Gönderi

167 syf.
10/10 puan verdi
Mehmed Uzun'u Saygı, Sevgi ve Minnetle anıyorum...
~Ruhu zedelenmiş, sesi kısılmış, kendisini ifade etmekte güçlük çeken insanların yazarı, sürgünün yarattığı bir edebiyatçı Mehmed Uzun. "Siverek'te ilkokulun birinci günü bir tokat yedim, bugün bile aklımdan çıkmaz. Okul bahçesinde sıraya girmeye çalışırken aramızda Kürtçe konuşuyorduk. Bir tokat attı İstanbullu yedek subay öğretmen, Türkçe konuş diye. Ama Türkçe bilmiyordum ki..." der ve anadili ile bağının bir tokatla koptuğunu söyler. Çok sonraları , 18 yaşında tutuklanmasıyla Kürtçe ile ilk ciddi tanışması başlar. "1972 yılında tutuklandım, Kürtçülükten. 18 yaşındaydım. Duvarlara yazılar yazılmıştı Siverek'te. 28 kişi birlikte Diyarbakır Askeri Cezaevi'ne gönderildik. Kürtçeyle ilk ciddi tanışmam böyle oldu. Herkes vardı hapishanede. Tarık Ziya Ekinci, Mehmet Emin Bozaslan, Musa Anter, Ferit Uzun..." Mehmed Uzun o dört duvar arasında Kürtçe'yi öğrendi, İsveç'te sürgün hayatı yaşadı ve böylece modern Kürt edebiyatında kurucu bir role sahip oldu.~ Nar Çiçekleri Mehmed Uzun'un okuduğum 3. kitabı. Yazar bu kitabından dolayı 2001 yılında yargılanıp beraat etmiştir. Kitap bilgi dolu ve birbirinden güzel 9 denemeden oluşuyor. Kısaca denemelerde anlatılanlardan bahsedeyim. ~NAR ÇİÇEKLERİ~ Kitaba adını veren bu denemede Mehmed Uzun'un çocukluk yıllarına, Diyarbakır'a, Gavur Mahallesi'ne doğru yol alıyoruz. Nar çiçeklerinin güzellikleri arasında kılıç artığı Apê Vardo'nun, kültürleri yok edilmeye çalışılan, katledilen, kendi komşusu tarafından öldürülen insanların hüznüne tanık oluyoruz. Hep "biz biz" "tek ulus, tek kültür" diyen, "Ermeni kellesi alan cennetliktir" deyip komşuyu komşuya öldürtenlere tüm benliğimizle karşı çıkıyoruz bu bölümde. "Niye bu kan, bu kin, bu öfke, bu nefret, ey geçmişinden, deneyimlerinden hiçbir ders çıkarmayan, hemencecik çılgınlığın ve şiddetin cazibesine kapılan, 'hep ben hep biz' diyen unutkan insanoğlu?" [sf. 35] <WELATÊ XERÎBYÊ (Bir Hüzündür Ayrılık)> Yazar bu denemesinde hem bir hüzün hem bir sığınak olarak yaşadığı Welatê Xerîbiyê'yi, sürgün hayatını iyi kötü yanlarıyla anlatıyor. Ve Mehmed Uzun çeşitli ülke ve kültürlerden gelmiş yazarlara bu bölümde "Sürgün ülkesindeki yeni yaşamınızın ilk beş yılında, yeni ülkenizle ilgili hiç rüya gördünüz mü?" diye soruyor ve cevap "Hayır, hiçbiri ilk beş yılda yeni ülkeleriyle ilgili bir rüya görmemişlerdi. Rüyaları tümüyle geride bıraktıkları ülkeleri ve oradaki yaşamlarıyla ilgiliydi." "Sürgün bir mezarlıktır." [ Witold Gambrowicz ] "Sürgün bir ayrılıktır, bir hüzündür. İnsani olmayan, ağır bir cezadır. Yaşanmış, çok iyi bilinen uzun bir zaman kesitini, daha doğrusu bir yaşamı geride bırakmaktır. İstemeyerek, zorlanarak..." [sf. 65] Ne acı insanın ülkesinden zorla koparılması... "Kaybedilenler ve kazanılanlar... Sanırım, sürgün yaşamı bu iki yalın sözcükten oluşuyor. Ben de, tıpkı Erebê Şemo gibi, yeni ülkemde, öncelikle bir 'kayıplar süreci' yaşadım. Her şeyden önce dilimi, benim için çok kutsal olan varlığımı, Albert Camus'un deyimiyle anayurdumu kaybettim. Dilim birden gereksiz, anlamsız, külfetli bir varlık oldu. Beni koruyan, ifade eden, bana güç ve güven veren varlık olmaktan çıktı. Kendimi ifade edemez oldum. Dilimle birlikte benliğimi, kimliğimi yitirdim. Ben, ben olmaktan çıkıp, ne olduğu bilinmeyen, uzaklardan gelmiş, yardıma muhtaç'bir yabancı, bir göçmen' oldun. Bana çok yabancı olan istemediğim, arzulamadığım bir 'yabancılar kategorisinin' üyesi, merkezde değil, preferide yaşayan bir topluluğun mensubu olmaya başladım. Yaşamım, deneylerim, düşüncelerim birden anlamsızlaştı, değersizleşti. Uğruna büyük tehlikeleri göze aldığım, cezaevlerinde yattığım ideallerim banal, hiçbir şey ifade etmez hale geldi. Niye cezaevlerinde yattığımı anlatmakta çok büyük zorluk çektim. Niye yeni ülkeme geldiğimi anlatmaya çalışırken utandım? Benim için çok açık ve tartışılmaz olan diğer yargılarımı yitirdim. Yeni ülkemde bu değer yargılarının geçerli olmadığını gördüm. Mesleğimi yitirdim. Her insan için çok kutsal olan vatandaşlık hakkımı yitirdim. Serbestçe geriye dönebilme ve ülkemde yayınlanabilme hakkımı yitirdim. Yakınlarımın, dostlarımın ve çevremin sevgisini, beni anlayan bakışlarını, beni destekleyen, bana güç veren sıcak sözcüklerini yitirdim. Çocukluğumun geçtiği evimizdeki nar ağacı tomurcuklarının renklerini, şeftalinin tadını, her bahar bizi ziyarete gelen kırlangıçların sesini yitirdim." [Sf. 69-70] "Erebê Şemo'nun anlattığı sadelikle, kazandıklarımı da sıralarsam; her şeyden önce yeni bir dil kazandığımı söylemeliyim. Dilimin taşıdığı acıları, yasakları, çelişkileri taşımaya, bana onları hatırlatmayan, başka türlü de kendimi ifade etmemi sağlayan, bana yeni olanaklar kazandıran bir dil. Bu dil aracılığıyla yeni bir ülke, kültür ve edebiyat kazandım. Yeni insanlar, alışkanlıklar, değer yargıları, deneyler, diller, kültürler tanıdım. Yeni ülkemin yardımıyla tüm İskandinavya'yı kazandım. Dünyaya, dünya insanlarına ve çeşitli geleneklerine açıldım. Diğer insanlardan daha fazla, seçmeci olma olanağını kazandım. Benim, insanlarımın ve sorunlarımın bir merkez olmadığını, benim dışımda da kocaman bir dünyanın varolduğunu gördüm. Diğer insanların da en az benim kadar değerli olduklarını öğrendim. Hayretle bir Arap, Letonyalı, Çek, Uruguaylı, Polonyalı, Çinli, Kongolu ile birbirine çok benzeyen şeyleri yaşadığımı, aynı duyguları hissettiğimi gördüm. Diktatörlerin farksızlığını ve her şeyin insani değerlerle ölçülmesi gerektiğini öğrendim. Alçakgönüllülüğü kazandım. Bir kahraman değil, kusurları, yanlışları, eksiklikleri olan bir insan, sadece bir insan olma duygularını kazandım. Sonsuz ve coşkulu bir merakı, bir öğrenme, tanıma tutkusunu kazandım. Bir evrenselliği, bir dünya insanı kimliği kazandım. Kendimi her zaman, hesapsız, savunmasız kollarına bırakabileceğim, ruhumu teselli edeceğini, cömertliği ile yüreğimi zenginleştireceğini bildiğim bir dünya edebiyatı kazandım. çeşitli diller, kültürler arasında dolaşabilme ve renklerin tonlarını daha iyi ayırt edebilme sanatını öğrendim. Büyük bir hayretle, dünyadaki her şeyin çok basit bir gerçeğe, insana, insani yaşama ve insani değerlere ilişkin olduğunu gördüm..." [Sf. 71-62] <ŞİDDET VE KÜLTÜREL DİYALOG> Mehmed Uzun bu yazısında Türkiye'deki Kürt sorunu, nedenleri ve çözüm yollarına ilişkin basit duygu, deney ve düşüncelerini, başından geçen olaylarla birlikte anlatıyor. Ayrıca denemesinde Polonyalı ve Sibirya'ya sürgüne gönderilen bir ailenin çocuğu olan Joseph Conrad'ın Karanlığın Yüreği adlı eserinden de örnekler verip bağlantılar kuruyor. "Türkiye Cumhuriyeti'nin beyni ve yüreği olan Ankara'nın Kürtlere ilişkin politikasını ve günümüze kadar gelen serüvenini, aşağı yukarı, biliyoruz. En kısa özeti şu; 1920'lerin başında Osmanlı imparatorluğu'nun enkazları üzerine kurulan genç cumhuriyet, çoğu konuda olduğu gibi Kürt ve Kürdistan sorunununda da Osmanlı Devleti'nin geleneksel politikasını terk eder; Osmanlı Devleti'nin politikasını, Sultan Abdülhamid'in anılarından derlediğim şu özlü sözleri ile, kısaca, ifade etmek olası: "Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın birçok milletini sinesinde toplamış olan bir imparatorluktur. Türkler, Araplar, Kürtler, Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Zencilerden ve diğer birçok unsurdan teşekkür etmiştir... Kürtler... Kuvvetli ve kavgacıdırlar... Tarihi bilinmeyecek kadar eski zamanlardan beri bu eyaletlerde yaşamışlardır... Kendi dilimizden olan Kürtleri kendimize yaklaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir?.. Ben kabul ettiğim Kürt politikasında doğru yolda olduğum kanaatindeyim..." Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yavaş yavaş bu politikayı terk eder. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, Sultan Abdülhamid'in doğru gördüğü bu Kürt politikasının yerine daha uygun, daha akılcı bir politika da koymaz. Tersine, en akıl almaz yolu seçer; Kürt ve Kürdistan'ın tümden red ve inkar edilmesini uygun bulur. Binlerce yıldan o güne kadar gelmiş ve varlığı, güneşin, ayın ve yıldızların varlığı kadar doğal görülmüş, kabul edilmiş Kürtler ve ülkeleri Kürdistan birden yok olur. Osmanlı devleti'ne bağlı olarak, 1848'de Sadrazamlık kararı ve Sultan'ın onayı ile oluşturulan Kürdistan eyaleti yok olur. Kürdistan Eyaleti'nin Meclis'i Mebusan'daki temsilcilik hakkı yok olur. Kürt kimliği, dili, kültürü, edebiyatı, sanatı, tarihi, gelenek ve görenekleri yok olur. Kürt ve Kürdistan'a ait her şey yok olur. Güneş, ay ve yıldızlar yok olur..." [Sf. 83-84] "Belki de söylemeye gerek yok, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu "burası-orası, uygar-vahşi, red ve inkar" üzerine kurulu bakış açısının dayanakları, ne yazık ki, sadece kaba zor, kuvvet ve şiddet olmuştur. Başka hiçbir şey değil. Sadece şiddet. Şiddetin verdiği kör güven ve cesaret. Sözü uzatmaya gerek yok, 5 Mayıs 1927 tarihli vakit gazetesinde yayınlanan şu çok kısa cümle her şeyi çok iyi anlatmaktadır: "Türk'ün süngüsünün görüldüğü yerde Kürt sorunu yoktur..." Bu politikanın çok acı sonuçları ortada; yirmiden fazla Kürt ayaklanması, onbinlerce insanın ölümü, yüzlerce idam sehpası, yüzlerce köy ve yerleşim biriminin yıkılması, kin ve nefretin kök salması, yüreklerin kararması, karanlığın, korku ve vahşetin egemenliği, uçurumların derinleşmesi, müzmin bir huzursuzluk, devamlı bir teyakkuz, durmadan kanayan bir yara. Sözünü ettiğim bu resmi bakış açısı, mentalite ve ruh haliyle Türkiye Cumhuriyeti bugünlere geldi. Şimdi buradan geriye dönüp bakalım ve kendi kendimize soralım; çok ulusal olduğu iddia edilen ama her şeyiyle kolonyalist patentli bu bakış açısı, mentalite ve ruh hali, çekilen bunca acıya rağmen, neyi çözdü? Kürt kimliği yok edildi mi? Kürtler Türkleşti mi? Ülke olarak Kürdistan tarihten ve yeryüzünden silindi mi? Kürt dili, kültürü, edebiyatı ve sanatı asimile edilebildi mi? Türkiye cumhuriyeti amaçlarına ulaştı mı? Bir tek devleti bile kendi politikası yönünde ikna edebildi mi? Bu politikası ile uluslararası planda herhangi bir itibar ve saygı kazanabildi mi? Sorular durmadan çoğaltılabilir, ama yararı yok." [Sf. 86-87] Uygulanılan bu politika herhangi bir çözüm getirmedi ve biz Kürtleri yok edemedi (Türkleştiremedi)! Biz Kürt kimliklerimizle burdayız. Sizce de artık bunu kabullenmenin zamanı gelmedi mi? "Herkes Türk olmak zorundadır, Türkten başkasının söz hakkı yoktur" türünden Kurtvari mentalieyi bir yana bırakarak, Türkiye'nin önemli bir bölümünü ve orada yaşayan vatandaşları düşman ya da potansiyel düşman olarak görmekten vazgeçerek bu söz konusu ağır ayıbı Türkiye'nin sırtından atmanın zamanı gelmedi mi?.." [Sf. 96] <ÇOKKÜLTÜRLÜ TOPLUM> "Çokkimlikli, Çokkültürlü Bir Toplum Nasıl Olmalı?" isimli konferansa sunulan tebliğin notlarından oluşan bu yazısında ise Mehmed Uzun Çokkültürlü bir toplum olan İsveç'ten ve azınlıklara karşı uyguladıkları politikalardan bahsederek düşünce ve deneyimlerini aktarıyor. "Çünkü İsveç'teki sosyal ve kültürel yaşam "çok kimlikli, çokkültürlü" bir modele göre işliyor. İsveç'teki ilk yıllarımda durumu anlamakta güçlük çektim; Kürt çocukları için kreşler ve anaokulları vardı, eğitimciler Kürtçe ve İsveççe bilen iki dilli öğretmenlerdi. Kürtçe dergi ve gazeteler çıkıyordu ve bunlar Kültür Bakanlığı'ndan devamlı yardım alıyordu. Kürtlerin çeşitli dernekleri vardı ve bunlar Göçmenler Bakanlığı'ndan yardım alıyordu. Kürt çocukları okullarında, haftanın belli saatlerinde ana dil eğitimi alıyorlardı. Yüksek Öğretmen Okulu'nda Kürtçe öğretmen yetiştirmek için bir bölüm vardı ve tüm ülkede 200'den fazla eğitimci, öğretmen vardı. Kürt aydınları, yazarları, kültür adamları kendilerini rahatlıkla ifade edebiliyorlardı. Kütüphaneler Kürtçe kitaplar alıp raflarına yerleştiriyordu. Eğitim Bakanlığı Kürt çocuklarının eğitimi için Kürtçe okuma kitapları hazırlıyordu. Belediyelerde Kürtçe bilen asistanlar, danışmanlar, tercümanlar vardı. Devlet Kürt göçmenlerine ulaştırmak istediği enformasyonları iki dil, İsveççe-Kürtçe, ile hazırlanmış broşürlerle, rahatlıkla, ulaştırıyordu. Kürtlerin kendi dilleri, kültürleri ve kimlikleri ile izlettim talepleri anlayışla karşılanıyordu ve olabildiğince yerine getirilmeye çalışılıyordu... İlkim bu durumu anlamakta gerçekten güçlük çektim. Niçin İsveç, Kürtlere karşı böyle anlayışlı ve cömert davranıyordu? Yoksa çok iyi bir "müttefik" miydi? Türkiye'den alışkın olduğum mentalite ve jargonla böyle düşünüyordum. Daha sonra, topluma daha yakın ilişkiler kurmaya başladıktan ve özellikle Göçmenler Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı'na bağlı çeşitli kültürel görevlerde bulunduktan sonra, sanırım, durumu iyi kavradım; İsveç ne Kürt sorununu kendi çıkarları için kullanmak istiyordu, ne Kürtlere karşı çok özel bir sempatisi vardı ne de Kürtlerin çok iyi bir "müttefikiydi." "Çokkimlikli, çokkültürlü toplumu" kendi resmi politikası olarak kabul ettiği için tüm bunları yapıyordu. Ve bunu sadece Kürtler için değil, Türkler de dahil, diğer tüm etnik gruplar için yapıyordu." [Sf. 101-102] Peki "zaten çok küçük olan bu etnik grupları bir güzel asimile etmek varken niçin İsveç bu aptallığı yapıyor?.." diye soranlara da bu yazıda cevap veriyor Mehmed Uzun. "Nedeni şu; İsveç, ciddi çatışma ve çelişkilerin yaşanmadığı, sarsıcı kavga, gürültü ve toplumsal patlamaların olmadığı, toplumun dinamik gelişmesini engelleyen kültürel, etnik gerilimlerin sözkonusu olmadığı bir refah toplumu yaratmak için bu söz konusu "aptallığı" yapıyor. Ve grupları baskı altına almak, kimlik ve kültürel haklarını ellerinden almak ve geleneklerimizden bildiğimiz, alışkın olduğumuz metodlarla onları asimile etmek yerine, onlara devamlı "hak ve görevlerini" hatırlatan, onları toplumsal olarak katılımcı hale getiren, onları devlete bağlayan bir "demokratik" politika izliyor. İsveç, çok kültürlü, çok dilli ve milliyetli toplumu bir zenginlik, topluma dinanizm kazandıran bir dinamo olarak görüyor. Çeşitli dil, kültür, din ve milliyetlerin barış ve eşitlik içinde iç içe yaşamalarını güzel, mutlu ve refah dolu bir geleceğin garantisi olduğuna inanıyor." [Sf. 102] Oysaki başta Türkiye olmak üzere çokkültürlü bir toplum olma yolunda ilerlersek buna göre çözümler üretirsek, dışlamasak çok daha güzel olmaz mı? Bunun bize ne gibi zararı olabilir ki?.. "Birlikte yaşamak, barış içinde birlikte varolmak mümkün değil mi? Mümkün olmayacak mı?" [Sf. 48] <KAN KANLA YIKANMAZ> Antolojiya Edebiyata Kurdî'nin yayınlanmasına ilişkin olarak yapılan konuşmayı içeren bu yazıda Mehmed Uzun, etnik çatışmaların, bağnaz önyargıların, diğer kültürlere karşı kin ve nefretin durmadan arttığı günümüz dünyasında edebiyatın önemine vurgu yapıyor. Ayrıca tüm zamanların en büyük yazarı olduğunu söylediği Homeros'un "Odysseia"da, savaşlardan çok çekmiş, kavgalardan yorgun ve kırgın çıkmış ölümsüz kahramanı Odysseus'u bize çok güzel ve etkileyici bir şekilde aktarır. "Ancak edebiyat durmadan kirlenen vicdan ve yürekleri temizleyebilir, insan ve kültür sevgisini verebilir. Ben buna inanıyorum. Kürtlerin sevdiğim bir atasözleri var; "xwîn bi xwînê nayê şûştin" (Kan kanla yıkanmaz.) Kan, ancak adalet duygusu, insani ve vicdani yaklaşımla yıkanabilir, temizlenebilir. Adalet anlayışının, insani ve vicdani duyguların kaynağı da edebiyattır. Edebiyat, insanların birbirlerini daha iyi anlamalarının yolu, kültürlerin birlikteliğinin vazgeçilmez köprüsüdür." [Sf. 113] <ÖTEKİLER> Mehmed Uzun bu denemede ona çok mutlu anlar yaşatan yazarlar ve kitaplarını, Homeros'un "İlyada ve Odysseia"sını, Kürtlerin ünlü destanı Memê Alan'ı, Faulkner'in "Ağustos Işığı"mı ve saygı duyduğu severek okuduğu diğer ötekileri bize çok güzel bir şekilde anlatıyor. "Görüldüğü gibi edebiyat da başından bugüne kadar öteki ile çok yakından ilgili olmuştur. Bir yere ait olmak ama aynı zamanda ötekini de bilmek, ona varabilmek, onun yarattığı heyecan ve korkuyu duyabilmek, onu istemek ve arzulamak hep edebiyatın ana teması olmuştur. Ve çok rahatlıkla şunu söyleyebilirim; ötekini tanımak, bilmek, ilişki kurmak ya da öteki ile yaşanan çatışma ve çelişkileri anlayabilmek ve gerilimleri azaltabilmek konusunda edebiyat diğer tüm bilim dallarından daha fazla bir rol üstlenmiş ve görev görmüştür. Çünkü edebiyat, özellikleri gereği hem çok yereldir hem de çok evrenseldir. Kaliteli edebiyat her zaman, bir coğrafyayı sınırların ötesine, bilinmeyen ve pratik olarak varılması çok zor olan yerlere taşımıştır. Yerel bir coğrafyayla evrenin ilişkisini kurmuştur. Bu nedenle edebiyat sınırlar ötesidir, sınırlar üstüdür." [Sf. 124] <MUSA ANTER'E AĞIT> Kürtçesinin gelişmesinde Mehmed Uzun'a büyük katkılar sağlayan Musa Anter'in öldürülmesi üzerine kaleme alınan bir yazı. Memê Alan Destanı'nı peri kızlarının da (Tavbanû, Heyvbanû, Stêrbanû) içinde bulunduğu bu masalsı, sevgi dolu ve hüzün dolu bu yazısında Musa Anter'i Kürdün acılı tarihe tanık olduğu gibi Kürdün mutluluğuna da tanık olacak olan şehri muazzamı (Diyarbakır) anlatıyor.Yer yer bu anlatımını Cigerxwin, Ehmedê Xanî ve Mîr Bedirhan'ın sözleriyle de süslüyor. "Niçin bu ülkenin kaderi bu kadar kara? Niçin dünyanın zor ve zulmü, kin ve vahşeti gelip insanımı buluyor? Niçin halkımın başı dik, karnı tok, sözü güçlü olmasına izin verilmiyor? Niye hep bu mazlum halkın köle, sessiz ve dilsiz olması isteniyor? Ama Kürdün makus tarihi dönecek, dönüyor" [Sf. 141] <AKLIN VE VİCDANIN SESİ> Apê Musa'nın anısına düzenlenmiş ödül töreni için kaleme aldığı bu yazısında Musa Anter'in ve onun gibi öldürülen, hain kurşunlara siper edilen, sinsice, vahşice katledilen Uğur Mumcu ve Mehmet Sincar'a da değiniyor. Durmadan kan akan bu "toplumların vicdana, vicdanının sesine ihtiyacı vardır. Vicdanını yitirmiş bir toplum, geleceğini ve gelecekteki tüm güzellikleri kendi eliyle katletmiş, hastalıklı bir toplumdur." diyerek bu denemesinde akıl ve vicdanımıza sesleniyor bu denemede Mehmed Uzun. <YAŞAR KEMAL> Bu yazı Yaşar Kemal'in aldığı ödüle ilişkin yapılan bir törendeki konuşmasını içeriyor. Mehmed Uzun bu denemesinde çok sevdiği Yaşar Kemal'i ve edebiyatı hakkındaki düşüncelerini yine çok güzel bir biçimde ifade ediyor. "Evet, geçmiş zamanlara, çağlara, geleneklere karşı bir sorumluluk olmadan, yaşanan zamana karşı da bir sorumluluk olmaz. Her şeyi büyük emek harcayarak canlandırabilmek, dopdolu yaşayabilmek ve bir an olsun onları unutmadan çağdaş yapıtlar yaratabilmek... İşte ustalık! Bunun örneği mi? İşte Yaşar Kemal." Yeni maceraların kapısını aralayan bir Mehmed Uzun kitabının ve incelemesinin de sonuna geldik. Yine bilgileriyle, düşünce dünyasıyke bana çok şey kattı Mehmed Uzun. Önceden duymadığım birçok yazarı öğrenmiş oldum sayesinde. Kürt yazarları, destanları hakkında da bilgi edinmiş oldum ve kitaptan sonra bir yapacaklar listesi belirledim bu listeyi de sizinle paylaşmak isterim. <YAPILACAKLAR> •Öncelikle bu kitap sayesinde tanımış olduğum ve Diyarbakırlı olan Ermeni asıllı Mıgırdiç Margosyan'ın "Gavur Mahallesi" ve uzun zamandır okumayı düşündüğüm Mehmed Uzun sayesinde de vakti geldiğini anladığım "Karanlığın Yüreği" kitabını okuyacağım. Tabi özel olarak Yaşar Kemal'e ayrılmış bir denemeye rağmen onun kitaplarını okumamak olmaz. Sonrasında Homeros'un, Ovidius'un ve bahsettiği diğer yazarların kitapları ile devam edeceğim. (Tabi o arada kitaplığımdaki canım kitaplarımı da ihmal etmeyeceğim) •Ermeni halk ozanı olan Sayat Nova'nın hayatından ve çalışmalarından esintiler taşıyan "Narın Rengi" filmini izleyeceğim. •Malum sonbahar geldi ve bildiğiniz üzere nar fidanları da bu zamanda dikilir. Ee şimdi kitabın ismine ithafen bahçemize bir nar fidanı dikmeyelim mi? O büyüdükten sonra Nar Çiçekleri kitabını onu çiçekleriyle bezenmiş dallarının oluşturduğu gölgelerin altında okumayalım mı? (Hem yan komşumuzun bahçesinde vardı ve her gördüğümde de kıskanıyordum :ddd) •Ve son olarak fırsat bulduğum bir zamanda Mehmed Uzun'un "Ben ölmeye değil, yaşamaya geldim" dediği Diyarbakır'da Mardinkapı Mezarlığında bulunan kabrini ziyaret edeceğim. Gönül isterdi ki ölüm yıldönümüne özel bugün ziyaret edeyim ama maalesef... Bu çokça alıntıyla harmanlanmış ve uzun incelememi okuduğunuz için teşekkürler. Umarım sıkılmamışsınızdır. Ve incelemem sayesinde umarım Mehmed Uzun okumaya başlarsınız. Eminim ki okuduğunuz için pişman olmayacaksınız. Mehmed Uzun size çok şey katacaktır. (:ddd) ~KİTAPLA KALIN~
Nar Çiçekleri
Nar ÇiçekleriMehmed Uzun · İthaki Yayınları · 20123,980 okunma
··
77 views
Bilal Günaydın okurunun profil resmi
Herhalde en büyük üzüntülerimden biridir bize dair çok az şey bilmem. Kürtçe dahi bilmiyorum, sadece anlıyorum. Yani konuşamayıp, anlayabiliyorum. Tabii tamamını değil ama durum böyle. Doğduğum ve büyüdüğüm zaman ailem korkmuş, öğretmemiş. Ben de pek çabalamadım. Birgün alfabesiyle beraber düzgünce öğrenip çocuklarıma öğretmek istiyorum. Kısmet bakalım. Kitaba dair de bolca bilgi vermişsin. Elimde iki tane Mehmed Uzun kitabı da var. Birgün okuyacağım. Eline sağlık kardeşim. İnceleme için teşekkür ederim. :)
Rana okurunun profil resmi
Boğaz düğümleyen alıntılarınla birlikte çok güzel bir inceleme yazmışsın bugünün anısına, eline sağlık . Yazarın kitaplarını okumaya başlayacağım ben de, daha fazla gecikmemeli :))
Astêrkia ✓ okurunun profil resmi
İncelemede de belirttiğim gibi Mehmed Uzun sana çok şey katacaktır. Gerek Kürt tarihi, gerek edebiyat, gerek sanat... Birçok açıdan sana yararı olacaktır. Pişman olmayacaksın emin ol ve bence de daha fazla gecikme 🌼
2 next answer
Delîla okurunun profil resmi
Incelemeniz çok uzun olmuş olsada gerçekten okunmaya değer. Bu güzel incelemeyi yaptığınız için teşekkür ederim.😊✌✌
Astêrkia ✓ okurunun profil resmi
Sonuna kadar okuduğun için asıl ben teşekkür ederim 🌸
1 next answer
Berna okurunun profil resmi
Elinize sağlık gerçekten çok güzel bir inceleme olmuş Nar Çiçekleri' ni Cinsiyet Belasın' dan sonraya bırakmıştım şimdi acaba onu yarıda bırakıp Nar Çiçekleri' ne mi sarsam diye tereddüt etmedim değil... Kesinlikle kitabı okumaya ısrarla iten bir inceleme olmuş klavyenize sağlık.🌺
Astêrkia ✓ okurunun profil resmi
Size tavsiyem biran önce okumanız ama tabi elinizdeki kitabı bitirseniz daha iyi olur. Yoksa arkanızdan ağlar. :)) Sonuna kadar okuduğunuz ve yorumunuz için teşekkür ederim🌼
Berna okurunun profil resmi
Rica ederim tavsiyeniz için bende teşekkür ederim iyi geceler :)🌸
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.