Gönderi

Anadolu Mayası Prof. Dr. Yalçın Koç'un Türkiye Günlüğü dergisinin 2006/Bahar, Yaz, Güz ve Kış sayılarında son derece değerli dört makalesi yayımlandı. Ehlince ilgi ile okunan bu yazılar, okuryazarların zihinlerindeki karışıklığı gidermek bakımından son derece işlevseldi. Oldukça sarih, temellendirici, ufuk açıcı ve kışkırtıcı yazıların ana başlığı: Anadolu Mayası... Yalçın Koç ilk yazısında şöyle diyordu: "Anadolu coğrafyasındaki varlığımızın dayanağı, 'Anadolu Mayası'dır. İçine düşürüldüğümüz yok edilme tehlikesinden kurtulmanın yolu, bu mayayı bilmekten, bu mayaya tutunmaktan geçmektedir. Anadolu mayasının esası, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği'dir. Ancak bu mayanın iki can düşmanı vardır. Bunlar, Anadolu'da sürmekte olan 'Vahhabi damar' ile, 'Greko-Latin-Kilise diyarı'dır.' Bu esaslı analiz, kritik bir tarihsel süreçten geçtiğimiz bu günlerde daha da önem kazanmış görünüyor. Üniversite'den emekli olduktan sonra Kaş'a yerleşen ve Nurettin Topçu gibi toprağa dönüşü sadece teorik düzeyde savunmayıp bizatihi gerçekleştirerek çiftçilik yapan bu yetkin fizik bilgini ve dervişin Anadolu'yu dönüştüren 'maya'ya ilişkin düşüncelerine biraz daha yakından bakalım: 'Maya, dilimize Farsçadan geçmiş bir sözcüktür. Esas, asıl, öz anlamına gelir. Mesela, süte çalınan ve bu sütü uygun koşullarda yoğurda dönüştüren maya, bu yoğurdun aslıdır, esasıdır, özüdür. Maya, mayalanma neticesinde oluşan şeye 'birlik' kazandırır. 'Birlik' kazanan şey, birliğinin esası itibariyle tek bir şey'dir. Maya, mayalayarak 'kendine' dönüştürdüğü şeyin, mesela yoğurdun 'birliği'dir; mayaladığını, 'tek bir şey' olarak bir arada tutan 'esas'tır. Kültür sürecinde ortaya çıkan ürünün 'kimliği', bu sürecin 'dışsal esaslı bir düzen'e tabi olan 'bütünlüğü'ne dayanır, bu itibarla 'kültürel kimlik', asli değildir ve 'öz'e ait değildir. Mayalanma sonucu ortaya çıkan şeyin 'kimliği', mayanın verdiği 'asli birlik'e dayanır, bu itibarla 'asli'dir ve 'öz'e aittir. Anadolu, Türkler tarafından mayalanmış bir coğrafyadır. Bu itibarla, ıspanak ekilmiş bir tarlaya benzemez, maya çalınarak yoğurda dönüşmüş süte benzer. Anadolu, bu mayalanma sonucunda 'asli birlik'e dayalı yeni bir kimlik kazanmıştır. Bu maya içerisinde artık ne Grek'in, ne Bizans'ın ve ne de Kilise'nin bir damarı, bir hükmü bulunmaz. Türklerin mayası, Anadolu'yu 'esas'ı 'öz'ü itibariyle 'dönüştürmüş', Anadolu'ya asli bir kimlik vermiştir. Anadolu'nun bu asli kimlik'i, bir kültür'ün veya kültürler mozaiğinin değil, Türklerin gerçekleştirdiği bir 'mayalanma'nın sonucunda ortaya çıkmıştır. Anadolu mayası'nın ne olduğunu, bu mayayı çalanlar bilir. Anadolu mayası ile mayalananlar, bu mayanın birliği'ne tabidir, ilkelerini bu mayanın birliği'nden alırlar. Bu mayanın eserleri, Anadolu coğrafyasının her yerinde, her şeyinde ortaya çıkar." Bu uzun alıntıyı özellikle yaptım, Yalçın Koç, zihnimizin modern zamanlarda düçar olduğu karışıklıktan kurtaran bu 'köktenci' yazısında, kavramsal bir tasnif ve arındırma gerçekleştiriyor, mitolojik ve idelojik bir çöpyığınına dönüşen zihni yeniden kökene, asli olana, cevher'e, öz'e ve esas'a çekiyor. Bir çağrı onunkisi. Anadolu'ya öz'ün mayasını çalanların kimler olduğunu ise, 'Horasan erenleri' olarak isimlendiriyor ki, bunun adresi, iki nehrin arası, ardı ve havzasıdır, yani Maveraünnehir'dir. Buna geçmeden, Koç'un, Nasrettin Hoca'nın göle maya çalışına ilişkin yorumunu da hatırlatayım: Göl maya tutar mı, sorusunu araçsal aklın sorduğunu söylüyor Hoca. Rasyonel yeti bu çaresiz soruyu sorar fakat Hoca, 'ya tutarsa' diyerek aklı aşan, onu öteleyen ve kuşatan kozmik öze gönderme yaparak aklı tersyüz eder. Hocanın eşeğe ters binmesi de bu bağlamda okunmalıdır. Akıl önünü göremez, akıl feneri, parçalanmalıdır. Burada kastedilen aklın, Ortaçağ'da 'kalbi akıl' anlamında kullanılan, bugün yanlış biçimde 'zihin'e dönüşmüş olan 'entellectus' olmadığı, rasyonalite'ye esas teşkil eden akıl (us) olduğu özellikle vurgulanmalıdır. Eşeğe ters binme, karşımızda aklı aşan bir durumun varlığını ima eder. Koç'un gönderme yaptığı adres, Maveraünnehir'dir... Anadolu mayasının asli yurdu orasıdır. İbn Arabi, Fetihler kitabının bir yerinde şöyle der: 'Allah'ın seninle açtığı ilk kapının senin nefsinin kapısı olduğunu bilir misin? Sen, kevnsin. Allah ise, seni var edendir. Varlığı seninle açmıştır. Sen varlığın anahtarısın. Bu yüzden sen O'nun yanındasın, Allah'tan başka kimse seni bilemez...' 'Nehrin ötesi' anlamına gelen Maveraünnehr'in hakikatini ve bu hakikatin Anadolu coğrafyasına, oradan tüm dünyaya yayılışını konuşmaya bu sırdan bakmak gerekir. Fetih, Fettah'ın belirmesi, ruhun açılması, kalbin sırlarının taşmasıdır. Bu, denizin halleri olarak dalgalanma, kabarmadır, büyüme, genişlemedir. Bu, fetihtir, Bilgeler Bilgesi, ‘fetih, nefsin kapılarının açılmasıdır’ der. Cihad'a ilişkin bir ayetin yorumunda da, (en yakınınızdaki düşmandan başlamak üzere savaşın), 'insanın en yakınındaki düşmanı nefsidir..' yorumunu yapar. Yol, O'nundur, O'ndan gelir ve O'na açılır. Üç gezi vardır: O'na, O'nda ve O'nunla... İlk ikisinin nihayeti vardır ama üçüncüsünün sonu yoktur. Maveraünnehir bilgelerinin yolu, birincisiyle başlar, O'nun sonsuz ve mutlak varlığına katılır ve orada koybaolur. Nehir, yetkin insanın simgesidir. Geçtiği toprakları bereketlendiren, Dicle, Fırat ve Nil, dünyanın kalbi olan Kâbe'nin çevresindeki kozmik dairede dolaşır. Biri Horasan, diğeri Elazığ'dan doğar ama kaynağı cennettir. Cennet, hakikattir. Hakikat hikmettir. Hikmet huzurdur. Huzur ise ancak O’na katılmakla olur. Biri, Ceyhun diğeri Seyhun. Biri Arapça, diğeri Farsça öteki Türkçedir. Biri, Buhari, diğeri Hemedani, öteki bu toprakların bilgesidir. Kâmil insan yağmur gibidir. Biatı tazedir. Yeryüzüne rahmet damlaları halinde iner ve ırmağa dönüşür... Irmak, asli kaynağı olan denize kavuşmak için, Fuzuli'nin dediği gibi, 'başını taştan taşa vurarak' sahilsiz ummana dökülür. Burası kıyısız denizdir, kıyı eğer deniz'in bir hali ise, bu geçidin kendisi, kamil insandır. Maveraünnehir, kâmil insanın kalbi, kâmil insan Maveraünnehr'in Hira'sıdır. İslam irfanının inzivadan çıkışı, Anadolu'ya oradan Balkanlar'a ve Doğu'nun en Batısı, Batı'nın en Doğusu olan İstanbul'a; Bursa, Konya, Erzurum ve Sivas'a ulaşması, Anadolu erenlerinin hareketlenmesiyle gerçekleşmiştir. Cafer-i Sadık'ın kutlu neslinin ve izinin büyük bilgesi Harakani hazretlerinin ikinci kuşak öğrencisi Yusuf Hemedani, onun dervişi Yesevi, O'nun kutlu halifesi Somuncu Baba, O'nun devamı, Ankara'nın sahibi Hacı Bayram-ı Veli... Bu bilgelik ırmakları hep Uhud Dağı'ndan doğar. Taşkent, Buhara, Semerkant veya Fergana... Adı ne olursa olsun, bilgeliğin büyük damarları, arzın yüreği olan Kâbe'den kaynar. Bugün, üzerinden sosyalist bir samyeli geçmiş olmasına rağmen hâlâ irfanın çiçekleri açıyorsa Fergana'nın, bu, Peygamberimizin mübarek kademine girmiş yetkin insanlara vatan olmasındandır. Anadolu'ya bilgelik, bu ırmaklardan akmıştır. Maveraünnehir'e, 'bereketin ötesi' de denir. Bereket, manevi feyzin nisan yağmurudur. Sedef Semerkand ve Buhara'dır, inci, Fergana. Bu rüzgâr Yesi'nin dağlarından eser. Şems hızırdır, Mevlânâ sırdır, Yesevi sırların annesidir. Hemedani, fütüvvetin aslıdır. Başkasının nefsini kendi nefsine öncelemenin diğer adı Ahiliktir ki bunu Somuncu Baba'nın yedi katlı Fatiha tefsiri bize anlatır. Yesevi hem şair hem veli hem kılavuz, hem Ahi, hem Evran'dır. Maveraünnehir, nehrin sadece ötesi ve bereketi değil, Anadolu, ‘güneşin doğduğu yer’ anlamına gelir. Horasan’ın da kelime anlamı, ‘güneşin doğduğu yer’dir. Anadolu Horasan’dır, Yesi’dir, Üsküp’tür, Gül Baba’nın yattığı Budapeşte’dir. Anadolu, Maveraünnehir haznesinden, kırk günlük kozmik bir inziva zamanını kat ederek gelmiştir Anadolu'ya. Abdalların, pirlerin, erenlerin ve ahilerin büyük medeniyetinin şiirini yazmak da Yunus Emre’ye, Hz. Mevlânâ'ya, Niyazi Mısri’ye nasib olmuştur. Selçuk ve Osmanlı medeniyetlerini Horasan erenleri inşa etmiştir. Onlar sütundurlar, dünyayı temsil eden kâmil insanlardır. Yeryüzü, onların omuzları üstünde yükselir. Onlar Mukarrebun melekleri gibidir. O kadar yakınlaştırılmışlardır ki, ne kendilerini ne gayr'ı ne de Allah'ı bilirler. Çünkü Allah'ın sonsuz ve mutlak varlığında kaybolmuşlardır. Maveraünnehir, işte bu büyük sırrın adıdır. Anadolu'nun büyük sırrıdır. Anadolu’yu, Türkistan’daki Gönlü Yüce İnsan mayalamıştır. Sadık Yalsızuçanlar Kitabi da buraya bırakalım:
Anadolu Mayası
Anadolu Mayası
youtu.be/uWLdUhTGdZs
·
593 views
L. G. okurunun profil resmi
Hocam inceleme kitabın tam bir özeti olmuş. Kaleminize yüreğinize sağlık. Kitap bende merak uyandırdı.
Muhammed Ali okurunun profil resmi
Teşekkür ederim hocam yalnız yazı bana ait değil,Sadık Yalsızuçanların.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.