Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Küçük Prens
Küçük Prens için çocuk kitabı adı altında yazılan büyük kitabı veya çift taraflı kitap diyebiliriz. Bir tarafında çocukların anlayabildiği kısım varken diğer tarafında büyüklerin anlayabildiği kısım var. Bence Küçük Prens bir insanın hayatı boyunca en az iki defa okuması gereken bir kitap. İki defa okumalıyız ve karşılaştırmalıyız, o zaman ne anlamıştım şimdi ne anladım diye. Öncelikle anlatıcı kişimiz kitabı ithaf etme kısmında bahsettiği hep çocuk kalan yetişkinlerden biriydi ve bunun da kitabın çocuk kitabı olmasını sağlayan en temel etken olduğunu düşünüyorum. İlk bölümde anlatıcı kişinin çizdiği fil yiyen boa yılanı resmi çocukların düşünme şeklini, hayal güçlerinin ne kadar kuvvetli olduğunu anımsattı bana. O resmi hiçbir büyüğün anlamaması da büyüklerin çocuk düşüncelerine nasıl yabancılaştığını, zaman geçtikçe hayal güçlerini kaybedip hayata ne kadar yüzeysel baktıklarını düşündürdü. Tabii Küçük Prens’in bir bakışta anlatıcının ne çizdiğini anlaması onun gerçekten de “Küçük” bir Prens olduğunu anlamamızı sağladı. Anlatıcımızın kitap boyunca bizlere yakındığı bazı şeyler var. Çocukken (henüz sayılara çok uzakken) hayatımızda önem verdiğimiz şeyler bambaşkaydı; yeni arkadaşımızın bildiği oyunlardı, hikayelerde sevdiğimiz kahramanın üzücü bir olay yaşamasıydı, kar yağdığında kardan adam yapmak, eridiğinde üzülmekti... Fakat zaman geçtikçe sanki hiç çocuk olmamış gibi tüm bunlara kayıtsız kalmamız, kar yağarken kardan adam yaparım diye sevinmek yerine bu soğukta işe/okula gitmek var şimdi diye yakınmamız, birinin koleksiyonuna bakarak değil de gelirinin kaç para olduğuna, kaç kardeş olduğuna, kaç kilo olduğuna bakarak kim olduğunu anlamaya çalışmamız yazarın en üzüldüğü konu olmuş gibi görünüyor. Ayrıca büyüklerin dış görünüşe önem verdiklerini belirttiği bir kısım vardı. O bölümde isim vermeden de olsa Atatürk’ten bahsetmesi gerçekten çok hoşuma gitti. Gelelim anlatıcımız ve Küçük Prens’in tanışmasına... Aslında onların tanıştığı kısımda kafama takılan tek bir şey var: Küçük Prens o koyunu neden istedi? Keşke bunun cevabını kitabın ilerleyen sayfalarında alabilseydim çünkü son sayfalara her yaklaştığımda belki şimdi söyler diyordum içimden ama maalesef cevapsız kaldı sorum. Belki de yazar bu sorunun cevabını kendi de bilmiyordu. Kitapta evcil hayvanlardan bahsedilmediği için vahşi hayvanlardan Küçük Prens’in gezegenine en uygun olanı koyun diye düşünüp anlatıcı ve Küçük Prens’in tanışmasında illa bir çizim olması için koyun demiş olabilir. Ama ben olsaydım koyun değil de gül çizdirirdim anlatıcıya. Gülünü o kadar özlemiş ki Küçük Prens, belki resmi özlemimi azıcık da olsa yatıştırır deyip resmini çizdirseydi, anlatıcının çizdiği hiçbir gül onun gülüne benzemeseydi ve Küçük Prens de çizimin hiçbir işe yaramadığını anlasaydı da olurdu. Tabii belki de yazar kitapta bahsetmiş veya gizli bir mesaj vermiş olabilir ve ben kaçırmış da olabilirim... Küçük Prens’in Dünya’ya gelirken gezdiği gezegenlerde daha önce bahsettiğim gibi, yazar büyüklerin ne kadar saçma sorunları olduğunu, ne kadar gülünç oldukları mesajını veriyor. Birinci gezegendeki Kral’ın zaten kendiliğinden olan şeyleri sanki kendi yaptırıyormuş gibi emir verip okuyucunun gözünde gülünç duruma düşmesini (Aslında Kral’ın dediği “Bir generale kelebek olup bir çiçekten bir çiçeğe uçmasını veya bir trajedi yazmasını veya deniz kuşu olmasını emretsem ve general emrimi yerine getirmese, suç kimde olur, onda mı bende mi?” sorusu ve kendinde olacağını kabul etmesi mantıklıydı ama Güneş’i, yıldızları kontrol ettiğini söylemesi...) sağlamak istemiş. Yine aynı şekilde diğer gezegenlerdeki kendini beğenmiş, ayyaş, yıldızların sahibi “olduğunu söyleyen” adam, fenerci de yazarın düşüncesini desteklemek için oluşturduğu karakterler. Yalnızca coğrafyacı öyle değildi çünkü Küçük Prens’in Dünya’ya gelebilmesi için geçerli bir nedeni olmalıydı ve Küçük Prens de aklı başında birinin sözünü dinlemeliydi. Küçük Prens’in gülünden bahsedecek olursam, birini çok sevip ama sevgisini belli ederse kaçacağından korkan, o yüzden de sevdiğine karşı mesafeli duran, bazen de cilve yapan insanlara benzettim. Keşke o kadar sert davranmasaydı, keşke o kadar nazlı olmasaydı da ne Küçük Prens üzülseydi ne de kendisi... Aslında bu kitapta Küçük Prens’e üzüldüğüm kadar, belki daha çok, Tilkiye üzüldüm. Küçük Prens’le ilk tanıştığından beri ona öyle güvendi ki ve sonunda üzüleceğini bile bile herkese örmüş olduğu duvarlardan Küçük Prens’in geçmesine izin verdi ve ona dostlukla, değer vermekle ilgili birçok şey öğretti. Hatta Küçük Prens gül bahçesine gidip ne kadar çok gül varmış diye yakınırken “Ben hiç de büyük bir Prens değilmişim” diyerek kendini Küçük Prens ilan ettiğinde ona “Senin gülünü özel kılan senin ona olan sevgindir, onu diğerlerinden ayıran ona yüklediğin anlamdır, ona hayat suyunu senin vermendir.” demek istemiştim ve sağ olsun tilki söyledi. Aslında kitapta yılan dışında sanki bir evcilleştirme zinciri vardı. Gül Küçük Prens’i, Küçük Prens tilkiyi ve yine Küçük Prens anlatıcımızı kendi sevgisine mahkum etti. Küçük Prens yıldızlara bakarak gülünü hatırladı, tilki sarı buğdaylarda buldu Küçük Prensi, anlatıcımızsa yıldızlarda... Yukarıda yılan demişken bahsetmemek olmaz. Yılan aslında bende kayıtsız kalan bir karakterdi. Yani ne sevdim ne de sevmedim diyemiyorum. Kendince iyilik yapmak istediği Küçük Prens’e ama o olmasaydı kitapta ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum... Eğer kitap gerçekten çocuklar için yazılmışsa keşke Küçük Prens ölmeseydi, Tilkiyle beraber kalsaydı ya da bir mucize olsaydı tilkiyle birlikte gülün yanına gitseydi. Gerçi o zaman da insanlar üzerinde bu kadar büyük etki yaratır mıydı bilemiyorum... Kitapta yakaladığım ve yazarın ne anlatmak istediği hakkında uzun uzun düşünülmesi gereken bir kavram vardı; “fil yiyen yılan resmindeki yılanın içindeki fili ve kapalı sandıkların içindeki koyunu görebilmek” Bu kavram hakkında gerçekten çok düşündüm ama bir türlü hak ettiği kadar güzel açıklamaları bulamadım. Yalnızca aklıma bu alıntı geldi: “İnsan ancak yüreğiyle baktığında doğruyu görebilir, gerçeğin mayası gözle görülmez.” ama yazarın bu sözle o kavramları anlatmak istediğini pek sanmıyorum, emin olamıyorum... Eminim ki kaçırdığım, anlayamadığım veya yanlış anladığım birçok şey var bu kitapta ve umarım ilerde tekrar okuduğumda “Aa ben bunu böyle anlamıştım ama yazar şunu anlatmak istemiş” diyebilirim... Diyeceğim son şey şu ki biz de zaman geçtikçe kitapta bahsedilen büyüklere dönüşüyoruz fark etmeden. Küçük Prens’i her okuyuşumda “sayılardan” daha önemli meseleler olduğunu hatırlayacağım, bir gezegende bir koyunun bir gülü yeme ihtimali gibi...
Küçük Prens
Küçük PrensAntoine de Saint-Exupéry · Eksik Parça Yayınları · 2016234,4bin okunma
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.