Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bediüzzaman, adalet-i mahza ve adalet-i izâfiye açısından şu dört konuyu değerlendirmiştir: (Not:Adalet-i mahza, “Tam ve mükemmel adalet.” “Bir ferdin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalet.” şeklinde tarif edilir. Adalet-i izafiye ise, “Küllün selâmeti için, cüz’ü feda eden adalet tarzı.” “Cemaatin menfaati için, ferdi feda eden adalet şekli.”dir. Mahz; “sırf, halis, katıksız, tam” gibi mânâlara geliyor.) 2.3.1. Cemel Vak’ası Hz. Ali ile Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Âişe arasında meydana gelen ve Cemel Vak’ası denilen savaş, adâlet-i mahza ile adalet-i izâfeyenin mücadelesidir. Şöyle ki: Hz. Ali adalet-i mahzayı esas alıp, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında olduğu gibi o esas üzerinde gidilmesi gerektiği hususunda ictihad etmiştir. Karşısında yer alanlar ise adalet-i izâfiyenin uygulanması gerektiği kanaatindeydiler. Onlara göre Şeyheyn (Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer) zamanında İslâm’ın saflığı ve berraklığı adâlet-i mahzâyı uygulamaya müsait idi. Zamanın geçmesiyle, İslâmî hassasiyetleri zayıf olan kavimler Müslüman olup sosyal hayatta etkili olmaya başlayınca, adâlet-i mahzânın uygulanması zorlaştığı için, ehven-i şerreyni ihtiyar esasına dayanan adalet-i nisbiyeye göre uygulama yapmak daha uygun olacaktır. İçtihadları bu yönde oldu. İçtihad münakaşalarına siyaset de karışınca, bu durum iki tarafı savaşa sürüklemiştir. İçtihad Allah rızası ve Müslümanların maslahatlarını temin etmek içindi. Savaş bu sebeple çıktığı için her iki taraftan hem ölenler, hem öldürenler cennetliktir. İki taraf da sevap almıştır denilebilir. Ancak birbirine zıt olan bu içtihadlarda Hz. Ali isabetli ve haklı, karşı taraf ise hatalı idi. Bununla birlikte hatalı taraf azâba müstehak olmaz. Çünkü içtihad eden hakkı bulsa iki sevap alır, hakkı bulamasa bir nevi ibadet olan içtihad sebebiyle bir sevap kazanır; müctehid hatasından dolayı mâzur sayılır. Bu sebeple bu olay hakkında ileri-geri konuşmak uygun görülmemiştir. Bu olaya dair tarihin gösterdiği diğer sebepler gerçek sebep olmayıp, bahane kabilindendir.67 Bazı sahâbîler, Hz. Ali’nin takip ettiği yol, adâlet-i hakikiye ve azîmet-i şer’iye ile beraber tam bir takva içinde kimseye muhtaç olmadan iktisatlı bir meslek olduğu halde, aralarında cereyan eden savaşlarda adalet-i izâfiye ve nisbiye ve şer’î ruhsatı nazara alarak onun tarafını terk ederek muhalif tarafta yer almayı tercih etmişlerdir. Hattâ Hz. Ali’nin kardeşi Akîl ile “hıbru’l-ümme: ümmetin bilgini ” unvanıyla anılan Abdullah b. Abbas dahi bir müddet muhalif tarafta yer almışlardı. Muhalif tarafta yer alan sahâbenin böyle davranmaları içtihatlarından kaynaklanıyordu. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Fitne kapılarını kapatmak şeriatın güzelliklerindendir.” düsturuna dayanarak,: Cenâb-ı Hak ellerimizi o kanlı hadiselere bulaştırmadı; o halde biz de o hadiselerden bahsedip dilimizi bulaştırmayalım.”68 demişler ve fitne kapılarının açılmasını, onlardan bahsetmeyi caiz görmemişlerdir. İtirazı haklı gösterecek birkaç unsur bulunmakla birlikte, bu konuşmalarda tarafgirlik damarıyla büyük sahâbîlere, hatta muhalif tarafta bulunan Âl-i Beyt’in bir kısmına, Talha ve Zübeyr gibi Aşere-i Mübeşşere’den olan büyük zatlara gereksiz itirazlar ve karşı çıkışlar olup, bunun neticesinde kötüleme ve düşmanlık meyli uyanacağı için Ehl-i Sünnet o kapıyı kapatma taraftarıdır. Hatta Ehl-i Sünnet’in ve Kelâm ilminin büyük imamlarından meşhur Sadeddin-i Teftâzânî, Yezîd ve Velîd hakkında lânet etmeye cevaz vermiş olmakla birlikte, Seyyid Şerif Cürcâni gibi bazı Ehl-i Sünnet allâmeleri “Gerçi Yezîd ve Velîd, zâlim, gaddâr, facir ve günahkâr kimselerdir. Fakata sekerât halinde imansız gidip gitmedikleri bilinmemektedir. Bu hususta kesin bir delil bulunmadığı ve bu şahısların da imanla gitme ve tevbe etme ihtimali olduğu için, özel olarak bu şahıslara lânet edilmez. Sadece “: Allah'ın lâneti zâlimlerin ve münafıkların üzerine olsun.” şeklinde umumî şekilde lânet caiz olabilir. İsim belirtilerek lânet edilmesi gereksiz ve zararlıdır.” diyerek onun zıddına görüş beyan etmişlerdir.69 Ayrıca ölmüş insanları kötülemeye gerek yoktur. Onlar âhiret âlemine göç edip, ceza ve mükâfat mahalline gitmişlerdir. Onların kusurlarına ortaya dökmek lüzumsuz ve gereksizdir. Âl-i Beyte muhabbetin emredilmiş olmasının bir gereği de, onların kusurlarını ortaya dökmemektir.70 67 Nursî, Mektûbat (15. Mektup, 2. Makam, 2. Sual), s. 85-86. 68 Bu söz Ömer b. Abdülaziz’e aittir. 69 Nursî, Emirdağ Lâhikası, (İstanbul Sinan Matbaası, 1953), c. I, s. 200, 202-3. 70 Nursî, Emirdağ Lâhikası, c. I, s. 200. Bu yazı Prof.Dr.Ali Bakkal'ın Bediüzzaman Said Nursi'ye Göre Hukukta Adalet Çeşitleri adlı makalesinden alıntılanmıştır..
·
15 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.