyduğumuzu da 'sessizce' onaylarız. Özetle, hiçbir insan masum değildir. Nitekim masumiyet kavramı da ahlakın içinde insanın önüne koyulan bir ideadır. Bununla birlikte şunu da belirtmemiz gerekiyor: ahlak denilince pek çoğumuzun zihninde, nerede, ne zaman ve kim olursa olsun kabul gören nesnel ölçütler belirir. Lakin ahlak gerçekten bu kıstasları mutlak surette içinde barındıran bir nesnelliğe sahip midir? Yoksa Nietzsche'nin dediği gibi "ahlaki olay yoktur, olayların ahlaksal yorumu mu söz konusudur"? Bence ikincisi geçerli gibi gözüküyor. Yani nesnel bir ahlak pek mantıklı ve tutarlı gözükmüyor. Olsa olsa birtakım ahlaksal yorumların süreç içinde yine belli zamanlarda nesnellik kazanıyor 'oluşu' söz konusu olabilir.
Beklenileceği üzere Schopenhauer, genel kabul gören romantik aşk olgusunu kabul etmeyerek, bunun iradenin kadın ve erkeğin birbirlerini bir araya getirerek üremeyi etkinleştirmeleri için bir araç olarak görmektedir. Kadın ve erkek, karşı cinsinde bu sayede belli özellikler tespit ederek, en iyi yeni nesli meydana getirmek istemektedirler. Yani aşkın temelinde cinsel güdüler, cinsel güdülerin temelinde de türün olabildiğince sağlıklı devamı bulunur. Belgesellerde sıklıkla gördüğümüz bir olay olan, çiftlerin birbirlerinin cinsel uzuvlarını koklamalari ve benzeri kontrol etmeleri, birtakım kuşların karşı cinsini etkilemek için danslar yapmaları, cesaret gösterisinde bulunmaları, süslü kanatlara sahip olmaları ve bunları ortaya çıkarmaları buna örnek gösterilebilir. İnsan özelinde ise Schopenhauer, erkeklerin kadınların göğüslerinin dolgunluğuna karşı veya bir noktaya kadar bellerinin dolgunluğuna veya kilolarina dikkat etmelerini, kadınların erkeklerde daha çok cesaretlerine, fiziki veya mental olarak güçlü olmalarına dikkat etmelerini örnek olarak veriyor. Kitaptan yapılan alıntılardan en çok tepki çeken örnek veya Schopenhauer'un çıkarıminda da benzer bir anlayış söz konusu denilebilir: iradenin insanda içgüdü olarak tezahür etmesinin sonuçları kapsamında erkek, bir kadına karşı doyuma ulaştığında ona duyduğu istek azalır ve başka kadınlara sahip olma eğilimi gösterir. Yani degisiklik arzusu güçlenir. Kadında ise doyumla birlikte değişikliğin aksine sahip olduğu erkeğe bağlanma ve duyulan aşk artar. Schopenhauer buna verdiği örnekte kendince oldukça biyolojik bir bakış ve teknik olarak 'ruhsuz' davranarak, bir erkeğin yıl içinde birçok kadına ilişkiye girerek yüz çocuk meydana getirebilme olanağına sahipken, bir kadının bir yılda sadece bir çocuk meydana getirebilme olanağına sahip olduğunu ve bunlardan dolayi erkeğin aşkta sadakat eğilimin yapay, kadınınkinin ise daha doğal olduğunu ve bunlardan dolayi erkeğin aldatma fiilinin daha bağışlanabilir ve kadininkinin ise daha az bağışlanabilir olduğunu söylüyor. Erkek iradenin isteği olan üremeyi birçok kadından sağlama potansiyelinden dolayi daha çevreye dönük ve daha çok sayıda kadına yonelmekte olduğunu, kadininsa mevcut çocuğun babasına karşı ve başka çocuklarının mevcut adayı olacak kişiye daha çok bağlandığıni söylüyor. Bu noktada, Schopenhauer mantığında yaklaşırsak, bir kadınin doğuma kadar bağlanma veya sadakatinin yüksek oluşu temellenebiliyorsa da doğumdan sonra aynı erkeğe sadakatinin sürekliliğinin temellendiği söylenemez. Çünkü kadın da o halde doğumdan sonra bir başka erkekten yeni çocuk üretimini sağlamaya yonelebilir yani değişiklik eğilimi gösterebilir. O halde belirleyici etken salt üreme olamaz. Yani üremeye ek olarak başka birtakım etkenler devreye giriyor olmalıdır. Bu etken, toplumsal düzen olarak rahatlıkla düşünülebilir. Çünkü eğer irade türün sayıca ve nitelik olarak artmasını sağlama eğilimindeyse, erkek veya kadının farklı farklı kisilere yönelerek yeni çocuklar meydana getirmesinin her açıdan kaosa neden olacağını da hesaba katmalidir. Yine bir -meli/malı ama makul bir -meli/malı… Ayrıca ihanetin bağışlanabilir olmasında biyolojik olarak ölçüt Schopenhauer açısından bakıldığında yukaridaki olgu açıklanabilir
gibi gözükse de ama yine kaos olgusuna ters düşmektedir. Çünkü belki sayı olarak fazla sayıda çocuk üretimi sağlanabilir ama kaos içinde bu çocukların nitelikli ve sağlıklı olarak gelişimleri sağlanamaz, bunlar büyüyünce gelecek nesilleri üretirken sağlıklı ve nitelikli bir üretim ortaya koyamazlar. Benim nezdimde ise ihanet, bir ilişkide kim yaparsa yapsın affedilemezdir. Ama gözlemlediğim kadariyla çevremde, ihaneti en çok affetmeye meyilli olanlar kadınlardır. Pek çok kez çevremde aldatilan kadın arkadaşlarım oldu, hatta benden bu konuda tavsiye isteyenler oldu ve ben kesin suretle ayrılmalarini tavsiye ettim ama aradan kısa süre geçince arkadaşımın kendisini aldatan erkeğe 'bir şans' daha verdiğini gördüm. Bir şans daha vermek bu konuda, yeniden aldatilmayi kabullenmektir, kimse kusura bakmasın. Bununla birlikte benim gözlemim oldukça dar bir çevreyi kapsadığı için bunlardan edindiğim düşüncelerin veya gördüğüm sonuçların nesnel bir bağlayıcılığı da oldukça düşüktür. Öte yandan Schopenhauer'un verdiği yukarıdaki örnekle ilişkili olabilecek şu örneği verebilirim: genelde yine çevremde veya bizatihi gözlemlediğim bir olgu, cinsel birlikteliğin bitiminde kadın ve erkeğin göstediği anlık reaksiyon veya davranışlar dikkat çekicidir. Erkek cinsel birliktelikte doyuma ulaşınca yani orgazm olduğunda, anlık olarak kendini geri çeker ve kadından uzaklaşmaya meyleder. Örneğin: orgazm olur ve yatakta hemen hafifçe kadından kendini çeker yana yatar ve uzaklaşır, veya kalkar bir sigara yakar vesaire. Kadın ise bilakis daha çok erkeğe yaklaşır, cinsel doyumun ertesinde bir bağlılığın devamını ister. Tabi, bu noktada kadının genelde erkek kadar çabuk orgazm olamaması ve genelde erkeklerin cinsel ilişkide bencillik yaparak salt kendi orgazmlarina odaklanarak kadının orgazm olmasını göz ardı etmeleri de başat bir aktördür. Ama benzer davranışları, orgazm olan kadınlar da sergiler genelde yani cinsel birlikteliğin hemen ertesinde erkekle kurulan kontaktın devamını arzular ve çabalar. Bununla birlikte cinsel birlikteliğin hemen ertesi anlarda erkeklerin soğuma, bıkkınlık hatta tiksinti duyabilmeleri söz konusu olabiliyor. Schopenhauer herhalde bu konuda, işi biten irade'nin yansımaları olarak yorum yapardı. Ya da irade'nin erkeğe gösterdiği büyü bozuldu ta ki cinsel güdünün tekrar etkinleşmesine dek. Tabi, yine bunların nesnel bağlayıcılığı aynı nedenden dolayi düşüktür. Ayrıca kadın doğasını ben mutlak surette bilemem, hatta büyük ölçüde bilemem.
Kitabın son bölümünde genelde gözden kaçan ve Schopenhauer'un asıl tepki çekmesi gereken bir husus vardır: homoseksüelliğe karşı kullandığı nahos ifadeler. Tabi bunda kendisinin felsefesinin doğal sonucudur bu da. Homoseksüelliği ve oğlancılığı, özellikle yaşı çocuk üretimi konusunda gücün azaldığı noktada olan kişilerin, cinsel güdülerini boşaltım noktası olarak görüyor. İrade, bu insanları homoseksüelliğe ve oğlancılığa yönlendirerek, bu kişileri doğurganlığı yüksek olan insanlardan uzaklaştırıyor.
Son olarak, her filozof veya insanın fikirlerinin oluşumunda geçirdikleri çocukluk dönemi, ergenlik dönemi ve genel hayatlarında yaşanılanlar ve yaşadıkları dönemin veya çağın etkileri yadsınamaz. Haliyle her filozof veya insanın her konuda çağı aşabilmesi beklenilemez.
İyi okumalar.