Öncelikle her insan davranışında çıkar söz konusudur. Bundan dolayı hiç kimse kendisini Z kuşağının, halkın, ezilenlerin vesaire yılmaz savunucusu olarak lanse etmesin derim. Tabiki gönülden bir davaya katılanlar vardır. Bunlar davayı içselleştirirler. Ama gerçekten bu davadan kişisel hiç mi çıkarı yoktur, bunu ciddi manada sormak gerekiyor. Bununla birlikte kişinin kendi çıkarının olmasi da kötü bir durum değildir. Eğer böyle olmasaydi homo sapiens olmazdı. Sürekli toplumsal yönümüze vurgu yapılır. Evet, bu da çok önemli lakin toplumun oluşumu da aslında bireyin çıkarı için değil midir. Sonuçta, sorun kişinin kendi çıkarına bir iş yapması değil, kendi çıkarı hiç yokmuş gibi davranarak sanki herhangi bir grubun, sınıfın vesaire iyiliği için kendini feda ediyor, kendisinden feragat ediyor, salt onlar için bir şeyler yapıyor imajı çizmesidir. Bence bu samimiyetten oldukça uzak bir görüntüden başka bir şey değildir.
Herkeste Z kuşağına nasihat verme, onlara 'doğru' yolu gösterme tutkusu aldı başını gidiyor. Rehberlik hizmeti çok önemlidir. Malesef okullarımızda bu branşin ehemmiyeti ve kalitesi hep vasatın altında kalmıştır. Belki de bundan dolayı da herkeste 'rehber' olma arzusu peydah oldu. Ancak, insanın bir başkasına rehber olabilmesi için önce kendi kendine bir rehber olmasi gerekmez mi. Bunun için önce kendini keşfetmek gerekmez mi. Bunun için de önce kendini geliştirmek, pişmek gerekmez mi. Zannederim bu işlemler artık çok hızlı olmakta ve nasıl 40 gün gibi çok kısa sürede civcivler tavuk oluveriyorsa, insanlar da 40 gün bile sürmeden 'rehber' oluveriyorlar.
Öte yandan bana kalırsa her şeyin ama her şeyin mizahi yapılabilir. Lakin başta hedef, Z kuşağına rehber olmak olarak konulursa ama içerikte onların seçimleriyle dalga geçmeye varırsa iş, başta hedeften uzaklaşılır. Zaten bu kitapları okumayan gençlerin takdirini kazanabilirsin ama hedef onlar değil ki. Hedef bu kitapları okuyan gençler. Ama bu gençlerin seçimleriyle dalga geçilerek onları daha çok bu kitaplara itmiş olunmuyor mu. Hepimiz genç olduk. Bir kendi gençliğini düşünsün herkes lütfen. Hangimiz bize dayatilan veya bizim seçimlerimizle dalga geçen birinin dediğini yapmisizdir. Bilakis daha da gicigina o seçimlerde ısrar etmisizdir. Bu yüzden eğer hatalıysaydi seçimlerimiz, ondan geri dönme süremiz uzamis olurdu. Yok hedef bu değilse, o zaman istenildiği kadar dalga gecilsin veya mizaha alınsın. Ama bu sefer de bir insan mizaha aldığı, dalga geçtiği veya sert ve alaycı eleştiriye tabi tuttuğu konulardan dolayi aynı tonlara varan eleştiri, alay, dalgaya alınma ve mizaha alinmaya kendisini hazirlamalidir. Kimse Tanrı değildir; bir insan her şeyi ve herkesi yerecek, dalgaya ve mizaha alacak ama kimse de ona karşı bir şey demeyecek. Ya da diyenler otomatikman düşman olmakla, sözüm ona meyve veren ağacı taşlamakla, kimi atasözleri vasıtasıyla köpek olmakla vesaire itham edilecekler. Yine sürekli sanki birini mağdur ediyorlarmis gibi lanse edilecekler. Peki bu ülkenin başına ne geliyorsa kronik mağdurlardan gelmiyor mu. Kendisi Tanrılik kompleksi yaşayan insanların kendilerine en ufak bir eleştiride veya mizaha alinmada gözleri yaşlı magduriyetleri nedeniyle olayın içinden zeytinyağı gibi ayrilmalarina şahit olunmuyor mu. Mağdur olmak var bir de mağduru oynamak var. İkisini birbirine karıştırmamak gerekir. Ama malesef sıklıkla bu ikisi birbirine karıştırılır. Sonuçta bu durumdan nemalanan kronik mağdurlar türer.
Bunları bir kenara koyacak olursak, Z kuşağının kendilerine kronik magdurlardan bir rehberlik hizmetine ihtiyacı yok. Z kuşağının kendilerinin seçimlerini yine sanki kendilerinin faydası için alaya alacak insanlara ihtiyacı yok. Onların kendi seçimlerini özgürce yapmaya, bu seçimlerden dolayi yere düşmeye, düştükleri yerden kendi çabalarıyla kalkmaya ihtiyaçları var. Bu nedenle bence:
BIRAKINIZ OKUSUNLAR, BIRAKINIZ DÜŞSÜNLER.