Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

193 syf.
8/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Kallokain, Karin Boyle tarafından 1940 yılında yazılan bir distopya. Evet, distopya denince akla ilk olarak 1984, Cesur Yeni Dünya ve Biz kitapları geliyor olsa da, Kallokain de en az türdeşleri kadar etkileyici ve insanı dehşete düşüren cinsten. Kallokain’in merkezinde romanın başkahramanı Leo Kall’ın geliştirip kendi adından esinlenerek Kallokain adını verdiği ilaç var. Peki, nasıl bir ilaç Kallokain? Enjekte edildiği kişinin beyninde bir takım reaksiyonlara yol açarak, kişinin zihnin perde arkasına gizlediği, söylemekten çekindiği düşünceleri tabiri caizse bülbül gibi şakımasını sağlıyor. İlacın mucidi Kall da mensubu olduğu Dünyadevleti’nin sadık bir vatandaşı (onlar birbirilerine silah arkadaşım diye hitap ediyorlar) olarak bu ilacı kullanarak toplumun düzenini bozmaya yeltenen tüm suçları saptayabilmenin vereceği imkânla ideal bir toplumun oluşacağını düşünüyor ve bu idealini gerçekleştirmek için adeta canını dişine takıp çalışmaya koyuluyor. Dünyadevleti, totaliter bir rejimle yönetilen militarist bir devlet. Ancak Toplumun her kesiminde müthiş bir güvensizlik hakim. Herkes içten içe karşısındakinin devlete karşı bir hain olup olmadığı düşüncesini taşıyor. Her şey ama her şey devletin gözetimi altında; özel yaşam, mülkiyet hata ailevi ilişkiler bile. Kısacası, herkes ‘Devlet’ için. Bireyler, devlet organizmasının küçük birer hücresi olarak görülüyor. Kitabın neden böyle boğucu bir atmosfere sahip olduğunu anlamak için kitabın yazıldığı döneme odaklanmak gerekiyor. Almanya’da Hitler’in, Sovyet Rusya’da Stalin’in başını çektiği totaliter rejimler etkin ve II.Dünya Savaşı’nın ilk yılları yaşanıyor. Karin Boye’nin bu karanlık şimdiden etkilenip daha da karanlık bir gelecek tasvir etmesi çok da şaşılacak bir durum değil. Kallokain, bu karanlık ahvalden yola çıkarak yer yer devlet kavramını da sorguluyor. İnsanlığın güvenlik ve refah için kurguladığı devlet organizasyonunun, güç zehirlenmesi yaşamış kişi ya da kişilerin ellerinde nasıl baskıcı ve güvensiz bir ortamı yeniden oluşturduğuna dikkat çekiyor. Kallokain’in irdelediği bir diğer konu ise bütünüyle bir zihin kontrolü sağlamak. Despot ve otoriter bir anlayışa sahip her şey( devlet, aile, toplum) zincirlenmemiş zihinlerden fışkıran özgür düşünceleri tehlikeli bulurlar. Çünkü düşünce eylemi, eylem de devrimi doğurabilir. Bundan dolayı da özgür düşüncenin boğulması otoritenin devamı için elzemdir ki, otorite sahipleri iktidarlarını kaybetmemek için her şeyi denemekten bilhassa sırf düşünceleri farklı diye bir insanı hapsetmekten, onu ötekileştirmekten veyahut daha da ileri giderek onun canına kastetmekten asla geri durmazlar. Kallokain’de ise bu en uç noktaya dayandırılmaya çalışılıyor. Karda yürüyüp izini belli etmeyenlerin bile tespit edilmesi amaçlanıyor. Bu kadar övgüye karşın Kallokain’nin ufak tefek kusurları yok mu? Tabii var. Dili oldukça yalın ve akıcı bir okuma sunsa da yer yer kurgunun tekrara düştüğünü hissetmedim değil. Bu kadar kusur kadı kızında da bulunur elbet. Kallokain irdelediği konular bakımından çok değerli bir eser. Son olarak şunu da belirtmek istiyorum: Karin Boye, bu kitabı yazdıktan yaklaşık bir yıl sonra tıpkı Stefan Zweig gibi gelecek için ümitsizliğe kapılıp intihar ederek yaşamına son vermiş. Onun Kallokain’i nasıl bir ruh hali içerisinde yazdığının göstergesi olacak oldukça dramatik bir son bu.
Kallokain
KallokainKarin Boye · İthaki Yayınları · 20201,105 okunma
·
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.