Deprem sonrası, bütün bir Ramazan'ı da içine alan 40 günü Van'da geçirmiştim. Ramazan yine böyle sıcak günlere denk geliyordu. Bir gün öyle bir yağmur yağmıştı ki aman Allah'ım. 15 metrelik kavak ağaçlarının rükuya ve secdeye gittiğine ben o gün şahit oldum. Abartmıyorum, ağaçlar yarı bellerine kadar eğiliyor, sonra doğruluyor, tekrar eğilip uçları yere değecek gibi oluyordu.
Yıkık dökük şehir, konteynır ve prefabrik işyerleri, camları kırılmış, duvarları yaşlı bir insanın suratı gibi çizgi çizgi çatlamış koca okullar, devlet daireleri, camiler...
Kim bilir kaçıncı defa Van kalesine gidişimizdi. Bediüzzaman'ın kaledeki mekanı kilitlenmiş, girişe izin verilmiyor. İlk defa gelen arkadaşlar merak ediyor ama yapacak bir şey yok, geri dönüyorlar. Onlar kalenin diğer kısımlarını gezmek için giderken ben tekrar mağaranın kilitli demir kapısının olduğu yere gidiyorum, benden başka kimse yok. Bismillah deyip kapıyı zorladım fakat neredeyse hiç bir güç sarfetmeden kapı açıldı. Arkadaşlara telefon edip çağırmıştım. Karanlık mağarayı telefonların flaş ışıkları eşliğinde oldukça kalabalık bir grup gezdi. Bediüzzaman'ı hiç duymamış olan kimi insanlar orayı sadece tarihi bir mağara zannediyorlardı, onlara da anlatınca şaşırdılar. Bir müddet sonra güvenlik görevlisi gelip hepimizi dışarı çıkardı ve kapıyı tekrar kilitledi. O gün Bediüzzaman'ın misafirleri olduk.
Van'ın insanı çok iyi. Her akşam başka bir evde iftar ediyorduk ki yemekler harikaydı. Kaldığımız yerin aşçısı da harikaydı. Hayatımda en çok yemek yediğim, kitap okuduğum ve gezdiğim günlerdi.
Hey gidi günler olarak anılarımız arasında yerini aldılar. Tam yaşanılacak günlerdi...