Gönderi

344 syf.
·
Puan vermedi
Peygamber’in Son Beş Günü, 1992 yılında yayımlanıp 93 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü’nü alıyor. Buna tezat olarak Tahsin Yücel’in dönemin eleştiri oklarını da büyük ölçüde kendine topladığı ve aşırı sol bulunan bir kitapla karşınızdayım. Peygamber’in Son Beş Günü, iki bölümden oluşarak karşınıza çıkıyor. Kitabın ilk özetini oluşturan ilk bölüm, Rahmi Sönmez ile Fehmi Gülmez’in birlikte geçen çocukluk ve gençlik yıllarına dayanır. Bu yıllarda iki arkadaşın aralarındaki kopmaz bağ okura sunulur. Üniversiteye başlamalarıyla birlikte her iki dostun hayatlarına giren Feride karakteri yaşamlarını da büyük ölçüde etkiler. Öyle ki bir insan, bir insana ne denli işleyebiliyorsa Feride’de Rahmi ve Fehmi’ye gençlik yıllarında o denli işler. Devrim, Marksist anlayış, Lenin ve Komünizm diyerek inandığı davanın sonuna kadar arkasında savaşır. Rahmi Sönmez’le evlenmesinin ardından ise Rahmi’nin hayatını ölümüne dek etkileyecek bir kadındır. Bu sebeple bir insan bir insanın hayatına ne denli etki edebilir diyorum! Peygamber lakabı ise bütünüyle Marksist düşünceyi toplandığı ortamlarda peygamber edasıyla anlatıp insanları inandırdığı için Rahmi Sönmez’in üzerine kalır. Şiirler okur ve şiirler yazar bir yönüyle de hem Ozan hem Peygamber Rahmi Sönmez olur. Tahsin Yücel, romanın baştan sona kronolojik sıraya göre anlatırken ilk bölümde Rahmi Sönmez’le birlikte onun hayatına da pek çok karakter getirir. Gençlik ateşi dediğimiz zamanlarında aynı masada oturan dostlar meclisi sıkı yönetimle birlikte dağılınca birçoğu hapse düşer, gözaltına alınır fakat düşüncelerini hararetli bir şekilde her yerde açıkça dile getiren Rahmi Sönmez’e hiç kimse dokunmaz. Rahmi Sönmez, yaş aldıkça düşünceleri de aynı kalır. Dost meclisi onu aralarına almak istemez ve en yakını Fehmi Gülmez’de kendi sebeplerinden ötürü ondan bir süre uzaklaşacaktır. “Korkunç bir yazgı bu benimki,” diye söylendi, Nâzım’ınkinin tam tersi: onunki hep bırakmak benimki bırakılmak.” Bu süreçte sayfalar boyu Nazım Hikmet’ten şiirler, Marksist anlayışa dair ve devrim hakkında epey görüş hatta epey coşkulu görüşler okuyoruz. Tahsin Yücel’in Rahmi Sönmez’i dost meclisinden ayırması ve sonrasında Rahmi Sönmez’in kendi içinde verdiği içi hesaplaşması bile müthiş karakter analizi yapmamızı sağlıyor. “Yıllarca içerde kalmış devrimcilerin özel bir saygı gördüklerini bilirdi, ama ozan ya da yazar sayılmak için hapse girmenin zorunlu ve yeterli koşul sayılabileceğini hiç düşünmemişti.” Bu pasajla birlikte Ozan Rahmi Sönmez gerçek bir devrimci olabilmek için hapse girmek gerektiği kanaatine varıyor. Hatta bunun bir gurur kaynağı olduğuna kendini inandırır. Bu noktada karakter sayfalar boyu kendisinin gerçek bir devrimci olmasına karşın neden gözaltına alınmadığını düşünür durur. Kendini sorgulamasıyla iç hesaplaması başlar. Feride’nin onda bıraktığı izler, dışlanması ve hayatı onu öyle bir hale getirir ki kendini her zaman polisler beni almaya gelecek havasıyla evde hazırlar. Sayfaları çevirdikçe Tahsin Yücel’in zaman kavramını çok güzel işlediğini görürsünüz. Her şey tıkırında işler ve yazarın hangi yaşı kaç sayfaya sığdırdığını anlamazsınız çünkü dediğim gibi her şey tıkırında işlemektedir. Birden mi bu adam yaşlandı? diye bir cümle kuramazsınız. Bunalımlı zamanlar geçirdiğinin farkına bile varmayan Rahmi Sönmez zaman ilerlerken zamanın gerisinde kaldığının farkında değildir. Davasına, şiirlere, Nâzım Hikmet’e ve Feride’ye aşkı hayran bıraktıracak türden olsa da bir yönden bana Tahsin Yücel’in Yalan romanındaki Yusuf Aksu’yu hatırlatıyor. Yazar’ın ince eleyip sık dokuduğu karakterler zamanın hep ilerisinde fakat bir yönde ise hep gerisinde kalıyor sanki. Çok bilgili ya da çok tutkulu olsalar dahi bir zaman sonra bir noktada takılıp aynı çemberin içinde gezdiklerinin farkına varmıyorlar. Şüphesiz Rahmi Sönmez içinde bu böyle. Yıllardır tanıdığı bildiği Eminönü’nü bir noktada artık tanıyamadığını görüyoruz. İkinci bölüme gelindiğinde ise yazar Rahmi Sönmez karakterini daha fazla ön plana çıkarmak isteyerek çevresindeki karakterleri iyice silikleştirir ve onu yalnız bırakır fakat ara ara geçmişi de okura hatırlatmaktan geri durmaz. Sayfalar boyu Rahmi Sönmez’i dinleriz. İnce eleyip sık dokuduğu karakterin analizi bence en güzel bu bölümde yapılıyor çünkü Rahmi Sönmez’in kendi kendine konuşmaları, düşünceleri ve bundan sonraki hayatına daha yakından bakıyoruz. Kitapta geçen devrim, komünizm, emperyalizm ve kapitalist kelimeleri karakterler tarafından yeniden tanımlanırken baş karakterin yer yer farkında olmadan nasıl kapitalizme ayak uydurduğunu içler acısı bir şekilde görüyoruz. Yazar zaman zaman eleştirdiği kapitalist düzeni nesnelere de vurarak Rahmi Sönmez’in üzerindeki kıyafetlerinde, değişen mağazalarda ve tişörtlerin üzerine konan yazılarda dahi gösteriyor. Aynı şekilde karakteri haz etmediği insanlarla muhatap edip bir gelgit dünyasına dahi sürüklüyor. Kapitalist düzenin yanında Rahmi Sönmez’in hayatına televizyon da giriyor. Tahsin Yücel karakterini öyle güzel işliyor ki nereden nereye demekten geri duramıyor insan. Şiirle, dergiyle ve dost meclisinde görüşlerini haykırmakla devrim yapmak isteyen Rahmi Sönmez’e bir zaman sonra “demek ki çağ değişti gençler artık silahla devrim yapıyor” dedirtecek ve kendi insanından uzaklaştıracak kadar karakteri bir noktada körleştiriyor. Rahmi Sönmez gibi ince işlenen bir karakterin gözümüzün önünde kendi devrimini gerçekleştirip gerçekleştirememesini okurken bir yanda geldiği noktaya ağıt yakıyoruz. Yine yazar tarafından ara ara romana dahil edilen Fehmi Gülmez başta okurlar tarafından daha iyimser ve sonra gelgitli biri olarak okura sunulsa da Tahsin Yücel romanın sonunda dahi aslında Fehmi Gülmez’in oturmuş kişiliğini başarılı bir şekilde gösteriyor. Keza yan karakterler ve özellikle Zarife karakteri başlı başına benim gözümde psikolojik bir vaka. Yine Tahsin Yücel’in karakter isimlerini bilerek, “Fehmi, Meryem, Nâzım, Peygamber...” koyduğunu düşünüyorum. Bu hayatta kim gerçek? Kim peygamber? Kim sahte? Her şeyin birbirine karıştığı bir dünyayı gösteriyor sanki. Öyle ki Meryem- Peygamber arasında geçen konuşmalar ve Meryem’in iç sesi de bunu gösteriyor. Dede-torun arasında geçen diyaloglar dahi okura başka bir sol bakış açısı sunuyor. Merakla okuyorsunuz. “Kestirmeden söyleyeyim sana: o yaman devrimciler, o mangalda kül bırakmayan kuramcılar en güzel arabalara binip gittiler...” “Peki, proleterler? Türk proleteryasının o yiğit insanları? Onlar ne oldu?” “O yiğit insanlar Almanya’da, Hollanda’da, Belçika’da, Fransa’da sokakları süpürüyorlar, o güzel arabalara binip buraya geldikleri zaman da patron ayaklarına yatıyorlar.” Rahmi Sönmez’in bu noktaya kadar gelmesini evvela Feride’ye ve sonra dost meclisinden dışlanmasına bağlıyorum. Sonrasında karakterin geleceğe odaklı değilde eski günlere olan özlemiyle dost meclisine girmeye çalışması yine bundan ümit kesince hayatına torunu Nâzım’ın girmesi ve kötüyü dahi iyi görmesi bile bir karakterin özünde ne kadar değiştiğini bize gösteriyor. Kitap bittiğinde gerçek dünyaya dönmek zamanımı aldı. Kurgu mu gerçek mi olduğunu ve daha pek çok soruyu kendime sordum. İnsanın düşünsel saplantılarının, inanışların karakteri nasıl ve ne tür sıkıntılarla baş başa bıraktığını başarılı bir şekilde görmüş olduk. Ve son olarak Rahmi Sönmez’i bir noktada yine dostu Fehmi Gülmez’in şu cümlesi özetliyor: “Hep dönmüş, kendi çevresinde, yaşamı boyunca yaptığı gibi...” Tahsin Yücel’in kalemiyle tanışmak için geç kalmayın ve kitapla kalın.
Peygamberin Son Beş Günü
Peygamberin Son Beş GünüTahsin Yücel · Can Yayınları · 2019705 okunma
··
925 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.