Korku. Kor dediğin ateşin alevli közü.
Ku… dediğin belki kul belki kuş belki kum.
Korda yanan kul,
Kordan kaçıp uzaklara uçan kuş,
Korla kızmış ayak kavuran kum.
Korku. Kork dediğin emirdir.
u… dediğin belki umut belki uyku.
.
Çocuk olmak güzeldi her şeye rağmen.
Fakat büyümeye başladım.
Değiştim.
.
Ne oldu bana?
değiştim.
Doğru olanı bilmek zormuş.
Ne özleyebiliyorsun ne de unutabiliyorsun.
Hem hayatına son hızla gelişerek devam edebiliyorsun
hem de hep geçmişte kalan bir tarafını teselli etmeye çalışıyorsun hala.
başka bir hayal kurabiliyorsun onsuz.
Hem buz gibi hem hala sıcaksın.
Fakat değiştim.
Etkilenmemeyi, umursamamayı öğrendim.
Yaprak döken tarafım cennete ısmarlarken eskiciye sattığım hayallerimi,
bahar bahçe yanım aynada kendimi görmemi sağladı.
Cehennemimden utanmamayı öğrendim.
Cenneti özlemek yerine cennetin Sahibine güvenmeyi ve sığınmayı öğrendim.
.
Yabancı biriydi bunları düşünenler. Kesinlikle ben değildim. Nasıl olur?
Daha önce hiç görmediğimden eminim. acı biber sürülmüş çocuk ağzı gibi kızarıklığı etrafına yayılmış bir ağız, dudaklarının arasında çalıntı gibi duran çatlak ses… hayır, ses çıkarmadan konuşuyordu. dili kara yılan sinsiliğinde kıvrılıyordu dişlerinin arkasında. Dokundum omuzlarına. Ürperticiydi soğukluğu mu demeliyim sıcaklığı mı, tuhaf hissettiriyordu. Aynaya hohlamışım da sıcak nefesimin buğusu soğuk aynayı ılıtmış gibi. Ne öfkeleniyordum ne de rahatlıyordum. Yoruyordu.
Her neyse. Kimi kandırıyorum. Evet. Hepsini ben düşündüm. Kesinlikle o bendim. Nasıl mı, yorgundum. Hala yorgunum gerçi. Derler ya “ hayat!”…
Açıklayayım, aynaydı. Karşısında durdum öylece ve sadece gözlerime baktım. içine, tam göz bebeğine. İçimde kalanları gördüm.
Yıkıldı yıkılacak bir sokak duvarına yaslanmıştım. Oturur vaziyette, dizlerimi kucaklamışım. Gözyaşım sümüğüme karışmış, yine çocukça bir şeylere içlenmiş ağlamışım. Ne zaman ağlasam dudaklarımın kenarı kızarır. Boğulur boğazım, titreyip durur anlatmak istediklerim. Yine donmuştum işte. Kim olduğu fark etmezdi aslında sadece sarılmak istemiştim sıcak bir kucağa. Ben bırakana kadar da gitmesin…
Gelmemişti kimse. Ben de anlatamamıştım. Koşa koşa doğru caddeye… yok, intihar değil, hıh, hatırlıyorum tabi ya, camını sileceğim bir araba durur da üç beş kuruş alabilir miyim diye kırmızı ışığı beklemeye koyuldum. Yandı kırmızı. Camı karartmalı, lüks bir araba durdu önümde. İyi temizlensin diye hohladım. Yanmıştı nefesim. Buz gibiydi cam. Sildim. Ayna gibi olmuştu. Kendimi gördüm. Gece düşmüştü çoktan gözlerime. Yorulmuştum. İşin garibi aracın sahibi yaptığıma kızmamıştı. Lamba hala kırmızıdaydı. Zaman mı durmuştu ne?
.
Ne zaman büyümek istesem
çocukluğumu özlüyorum
Ne zaman hatırlasam o günleri
Acı anılarım düğümleniyor nefesime
Büyümüş hissediyorum kendimi
Ağlıyorum çocuk gibi
.
Gülmek zorundasın mutlu olduğunu ıspatlamak için.
Ütüsüz çarşaf gibi kırışmalı göz çukurların.
kirpiklerinde debelenmeli yüzünde huzur bulmak isteyen.
Ağlamak zorundasın acının dokunulabilir olması için.
akmalı tuzlu kanın yanaklarına kavisler çize çize
kesik nefesinden dağılan alevle terlemeli saç tellerin
dinlemeli ve “anlamalı” acını paylaşmak isteyen
ara sıra mutlu olmalısın sıkılmamaları için
acını paylaşmalısın samimiyetine inanmaları için.
Sakın ha!
Sakın içimde kalsın deme.
Diyemezsin. Duymalılar.
Korkuyorlar bilmedikleri her şeyden anlasana.
Dost olduklarına inanmazlar sonra.
Sadece susmak ve sarılmak…
Çok şey istiyorsun.
Bu öyle zor ki.
Konuşmak zorundasın sana yardım edebilmeleri için
Muhtaç olan sensin nihayet!
Sakın ha!
Sakın düşme bu tuzağa!
Bırak kalsın…
Bilseler ne olacak?
Kendin olmak zorundasın hayaller kurabilmek için
İstemiyorsan atma kahkaha, bakma kimsenin gözlerine
İstemiyorsan sakla yaralarını içinde, açma kimseye
İstemiyorsan sesini çıkarma, bak göğün derinliklerine
İstiyorsun biliyorum.
Sadece sussun ve sarılsın birileri.
Sakın ha!
Sakın bilmesin bunu kimse.
Sarılacakları birkaç dakika…
Susacakları, seni sevdiklerini söyleyene kadar.
Yine konuşacaklar.
Senin de konuşmanı isteyecekler karşılık olarak
Mutlu olduğunda gülmeni,
Acı çektiğinde ağlamanı bekleyecekler.
Biliyor musun?
Yaşamak zorundasın güzel ölmek istiyorsan
Yaşamak istiyorsan katlanmak zorundasın.
Katlanabilmek için bilmelisin ki
Onlarla yaşamayı öğrenmek zorundasın.
Ve sakın ha!
kimse sonsuza kadar susamaz ve sarılamaz.
İsteme bunu kimseden.
Bekleme kimseyi bunun için.
Bırak, içinde kalsın.
.
Geçmişteki hatalarımı telafi etmeye karar verdiğimde,
İçimdeki bir ses diyor ki; yüzün var mı?
Diğer ses de diyor ki; başka yolu var mı?
Ve her yeni hatamda birinci ses daha da güçleniyor;
Af dilemeye yüzün var mı?
Diğer soru içimde kıvranıyor;
Allah’tan başka kapın var mı? ...
.
Kovarım asamla gitmez penceremden sinek gezer odamın küflü kokusu. Hey gidi… başım taptaze karabiber dökerdi aşıma. Yumak yumak kireç düşüyor şimdilerde ne çare… tünerim bir kanepeye dalıp gider gözlüğümden kırıp camlarını firar eden kör bakışım. Kara bıyık altından sırıtır romatizma yüklü bulutlar. Geçen gün komşular mavi gök sarı gelin almış dediler. Hayırsız… bir ütü basmaz suratımdaki çaputa ah. Ağırlaşmış kulağımda kemiklerimin çıtırtısı. Ağzımdaki son değirmen taşı da öğütmez bir daneyi. Vallahi garezinden! Tutturmuş gider bir deprem şarkısı ellerimden. Derken acı acı tüter güya ısınmış yemek yanığı. Tencere derdine kim düşsün al etmişken yağmur feryat figan koparır dizlerimin tellalı.
.
Rüzgarın salladığı salıncağımda nefesim kesiliyor
Kanayan burnum oluyor
Kan kokusu üşütüyor yüreğimi
Daha hızlı sallıyor, esiyor, estikçe uçuyorum
Kanatlanan ruhum oluyor
Başım…
Toprağı öperken bedenim ürperiyor
Kalkmaya çalışıyorum.
Sallanmaya devam ediyor, çarpıyor, ağrıyan başım oluyor
Durmuyor, elimi kaldırıyorum, dur!
Kemiğini sızlatıyor parmağımın
Ağlamaya başlıyorum bağıran içimdeki çocuk oluyor
Ben susuyorum gözlerim konuşuyor
Dinleyen sadece salıncağım oluyor, bekliyorum
Yavaşlıyor ninni gibi, duruyor.
Sanki acımı uyutmuş çağırıyor beni
Binen ben oluyorum, sallasın diye rüzgarı çağıran…
Burnundaki kanlı sümüğü içine çeke çeke gülümseyen
İçimdeki çocuk…
.
Ve hırçınlaşır ansızın durgun deniz. o anda yemyeşil bir bahçede bulursun kendini. Rüya bu ya tam koklayacakken çiçekleri uyandırıverir seni perdesi kapalı pencerenin boğucu gölgesi.
.
insanları yargılamadan önce dinleyin. Yoksa sözlerinizle infaz ettiğiniz birinin suçsuz olduğunu öğrendiğinizde bir ölüyü yeniden hayata döndürüp ondan özür dileme yetkisini kendinizde bulamayınca vicdan azabı çekersiniz.
.
ne yapabilirdim ki
dövüyordu fırtınalar yaprakları meyveler feryat ediyordu
namusuna son bahar estikçe kanıyordu ağacın dalları
ağlıyordu dimdik gövdesi kuruyordu göz pınarları
zalimdi fırtınalar ne yapabilirdim ki
ölüyordu mevsim gülmekten
zevk alıyordu fırtınayı azmettirmekten
tohumlar… toprak sarıyordu yaralarını
kuşlar yalıyordu cerahatini sen yem yiyorlar sanıyordun
hayır alnından öpüyorlardı geride kalan tohumların
sen güneş açıyor gökte sanıyordun
hayır o başını okşuyordu doğmamış yavruların
ne yapabilirdim ki çürüyordu etleri meyvelerin
soyuluyordu yaprakların derisi
yetim tohumlar…
onların kemiklerine sarılıp onları özlüyordu mezar başında
dudakları kurudukça gözyaşı döküyordu biri ötekilere
hüzün damlıyordu diğerlerinin boğazına
karınları hasretle doyuyordu
ne yapabilirdim ki savaştı bu
doğacaklardı ve öleceklerdi onlar da bazı çocuklar gibi kimsesiz
kim niye dertlensindi onlar günahsızdı
cennete gideceklerdi nasıl olsa…
.
hani çocukken de aslında her şeyi anlıyorsundur. Fakat yetişkinler bunu görmezden gelir. çünkü onlardan küçüksündür. Bir yetişkin olduğunda da hala o her şeyi anlayan çocuksundur. Fakat çocuklar bunu görmezden gelir. çünkü onlardan büyüksündür.
.
dinlediğin müziğin feryatlarını dahi duyamazsın ya zihninin gürültüsünden…
.
uzun bir zaman geçer güneşin önünden
gölgesi ömrün olur kısacık…
.
Özlemek uzakları
Bulutların akına karışmış karlı dağların arkasından
Çıkıp gelivermeyen birileri buğusuna karışmış
Gözlerinde yağmurun ıslağından
Penceresinde odanın sıcağından
Ellerine damlamış yaşı
Tutamamak ışıkları
Gecenin ardına saklanmış güneşin utancından
Gülüvermeyen çehreleri
efkara dalmış dumanında katil öksürüğünden
yakışında çay bardağından maşukları
.
Yetmediğini anlamak yetişmeye çalıştığın her şeye…
.
Kul, yar hatrına yaşayacak kadar bu dünyadan ölecek.
.
Kanatları titrer mi kelebeklerin de uçmaya başlarken…
.
Büyümelisin çocuk
Bedelini ödemelisin saflıklarının
Kötüleşmeden güçlenmelisin çocuk
Elini tutmalısın saf insanların
Vefakar olmalısın çocuk
Yıllar geçse de
Elinden tutanların halini hatrını sormalısın
Hayırlarını ummalısın
İyi olmalısın çocuk
.
Kızmamalısın çocuk kırılmamalısın
Her kaşını çatan kötü değil inan
Dinlemelisin sevmelisin bazen sadece
Bir gülümser yüz değmemiş gözler var
Anlayışlı olmalısın rahat bırakmalısın
Gülmelisin çocuk neşelenmelisin
Hayat ihtiyarlamış
Hüzne boğabileceğin kadar ömrü kalmamış inan
Yaşamalısın tadını çıkarmalısın sadece
Bir iyimser söz değmemiş kulaklar var
Hoş konuşmalısın
şiirlerin ardından Şarkılar yazmalısın
Durmamalısın çocuk kımıldamalısın
Ölüler yalnızca kabirde yatmıyor inan
Canlanmalısın elimi tutmalısın sadece
Kalkıp rüzgarın sesiyle ritim tutup
İki tur halay çekmemiş ayaklar var
Bir türkü tutturmalısın
.
Bir fani ateş ki cehennem olur
Kul acınası
Bir ilahi aşk ki
Ateşine pervane olunası
.
Kelebek
Gündüzün gökyüzünde mavisin
Gecenin karanlığında kara
Gözlerine baksan bir çiçeğin, neşesin
Kapasan gözlerini, yara
.
Tekerrür eden tarihleri var şu kısacık ömrümün
İstikamet üzere istikrar isterken yollar
Ben sessizce beklerim şu anımı Kovalarken yıllar
.
Baktıkça hatırla ne kadar korkaksın
Ne kadar cesaretin var düşlerinde
Nasıl da mahzun göçmüş çocukluğun şu anına
Başını okşa umutların
Gözlerinde şefkat açsın
Sen hayal kur
Nasılsa dünyanın güveni gurbete göçmüş
Baktıkça hatırla ne kadar siyahsın
Ne kadar saklı güneşin var
Nasıl da gölge çökmüş üstüne
Işık tut dağılsın
Cehenneminde cennet açsın
Sen gülümse
Nasılsa dünyaya kasvet çökmüş
Baktıkça hatırla ne kadar kalabalıksın
Ne kadar bir başınasın
Nasıl da birikmiş anılar gözlerinin altına
Gökyüzü yaş döktükçe yıkansın
Çorak toprağı duyguların
Sen hatırla
Nasılsa unutanı çok dünyanın
Baktıkça hatırla
ne kadar ateşsin ne kadar güneş
nasıl da yapışmış yakana dünya
nasıl da yakışmış yüreğine dualar
sen acizliğinin farkında ol
nasılsa herkes hakimi dünyanın
Baktıkça hatırla
ne kadar boşvermişsin Ne kadar umursayan
nasıl da şikayetçi herkes her şeyden
nasıl da onlar gibisin
herkesten mükemmel
nasılsa birkaç parça beze sarılıp
bir avuç toprağa sığacaksın
kim seni nereden bilecek yıllar sonra
sen kendini akışına bırak
istersen rezil ol
kim ağası olmuş bu dünyanın
kim veziri olmuş hangi padişahın
Baktıkça hatırla
Korktuğun nedir neye cesursun
Ne kadar memnunsun halinden
Ne kadar kızgınsın diğerlerine
Nasıl da dışındasın sahnenin
Sahnenin tam ortasındasın
Nasıl da yanılıyor kafanın içindeki koca ses
Sen tıka kulaklarını git
Bak göreceksin
Umrunda değilsin kimsenin
Rahatlayacaksın…
.
Zorlandığında hatıralara dön
yüzünü ekşit
Zira eşit değil bu hayatta imtihanlar
kimi cahile göre adil de değil
beklentilerini eksilt
Kabul et!
Eksiksin acizsin
varlığın bir deri bir kemik ve
ruhuna tercüman bir yürekten ibaret
...
Bu kendine yaşattığın zorunlu hafıza kaybı
Rahatlatır evet
Lakin insaf et biraz kendine acı!
İnsansın yalnızsın bu nefsinin aybı
Bilirim ruhunda kaynatır kazanları
sanırsın ki cehennem azabı!
birilerini yada bir mucizeyi
beklemekten vazgeç
Beynindeki ıstırabı
anlatamazsın sabret!
...
Unutmakla teskin oldum zannedersin
Nafile!
Bilinçsizce gömersin derinlere
Bilmeden aldatırsın kendini
Aldanırsın kendine saklanırsın
yinede sobelenirsin
Yenilirsin
Kaybedersin güveni
...
Aradığın sıcacık bir sarılmayı
bekleyemezsin kimseden
Elini koy kalbine
unuttur kırılmayı kızmayı
Kimselere söylemeden tek kelime
Kaybolmayı dene ama ölmeden!
Yaşamayı dene gizlice
Sarıl doyasıya sol yanına
teselli ol kendine
...
Yalnız mısın, sanmam !
çek içine okkalı bir nefes ümitlen!
Tek günahkar sen değilsin
Bir silkelen!
Gözlerinden tek dökülen yaşlar değil
Yakala!
Yanaklarına düşmesin manalar
tut hepsini bakışlarında kalsınlar
...
Hatırla ki imtihanlı bu dünya
Tek kaybeden sen değilsin
Düşün insanları, yaşadıklarını-haketmeyen tek sen misin
Sor kendine verilen nimetlere şükretmeyen sen değil misin?
.
Haramlar dolaşıyor gözlerime
Gözlerim ah çok acıyor
Günahlar sarmaşıyor ellerime
Ellerim kapatmıyor gözlerimi
Gözlerim kayıyor cehenneme
Cehenneme dönüyor hayatım
Ayaklarım emekliyor cennete
Cennete gidemiyor yüreğim
Yüreğim, hep arafta kalıyor.
.
gözyaşımla doldurduğum kadeh !
İçmek için koşacağım sana lakin
Bir ihtiyar kadar ölgün adımlarım .
Ve ölmüşüm gibi donmuş suretim .
Geçmişim kadar sahte bir hayat bu
Ve ben sarhoş olmak için seçilmedim
Yaşamak arzusundayım aslında ben
Lakin gömmek istiyor bilinmezliğin .
.
Yüreğimden kopan bir çığlık kadar sessiz haykırışlarım.
Gözlerimden yağan sağanak bir yağmur kadar ıslak...
Ellerimden tutan şu rüzgar kadar serin Hayalin
Ve inad edercesine hislerime tutsak...
Düşlerimden seçilen kabus kadar karanlık mı kaderim?
Bilemem, susar birgün belki sayıklayışlarım.
Sevemem isyanı, ümid ederim, lakin
son nefesim gibi yorgun yakarışlarım.
.
Dertsiz görünür asi kulun sözde rahat yaşar dinden ahlaktan bihaber. İsyankardır üstüne üstlük. Lakin hidayet nimetine en muhtaç odur Rabbim. Ruhu sensizlikle azaptadır. Senin firakında gurbettedir. Sabreder farkında bile olmadan. Esirdir nefsine. işkence eder şeytanlar kalbine. Yaradır her zerresi.sıkılır gönlü her gecede. Acır soluğu zikrinsiz. Çilelidir başı. Sana sığınacağını bilmez. Kimsesiz sanır kendini. Yapayalnızdır Rabbim. Senden gafil kalan kulun Senden uzak oluşunun zulmü altındayken mazlumdur. Yardımına muhtaçtır. Yardım et Rabbim.
.
Bir bebek masumluğundayken sofi, bataklıkta hisseder kendini. Çünkü pişmandır. Varlığının şükrünü, derdinin sabrını eda edemediği için. Nazlı nazlı ağlar, anasına şefkat veren mürşidine yetmiş katını veren Rabbine dönerek.
Merhametin de yaratıcısı olan Rabbi, sever nimetiyle, imtihanıyla.
Her defasında ya düşer ya kalır sofi. Döner ağlar, saklanır ağlar, ağlar, ağlar… gözyaşına kevser döken peygamber olur. Başını okşayan bir ramazan rüzgarı. Cennet ipekleriyle saranı, cemaliyle sarılanı Rabbi olur. Bilmez sofi. Ağlar da ağlar.
.
Yarım kalan her adımda yolda kaldığımı hissediyorum...
Tökezleyip düştüğüm her kaldırıma sarılıp ağlıyorum...
Başımı çarptığım her taşa bulaşan kanımı,
Ne kadar uğraşsamda silemiyorum...
Kalkmak istiyorum ayağa, dimdik!
Bacaklarım titriyor ayakta duramıyorum...
Neye kızmalıyım şimdi atamadığım adımlara mı?
Öfkemi kime vurmalıyım Kaldırım taşlarına mı?
.
Dili yok mudur acının,
Neden anlatamıyorum?
Sesi yok mudur ki,
Kimseye duyuramıyorum?
Tadı yok mudur ki tatsınlar?
Bilseler ya ne kadar zor .
Kokusuz da mı yoksa bu?
Verdiği ıstırabı bir anlasalar...
.
gözlerimdeki feryadı dinliyorum, dargın...
zorla susturulmuşum.
dudaklarımın sıkılışına bakıyorum, kızgın...
zorla güldürülmüşüm.
Susuyorum, madem öyle istiyorlar...
susunca da kızıyorlar, anlamıyorum.
dayanıyorum, madem üzülüyorlar...
gözyaşlarım darılıyor bu kez isyan ediyorlar...
gülümse diyorlar, sana gülmek yakışıyor!
ağlamayı kim ister ki?
ya ben anlatamıyorum
ya da onlar...
hayır, anlamıyorlar...
.
Boyacı çocuk sıcak bir yaz günü çadırına dönerken, kendisini terlettiği için güneşi cezalandırmak istedi. Kara lekelere bulanmış elindeki, boya sandığını bir kenara bıraktı. Düşünmeye başladı. Onu dövsem bu zalimce olur bana yakışmaz, kızarsam da kalbi kırılır dedi kendi kendine. Sonuçta güneş kötü biri değildi. Cebinden pembe çizgili beyaz bir mendil çıkarıp terini sildi. Kaşlarını çattı. Mendile de boya bulaşmıştı. Sokağın başındaki hayrat çeşmesinde yıkamalıydı. Boyası çıkmazsa… hayır, kirli mendille gezemezdi. Üstü başı kapkara boyaydı. Ne var ki o mecburiyetti. Mendilse karakterini yansıtıyordu, kirli olmamalıydı. Derin bir nefes alıp verdi çocuk. Gözlerini kısıp güneşe bir yan bakış fırlattı. Kalkıp sandığını yüklendi. “hadi yine iyisin ki ben iyi bir çocuğum. Şimdi eğer ben kötü bir çocuk olsaydım seni çoktan yere indirmiştim. Yat kalk dua et bana” deyip gülümsedi. Güneş de ona gülümsedi. Güneş hakikaten hatasını anlamış olmalıydı. Çünkü kış geldiğinde mevsim boyunca utancından olsa gerek hiç ısınmamıştı. Çocuk çadırın yırtık yerinden gökyüzüne bakıp “aferin, dedi. Şimdi üşüyor olsam da sözümü dinlemen hoşuma gitti”
.
Cehennem mi yakmış da ateşiyle tehdit ediyor canımı
Cennet mi gel diyor cilvesiyle kendine çekiyor canımı
Hesabımı onlar mı görmüş de böyleler
Nereden biliyorlar sol yanımı
Belki umursamıyorum canımı
Ben beni değil cananımı …
.
gece güneş gündüz ay olur
karanlıkta ışıklara
sabahlarda umutlara
bakma yalancılar
.
Toprak! Hiçbir yağmur seni böylesine tuzlu bir suyla sırılsıklam etti, şişirdi mi?
Allah beni topraktan yarattı.
Elim topraktan, gözkapaklarım topraktan, yanaklarım topraktan…
Gözlerimden yağan yağmur öylesine sağanak ki
yanaklarım tuzlu su yutmaktan şişti, şişirdi gözlerimi, kaşlarımı, dudaklarımı…
aahhhh… çok yorgunum!
.
Onlar, içlerindeki taşı saran birer şeker kabuğu. Sen üstü tozlanmış bir şekersin. Onlar rengarenk yüzleriyle ÜSTler. Sen, üstündeki tozlarla pasaklı, aşağıda. Onlar adaletsizlikten vazgeçmeyecekler. Sen, arındıkça tozlarından, iyisi de gelecek kötüsü de gelecek tadına. Gülümseyeceksin. Onlar, şeker olduğunu zannettikleri taşlarıyla ezdiklerini zannedecekler seni. Sen parça parça olsan da her zerrende tatlı olacaksın. Sen ezildikçe, onların sertliğine bulaşacaksın. Ancak o zaman sızlatacak adalet, onların taşa doymamış damaklarını. Senin, ömrün tükenecek yalakaların ağzında. Eriyeceksin bulaştığın taşların tozunda. Yine de tadını korumakla, onların, kabuklarından çıkıp dürüstlüğü görmelerine vesile olacaksın. Şeker kabuklarının cazibesine aldanma. Saklanma, şeker kal, tatlı kal… güçlü yetişkinler anlamasa da şu çocuklar anlayacak seni. Tozlarını temizleyip öpecekler alnından.
.
anlatıyorlar. dinliyorum.
Bıksam da belli etmiyorum.
Oysa az daha yesem kusacağım kadar yediğim bir yemek gibi her kelimesi.
Dudaklarımı zorla gülümsetiyorum. Yahut şaşırmışçasına açıyorum gözlerimi.
Zaten can atıyorlar ya işe yarıyor ve daha hararetle anlatmaya devam ediyorlar.
Sonra nazikçe “anlıyorum” diyorum.
Bu çoğu kez tatmin ediyor. Geçici de olsa susuyorlar.
.
Yazmak ve düşünmek istiyorum.
Bununla ne elde edeceğim?
Bir şey elde etmem gerekmiyor ki
Hayatımı bununla geçirmek istiyorum.
Gezeceğim, göreceğim, okuyacağım, gözlemleyeceğim…
Yazacağım ve düşüneceğim.
Yazdıklarımı okuduğumda “kendimi bulabiliyorsam” amacıma ulaşmışım demektir.
Kendimi mi arıyorum?
Neredeyim?
Böyle soruları kendine hiç sormadan yaşayan INSANLAR var.
Ve oturduğu yerden yahut (çalışma,eğlence… çoğaltabilirsiniz) masasından kalkıp,
düşünen İNSANLARa sesleniyorlar:
“Çok düşünürseniz aklınızı kaybedersiniz!”
Ya aklımı kaybettiğim yerde ruhumu bulursam?
Ya ruhumu bulduğumda bedenimin farkına varırsam?
Bedenim…
Kimine gore güzel kimine göre çirkin.
Ama bana göre kesinlikle “lüzumlu”.
Ruhumun tahtırevanını taşıyacak bir hamal lazım değil mi?
Ruhumu bulmak ve sevmek istiyorum.
Ya ruhumun da bulmak ve sevmek istediği başka bir şey varsa?
… (bunu kendiniz itiraf edin)
Yegâne cevabı bildiğim halde neden hâlâ böylesine durgun ve boşluktayım anlamıyorum.
Neden dalgalanıp doldurmuyorum kıyılarımı?
.
Yürümek istiyordu.
Hüzünlüydü.
Üzerindeki siyah kaşe palto hoştu.
Yaprak dökmüş çıplak ağaçlar da tamamdı.
Fakat elinde kırmızı bir şemsiye, ayağında kırmızı bir bot yoktu.
mesela, paltosuyla uyumlu, klasik tarzda şapkası olan
bir beyefendi…
Nasıl bir tablonun düşüydü bu böyle?
Evet rüzgar titretiyordu dişlerini.
Estikçe, dudakları kuruyor çatlıyordu.
Burun kemikleri donuyordu doğru.
Fakat yağmur bile yağmıyordu ki ne şemsiyesi…
.
Asfaltın buğulu gözleri sıcak bakıyordu katilin çatık kaşlarına.
Gözlerinin kısılma noktasına yağlı terler akıtıyordu güneş.
Hararetle alıp verdiği nefesin arasından simsiyah çürümüş köpek dişi rahatlıkla görülüyordu.
Dili damağı kurumuştu. Küçük dilinin deve dikeni gibi boğazına yapıştığını hissetti.
Küfredecek oldu vazgeçti.
.
Gök severdim eskiden. Yıldız, bulut, yağmur… deniz seviyorum şimdilerde. Toprak, çiçek, insan… gök; nefesti, umuttu, ağıttı. Yer; ölüm, solmak, efkar.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT FZA
.
DEVAM EDECEK...