Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Portakal bahçesinde böğürtlen çığlığı
Sıcak yaz havası nemi de beraberinde getiriyordu Akdeniz’e. Yakıcı, kavurucu sıcaklığıyla bu nemli hava basıncı üzerinize giydiğiniz elbiselerin bedeninize yapışmasına neden oluyordu. Yollarda yürüyen insanların yüzlerinden ter, şırıl şırıl akıyordu aşağı doğru. Sokaklar cıvıl, cıvıl çocuk sesleriyle dolarken, üzerinde sebze-meyve dolu olan seyyar satıcı tablakârların sesi de koroya ayrı bir renk katıyordu. İki koldan oluşan evlerin aralarında bulunan boş arazi de misket oynayan çocuklara göz atıyor, o, boş arazide tandırın sıcaklığının yaydığı islere dalgın dalgın bakıyor, acıkınca tandır ekmeğine koşuşan çocukların haylaz hallerine kızan Pakize ablayı tebessümle izliyordu Amara. Artık yola koyulma zamanının geldiğini düşünen Amara, aynanın karşısına geçerek ince, uzun saçlarını tarar, Umud’la her zaman buluştukları böğürtlenlerin yetiştiği o koruluğa doğru yola çıkar. Evden çıkmış, tam on adım atmıştı ki, komşusu aynı zaman da en iyi arkadaşı Halime’yle karşılaşırlar. -Halime; ne o kız yine Umuda mı? diye sorar. Amara her zaman olduğu gibi önce kızarır, sonra da mimiklerini ekşiterek Halime’yi uyarırdı. Biraz kızıyormuş gibi yapsa da bu durum Amara’nın hep hoşuna giderdi aslında. Amara uzun ipek saçlarını yana sallayıp yola koyuldu. Yıkık, dökük binaların bulunduğu Mersin’in bu mahallesinde duvarlara fırçalarla yazılmış kocaman “özgürlük, devrim, sosyalizm, kürdistan” yazılamaları görülürdü. Yıllar öncesinden yazılmış, üstü sonradan boyanmış bu duvarların sıvaları yavaş yavaş dökülürken o yazılar gün yüzüne çıkıyor, her şeye inat edercesine tekrardan sırıtıyorlardı gözlerine insanın. Bu mahalle de Portakal bahçeleri yol boyunca size eşlik ederdi. Bu yol aynı zamanda insanı mahallenin ırmağına götürürdü. Yeşilinde yaprakları, dallarında portakalları, limonları, greyfurtları, papatyaları, nergisleri, gülleri, börtüsü böceği, kuş sesleri güzellik ve neşe saçıyordu. Geceleri köpek havlamaları, biraz ürkütse de ahaliyi, gündüzleri bir cennet misaliydi. Yolu neredeyse yarılamış olan Amara, biran da kendisine doğru koşarak gelen küçük kardeşi Arin’i görür. Soluk, soluğa kan, ter içinde kalan Arin, ablasının arkasına saklanır hemen. Ne oldu Raşko, niye böyle kan ter içindesin söyle bakim. Arin: Esmer, birazda kara yüzlü, bir çocuktur. Gözleri zeytin karasıdır. Onun için de o’na Raşko der herkes. Arin her zaman gittikleri toprak saha da “top oynadıklarını” söyler Amara’ya. Çok uzun, geniş bir yer olan bu toprak araziye mahallenin çocukları gider futbol oynar. Toprak arazinin dere yoluyla kesişen aynı zamanda Amara’ların sokağına denk gelecek şekilde köşe başına yapılmış müstakil bir ev vardı. İşte o hanenin sakinleri, top oynayan çocuklara bir yere kadar sessiz kalır, sonra kafaları çat diye atar, ince bir değnekle evden çıkıp önlerine aldıkları çocukları kovalarlardı. Böylece Arin’de paçayı zor kurtarıp ablasına sığınmıştı. Amara hemen elemeği, göz nuru çantasından çiçek desenli işlemeli bir mendil çıkarıp siler Raşko’nun terini. Bi varamadım Umudu’ma serzenişi için de Raşko’yu eve yollayan Amara yoluna kaldığı yerden devam eder. Umut, yoksunluğun kangren haline geldiği, Kürt olmanın, kürtçe konuşmanın yasak sayıldığı yıllarda Varto’dan Mersin’e göçetmek zorunda kalmış ailesiyle. Düşlerin uzak yıllara, yılların uzak yollara dönüştüğü bu yabancı kentte büyüdükçe buranın yerlisi gibi yaşamaya başlar. Amara da tıpkı sevdiceği Umut gibi benzer bir şekilde yurdundan göçertilmiş. Her ikisinin yolları benzer sebeplerden dolayı bu akdeniz bölgesinde kesişir. Ölümlerin denizleri taşırdığı, kayalıkların çıplak sesleriyle birleşince suları coşturup kıyılara fırlattığı bir Kasım ayında onlar, işçi olarak çalıştıkları Portakal bahçesin’de tanışırlar. Böğürtlenlerin bulunduğu koruluk yolun dönemecinde Umud’un önce gölgesini sonra gölgesini takip ederken kendisini gören Amara’nın biran gözleri parıldadı. İçinde bir türlü tutamadığı o çocuk sevinci Umuda koşuyordu. Portakal bahçesinde çalışırken ancak gözgöze gelip, mesafeli duran bu iki beden şimdi bir oluverdi sarılırken. Tüm yaşam belirtilerinin tek kalp atışına dönüştüğü bu anlarda herşeyin donup kaldığı hissine kapılırdı Amara… Amara ile Umud koruluğun bulunduğu, güneş ışığının yeşilliği kamaştırdığı çimenlere yere otururlar. Umud, Amara’yı beklerken böğürtlen toplamış, toplamış olduğu o böğürtlenleri yarinin ellerine bırakıvermişti otururlarken. Şimdi, sıra Umud’un Amara’yı izleyen o uzun sessiz bakışlarının yerine konuşmak için Amara’yı çağırma sebebini açıklamaya gelmişti. Yola dedi, devamını getiremedi Umud, söz dilinin ucunda kalmıştı. Yutkunup bir daha konuşmayı denedi Umud, yine olmadı. Koca bir yumru düğümledi boğazını boğulacak gibi oldu. Bu sefer de gözlerini, gözlerine dikti Amara’nın, göz göze konuşmak istedi. Bir çift söz etti gözlerinin içine gözleriyle. Hiç bir kelam etmeden bir süre öylece baktı, baktı gözler birbirine. Umud sonunda söze girmiş “daha iyi bir yaşam koşulu yaratmak gerek, çalışarak olmuyor, çalışmakla insan bu zulüm denizinden kurtulamıyor, sürekli iki yakasından tutup derinlere çekiyor insanı” dedi. Amara Umud’un ne demek istediğini şıp diye anlamış, gözlerinden akan yaşların farkına bile varmamıştı… Daldığı yerden kalkan Amara en son Umud’la geldikleri bu koruluktan bir daha Umud’suz geri dönüyordu evine. Umud düşlerin uzak yıllara, yılların uzak yollara dönüştüğü bu yabancı kentten gideli çok olmuştu. Artık düşlerinin içine adımlamış, kendi anayurdun da yeni umutlara yelken açıyordu. /#ulaşösezgin
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.