Türkçülüğün, büyük ölçüde Batı sömürgeciliğinin bir ürünü
olduğu unutulmamalıdır. Başlangıçta bu fikirlerin önemli kaynaklarından biri Şarkiyatçılığın icadı olan “Türkoloji” bilimiydi.
“Türkiye” adlandırması da Avrupa’ya giden öğrencilerin orada
öğrendiği bir şeydi. “Bu yeni fikirlerin Türklere ulaştığı bir kanal,
dışarıya gönderilen öğrencilerdi; yüzyılın ortalarına gelindiği
zaman, bunlar gittikçe artan sayıda Avrupa üniversitelerine
ve akademilerine gidiyorlar ve kaçınılmaz olarak, orada yayılan
fikirlerden etkileniyorlardı. Diğer bir kanal, başarısız 1848 devrimlerinden sonra Türkiye’ye yerleşen ve kendileriyle birlikte Orta Avrupa’nın romantik milliyetçiliğini de getiren Macar ve Polonyalı sürgünlerdi.”88 Bu dönemde yazılanlar, kaynağına uygun olarak Türklerin Avrupa halklarıyla akraba olduğunu göstermeye çalışıyordu. Lewis, buna örnek olarak Nazım Hikmet’in dedesi ve Enver Paşa’nın babası Mustafa Celaleddin Paşa (Constantine Borzecki) tarafından yazılan Eski ve Çağdaş Türkler adlı kitabı gösterir. Mustafa Celaleddin Paşa, kitabında Türklerin etnik olarak Avrupalılarla akraba olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Bu “Ari Irkın Turan Kolu” hikâyesi Kemalist hareketle birlikte sürdürülecek, Türklerin “Hint-Hitit” kolunun bir uzantısı olduğunu göstermek üzere, Hititler ve Sümerler Türk soyuna dâhil edilecektir.
Bütün bunlara karşılık Türkiye Cumhuriyeti, birleşmiş Türk
unsurunun bir örgütlenmesi değil, imparatorluk bakiyesi topraklarda doğmuş, yaşamış ve bundan kaynaklı ortak özellikler geliştirmiş herkesin örgütüdür: Yüzyıllık homojenleştirme çabalarına rağmen, onlarca etnik grubun oluşturduğu bir birlik.