Gönderi

264 syf.
10/10 puan verdi
Her edebiyat araştırmacısı, yazarıyla ortamını bağı iki dinamik olarak düşünür ve ben de bu yoldan giriş yapmak istedim. Mehmet Rauf, Servetifünun döneminde Halit Ziya'nın öğrencisi olarak gölgesinde kalmış bir romancıdır. Zaten roman kavramı Batı'ya göre yeni çıkmış, önünüzde Halit Ziya gibi kült bir isim var ve siz de roman okuyarak roman yazmaya merak salıyorsunuz. Bunu düşününce Rauf, yerini bilerek bir yeniliğe kapı aralıyor bence: Psikolojik içeriği arttırılmış roman. Bunun önceden başladığını inkâr etmeyiz ancak Rauf'un Eylül'deki kadar çokça kullanması bana göre bir başarıdır. Bir diğer husus da kapalı mekan (salon) edebiyatının Servetifünun döneminde üst seviyeye çıkmış olmasıdır. Abdülhamid istibdadı edebiyatı adeta "eve" kapatmış ve tüm eserlerin ev odaklı olmasına yol açmıştır. Psikolojik içerikteki yoğunlukla ev gibi kapalı bir kutuyu birleştirince karamsar bir roman elde etmek kaçınılmaz bir noktaya ulaşmış. Dönemin melankolisi de bu nedenle yoğun olarak hissediliyor. Roman kahramanlarımızın hepsinin ortak özelliği, elit ve hayata dair hiçbir endişeleri olmayan insanlar olması. Bu durumu da yazarların devlet erkânında çalışmış ailelerin çocukları veya bizzat kendilerinin devlet mensubu olmalarına yormak mümkündür. Romanın ana akımı Realizmdir ancak Rauf, Halit Ziya'nın romanlarındaki Engizisyonvari yargılamaları yapmaz. Bunun nedeni de psikolojik tahlillerde tarafsız kalmaya çalışması olduğunu düşünüyorum. Kenan Akyüz Hoca "Psikolojik realizmin başlangıcı" olarak adlandırır eseri ancak bana göre Realizm ve Naturalizm akımları arasındaki köprüyü Türk edebiyatı nezdinde kurmayı başarabilmesi nedeniyle önemli bir eşik sayılır Eylül. Ramazan Korkmaz Hoca Eylül ismindeki sembolizmden söz eder Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı'nda. Bu konuda haklıdır. Sonbahara geçişte kendini sorgulama, kışa hazırlanma yani bir muhasebe ayıdır Eylül, bir nevi doğanın ölümü diyor üstat. Ancak bana göre, doğa ölmez ve Eylül adeta makyajını temizlemek için banyoya giden doğa anayı çağrıştırır. Çünkü bronzlaşmalar yavaş yavaş geçmeye başlar, okullarla birlikte çocuklarda bir yenileşme veya ailelerde gelecek kış mevsiminin planlamaları başlar. İşte doğa anamız bizim için gerekli hazırlıkları yapar sonbaharda. Bu yüzden romandaki Eylül adı ve yangın da makyajından, yazın kirinden pisinden arınma dönemidir. Romanın temel aksiyonunun ilk kısmında bağımsızlaşmak isteyen gençleri, ikinci kısmı da vicdani ve duygusal hesaplaşmaları ve üçüncü kısmında ateşin arındırıcılığına itilen Suat ve Necib yer alıyor. İlk kısımdaki gençler, malum çiftimiz Suat ve Süreyya'dır. Konak gelenekçi, otoriter ve kolektif bir hayat içeren yapısıyla hapis hayatı hissini vermiş onlara. Bu durum da ne evliliklerini ne de birbirlerini keşfedebilme imkânı veriyor. Mekanlar yazgılarımızın belirleyicisidir genellemesini düşündüğümüzde bu kapalı ve boğucu mekân evliliğin yönünü de belirliyor: Sancılı ve tek yönlü ilişkiler. Suat adeta annesi gibi sevip okşar Süreyya'yı. Süreyya ise Suat'a olan sevgisini, bir eşyaya beslediği duygu gibi besliyor. Süreyya'nın babasının olup da annesinin olmaması da zaten hem romanın yapısına atıftır hem de bireyin kendini duygusal yönden tamamlayamamasına sebep oluşturur. Zaten romanın genelinde bencil, şımarık ve sorumsuz bir çocuk görürüz koca rolünde. Karakterler değişimlerinin ilk aşamasını yalıya geçerek yaşıyorlar. Bağ evi de konak da kolektif bir hayatı sembolize ettiği için bireyin sıkışmış ruh yapısına hizmet ediyor. Yalı onlar için adeta serin sular özelliğini taşıyor. Özgürlük, kendini keşfetme ve kendi başına olma hali başlıyor yalıda. Yalıyla gelen deniz motifi de Servetifünun'un ruhsal yapısına uygun olarak derin hayalleri ve bireyselleşmeyi tetikliyor. Öte yandan da Suat ve Necib aşkının da tohumları serpiştiriliyor. İşte yazar burada romantik temellerine katları çıkmaya başlıyor. Bu romantizm de karakterlerimiz Suat ve Necib'in dönüşümlerinin kapısı özelliğindedir. Yazar bence onları tensel temasa sokmayı özellikle engelliyor. Bunu engellerken de iki yol birden kullanıyor: Birincisi Necib'in Süreyya'nın kuzeni olması, ikincisi de Suat'ın evli olması. Bence yazar bunu romantik akıma hizmet manasında da kullanıyor. Bu yönü Ali İhsan Kolcu Hoca "modern mesnevi" olarak yorumlar. Buna katılmakla birlikte şunu ekliyorum: Aşk ögesinin romantizm akımında var olan kutsiyetini bozmak istemiyor yazar. Ayrıca da hocası Halit Ziya'nın eleştirel tavrından da sıyrılarak kendi çizgisini yaratıyor. Piyano resitalleri aşklarının en büyük nişanesi ve hizmetçi dahil hiç kimse bunu aşk olarak yorumlamıyor. Dönemin kapalı toplumunu düşündüğümüzde bu kısım biraz zorlama hissettiriyor. Bu masumane aşkı güçlendiren ve öte yandan vicdani çatışmaya iten de bu husustur, bilemeyiz. Aşklarına dair son nokta ise, eldiven. Platonik aşklarda eşya saklanır ve insanın eşyaya bağımlılığını vurgular. Bu yönüyle bence üstatlarımın aksine sevgiyi güçlü kılan bir ayrıntıdır. Yazar da bunu başarıyla kullanmıştır. Ayrıca Ali İhsan hoca "yaz mevsimi romanı" der Eylül için ama bana göre yaz romanı böylesine sade ve bireysel olarak uzak bir şekilde ilerleyemez. İlerlememeliydi desem daha doğru olur. Gelelim son bölüme... Buranın dinamikleri Necib'in tifo olması ve konakta yangın çıkması ile şekil alır ve roman biter. Necib'in hasta olması kesinlikle romantizmin son alametidir ve yangında ölmeleriyle şunu anlatır yazarımız: Realizm daima üstün gelecektir. Konağa dönmeleriyle kendilerine dönmeye başlayan bu yasak aşkın iki öznesi yangında ölerek aşklarını ölümsüzlüğe bırakırlar. Ancak Ramazan Korkmaz Hoca bunu bir arınma, temizlenme vesilesi olarak yorumlar. Sonuna kadar katılıyorum ancak buraya eklemem gereken nokta, Necib'in de Suat'ın da bu aşkı yaşayacak güçte olmamaları. Çünkü onlar ahlaki ve vicdani hesaplaşmalarında boğuluyorlardı. Yangın onları denizin dibine itti ve orada bıraktı bence.
Eylül
EylülMehmet Rauf · Sis Yayıncılık · 201440,2bin okunma
·
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.