Türkiye'de durum Batı'dakinden oldukça farklıdır. Farklılığın temelinde ise din vardır. Türkiye'deki insanların ekseriyetinin dini İslam'dır; yaşayan kültürün referansı İslam' dır. İslam ise Hıristiyanlık gibi toplumsal yönü zayıf bir din değil; tam aksine, hem bireye ve hem de topluma yönelik bir dindir. İslam, Hıristiyanlık'ta olduğu gibi sadece vicdana değil, bireye ve topluma yönelen ve bunları kontrolüne alıp yönetmeyi hedef edinmiş bir dindir. İslam'ın temel ve değişmez olan bu özelliğini, Türkiye'de "resmi söylem"in temsilcisi olan şahsiyetlerin bizzat kendi ifadelerinde dahi bulmak mümkündür. Şu bir kaç örnek bununla ilgilidir: "Diğer dinlerin sadece uhrevi olmalarına karşılık, İslam fert ve toplum hayatlarını, en ince münasebetlerine kadar, düzenlemek gayesini güder. İslam dini aynı zamanda dünyevidir, siyasal ve toplumsaldır. "44 "Hıristiyan dini sadece ruhani ve manevi bir egemenlik iddia etmiş, dünya ile, yani maddi ve cismani egemenlik ile ilgisi olmadığını açıklamıştır. Oysa İslam dini, dünya ve ahiret ile ilgili kuralların bütününü içine alır; din devlet birbirleri ile karışmış ve kaynaşmıştır. "45 "İslam'da dünya işleri imandan ayrılmaz."46 "İslam, bireyin özel hayatından hukuk alanına, sosyal ve siyasal hayattan ekonomiye kadar uzanan hem "sosyal", hem "siyasal" nitelikte bir dindir ... Bir yönüyle birey katında belirir ve bireylerin tek tek hayatlarını düzenler, onlara bir yaşama yolu çizer. Öbür yanı ile kolektif planda belirir, özellikle siyasal hayatta önemli roller oynayarak, siyasal iktidarı düzenler, yönlendirir ve ona meşruiyet tabanı sağlar. "47 "Hıristiyanlık'ta dünya işlerini düzenleyen kurallar pek az, devlet hayatına ilişkin kurallar ise yok gibidir... Hıristiyanlığın kökenindeki [bu] özellikler de [laikleşme] sürecini kolaylaştırmıştır. Buna karşılık İslamiyette din ve devlet birlikte doğmuştur. İslam dini, inanç ve ibadete ilişkin kurallar kadar dünya işlerine ilişkin kurallar da koymuştur. İslamiyet, şeriat adı altında, aile hukukundan miras hukukuna, ceza hukukundan usul hukukuna, kişiler hukukundan borçlar hukukuna kadar geniş bir alanı kapsayan, ayrıntılı ve işlenmiş bir hukuk sistemi yaratmıştır."48 Hıristiyanlık-İslam farklılığı bağlamında bütün bu açıklamaları özetlemesi açısından, Bülent Tanör'ün tespitleri önemlidir. Tanör "Laiklik, Batılı Hıristiyan toplumların bir ürünüydü" dedikten sonra "Farklı özellikler taşıyan İslam bağlamında durum nedir?" diye sorar ve bu sorusuna şu cevabı verir: "İslam, yalnız bir öte dünya dini değil, aynı zamanda ve öncelikle bu dünya dinidir. Din-dünya işleri ayrımını tanımaz; bu nedenle de hemen her alanı buyruk, kural ya da yasaklarla düzenlemiştir (hukuk, ahlak, iktisat vb.). Bu yönüyle "bütüncül'', hatta "totaliter"dir. Din ve hukuk iç içe olduğu gibi, temel kurallarda değiştirilmezlik ve hatta tartışılmazlık esastır. Öte yandan İslam, din ve devlet ayrılığı da tanımaz; daha başından itibaren adeta devletleşmiştir."49
44 Giritli, "Atatürk Cumhuriyetinin Laiklik ilkesi", s. 56
45 Cengiz, Türkiye'nin Batılılaştınlması, s. 72 46 Sanbay, Türkiye'de Modernleşme Din ve Parti Politikası, s. 35
47 Özbudun, "Atatürk ve Laiklik", s. 431; Ancak ne garip ve ilginçtir ki, Özbudun, Islam'ın özelliklerini açıklayan bu ifadelerinin bir kaç sayfa sonrasında bizzat kendisinin de açıkladığı bu İslami esaslara sahip olanları "Fundementalist'' olarak niteleyip, onların islam'ı açıklama ve anlayışlarının çizgi dışı olduğu kanaatini oluşturacak ifadeler kullanır: "Küçük bir azınlığı oluşturan bazı köktenci (fundamentalist) İslamcı akımlaı; İslamiyeti inanç ve ibadet hükümlerinin yanında, tüm sosyal ilişkileri, devlet ve hukuk düzenlerini de belirleyen bütüncül bir dünya görüşü olarak algılamakta hala ısrarlıdırlar" (Özbudun, "Atatürk ve Laik lik", s. 438).
48 Tanör, Kuruluş üzerine 10 Konferans, s. 131 ,132 49 Giritli, "Atatürk Cumhuriyetinin Laiklik İlkesi", s.56