10EKIM ANKARA KATLİAMI
Ankara da oturdum bir kara taşa
daha söz söylenmemişti
daha insansızdı meydanlar
meydanlar daha gün görmemişti
halkım dedi son soluğu gövdesiz bir başın
halkım
şimdi ben
bir devin ölüsü gibi uzanmış dağların
mor çiçekler açmış günahıyım
halkım ey
halkım
şimdi ben
sam yelinin biçtiği
gök ekinler hasadıyım
görmeyenler görsün
duysun duymayanlar
şimdi bu meydan
bu meydanlar
giyotinden düşmüş bir başın çığlığıdır
şimdi yitik bir sesim var o kanın yuttuğu
çiçeklerin kokladığı
bedensiz bir soluğum var
görse kapatır yüzünü ay
dağların en karanlık ardını arar yıldızlar
o dağlar ki halkım
ölmüş bir devin mor sessizliğidir
açsam yaramı kızıla boyanır bir ülke
ben böyle yaşam için öldükçe
nasıl dirilir ölüm için yaşayanlar halkım
nasıl dirilir
üşümeye ellerim yok şimdi
emanet vermeye sesim yok
bu meydan
bu meydanlar
apaçık mezarıdır kapkarınlık bir vahşetin
bu suçu gizleyemez tanrıların gazabı
borsaların iştahı yutamaz bu kanı
emanet verdiğimiz
bu canı hiçbir kılıf kirletemez
sen ki üryan geldiğimiz
kapalı bir kapısın
her bir zerremizi mermi diye sürdük namluya
ölüm tüketemez bizi
isterse kırılsın kanadı kavuşmanın
parça parça olmuş
insan eti seğiriyor kumların üzerinde
kızgın lavlardan almış rengini
paramparça olmuş bedenlerin
gözlerine çizmiş kederini
bir çocuk gömülmüş annesinin göğsüne
ağzı kilitlenmiş korkuların çığlığı gözleri
dik dur oğul diyor annesi
dik dur
ağlarsan kuzgunlara yem olur acımız
iki eli iki yakamızda kalır
üzülür babamız
ağlarsan kuzgunlar konar bir gülün dalına oğul
dökülür yapraklarımız
dik dur oğul
kör pınarlar gibi kurut gözlerini bugün
dimdik görsün bizi düşmanlarımız
derin kederlerle bileyle gözlerinin bıçağını
sönmüş ocakların şivanıyla bileyle
ağlayacak gün değil bugün
daha sonra oğul
daha sonra birlikte ağlarız
gömülmüş annesinin göğsüne bir çocuk
sönmüş ocakların külüyle yüklü
bulutlar gibi bağlamış gözlerini
bakmadan görüyor
duymadan dinliyor babasının öyküsünü
köknar ağacının kökleri gibi sarmış kollarını annesi
ve bir devin yarasından akan
acıyla boyamış yüzünü