Gönderi

Esirlikte öğrendim ki, o günlerden çapulcuların sayısı on beş binden artıkmış... O günlerde 4’ncü, 7’nci ve 8’nci Ordularımızın tutarı, bu sayıdan azdı. 27 Eylül’de, öndeki mızraklı alayın kolbaşısı, Tafas denilen kara taştan yapılmış büyücek bir Arap köyünün batısına yanaşmıştı ki, apansız köyden ateşe tutuldu. Alay attan inip avcıya yayıldı. Biz biraz gerileyerek yere çöktük. Gözümüzün önünde bizimkiler vuruşuyordu. Hiçbirimizde, davranıp yardıma koşma isteği uyanmadı. Sanki bizler, bir hafta öncenin savaşçıları değildik. Ömrümüzde ellerimize silâh almamış, harem kadınlarıydık. 3’ncü Atlı Tümen, topu topu 300 kişilik iki alayını yere indirip çeşitli düzenlerle savaşa sürdü. Önden sıçrayarak düşmana sokulmak istiyorlar, iki yanımızdan geçerek köyü çevirmeye uğraşıyorlardı. Biz, savaş filmlerini hiç sevmeyen sinema seyircileri gibi, durgun, ilgisiz bakıyorduk. Köylerdeki kalın duvarların, toprak yığınlarının ardındaydılar. Avuç içi gibi çıplak bir düzlükte saldıranlara atıyorlardı. Bu denksizlik bile bizi uyarmadı. İçimizden, ancak sekiz on kişi yardıma gitti. Onlar da galiba atlı erlerdi. Meslek dayanışmasından gelen bir tepkiyle davranmamazlık edememişlerdi. Ben asıl bunu söylemek istemiştim, başlarken... Sözü uzattım boş yere... Uykum kaçınca o akşam Tafas köyü önündeki ilgisizliğimiz aklıma geldi gene... Kaç gündür, milletin ilgisizliğinden yakınıyorsunuz da... Oluyor böyle donakalmalar... Sizin yerinize başkalarının ölüme atıldıklarını gözlerinizle gördüğünüz halde, ilgisizliğinizden utanç duymuyorsunuz. Bundan onuru yaralanmayanları nasıl uyandıracaksınız? Dürtüşlemenin hiçbir çeşidi sökmez ki...
Sayfa 550 - Bilgi Yayınevi, Üçüncü Bölüm, Dönemeç, IVKitabı okudu
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.