Gönderi

112 syf.
·
Not rated
“Beyrut’un asırlık sedir ağaçlarından birinde uyuklayan kafası karışık bir kozalaktım ben.” cümlesiyle başlıyor hikâyemiz. Bir gün hoyrat bir rüzgar kendi halindeki kozalağı bir adamın hayatına savururken kitabın başından sonuna kadar bize eşlik edecek kozalağın kendi anlatımı, karakterleri bize tanıtması ve her daim onların yanında bulunması hayatımıza başka hayatlar getiriyor adeta. Beyrut ey Beyrut! Canım Beyrut! Beyrut, bir hikâyenin başladığı ve bin hikâyeye göğüs geren koca şehir, bir liman. Gabriel, Mariam, Yasemin ve Sinan. Sayfalara konan sıcacık hikâyenin güzel insanları. Dördünün hikâyesi de kalbi de hüzünlü ve gülünç yanlarıyla Beyrut’ta. Gabriel’in yaşadıkları, Yasemin’in çizdiği yol ve Mariam’ın kederi...Bana kitabı okuduğum müddet boyunca sık sık “coğrafya gerçekten kader midir?” sorumu hatırlatıyor. Evvela iç savaşın ilk yıllarında Beyrut Dağları’nın eteğinde portakal bahçelerinde büyümüş Gabriel’i tanıyoruz. Ardından Gabriel’in hayatında açtığı kapıdan bambaşka dünyalara açılıyoruz. Kitap, Türkiye ile Beyrut arasında zaman zaman köprü görevi görüyor. Ortadoğu, savaş, çocuk, genç, yaşlı fark etmeksizin filmlerde önünüze düşen sahneler kadar yer yer hüzün dolu sahneler de okutuyor bize yazar. Fakat okuru ne tam savaşa sürükleyip kitabın ana teması savaş diyor ne de karakterlerinin hayatlarından ödün veriyor. Karakterlerin yaşamlarını bir kozalağın ağzından anlatırken dahi nerede duracağını bilen bir kaleme denk geldiğimi anlıyorum. Bunu Yasemin ve Sinan’ın alışagelmiş sonlardan uzak hayatlarında ve her iki karakterin sonlarının dahi bambaşka yazılmasında görebiliyorum. Keza Gabriel ile aile yapısını sorgularken evliliğiyle birlikte Mariam’ın hayatına dahil olmamız bunu şahsıma daha fazla sorgulatıyor. Yazar, her şeyin temelinde yatan aile kavramını her bir karakterine serpiştirmişken kadına bakış açısını hem Mariam ve abisinde gözlemliyor hem de Gabriel’in annesinde gözlemleyebiliyorum. Abraham karakteri ise başlı başına yürekleri burkan kendi dünyasında yok olmaya mahkum edilmiş hüzün verici bir çocuk. Kitapta toplumsal katmanlarla ortaya çıkan felaketi ise yine Gabriel’in düşünce dünyasına tezatlıklarla yaklaşan annesi sıklıkla sergiliyor. Kilisede sahnesi dahi okura “din kusursuzdur kusurlu olan insandır” tezini tekrar hatırlatıyor. Yer yer gerçekle yüzleşip yer yer masallar alemine sürüklendiğimiz bir kitap gibi hissediyorum. “Misal ben Alp Dağları’ndaki çamlarda huzur içinde, tembel tembel büyüyen bir kozalak olamam. Onların altında çocuklar oynayıp, sevgililer öpüşürken benim altımda mezarlar kazınır.” Artık bana da yeni bir dost olan Kozalak, karakterlerle birlikte Beyrut sokaklarını gezip duygulara tercüman olurken nedense kendimi onların yanında bir yerde gölge hissettim. Uzaktan izledim ama müdahale edemedim. Karakterlerin hayatı değişirken kendimi bir han içinde açıldıkça açılan büyük kapılarda hayal ettim. Nihayetinde başka şeyler bekledim fakat sonu dahi beni bambaşka hislere sürükledi. Sonunu tahmin edemeyeceğiniz bir serüvendi. Son olarak Benan Namlı’nın sayfalara bıraktığı ve belki daha öncesinde adını duymadığınız bir şair, İbranice bir tekerleme, Dostoyevski’den bir kitap ve hoş şarkılar sayfalarda sizi bekliyor. Severek okuduğum, kısa, sıcacık ve hoş bir eserdi. Edebiyat hayatında yolu açık olsun. Kendisinden yine eserler okumak isterim. Kitapla kalın.
Beyrut ey Beyrut
Beyrut ey BeyrutBenan Namlı · Sokak Kitapları Yayınları · 20207 okunma
·
44 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.